Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '11

 
Kategori
TV Programları
 

Baldız-enişte ilişkisi Lale devrini yaşıyor

Baldız-enişte ilişkisi Lale devrini yaşıyor
 

Geçen sezon Show TV ekranlarında başlayan ama sezona girişi iyi olmayan "Lale Devri" dizisi yayınladığı dönem reyting sisteminde 25. sırayı bulan bir diziydi.

Fakat dizinin yapımcısı Şükrü Avşar sönmeye yüz tutan bu yapımdan vazgeçmedi ve Fox Tv’ye aldı.
"Lale Devri" bir dönem dizisi değil. Bu isim bir metafor ve ana kahramanımızın ismine bir gönderme denilerek yapım tanıtılmış özellikle dönem dizisi olmadığının altı çizilmişti.

İki aile arasındaki çatışma etrafında şekillenen dizi, Anadolulu, geleneksel, Kayseri'den İstanbul'a yeni gelmiş işleri çok iyi gitmekte olan (Lale Devri'ni yaşayan) bir aile ile köklü, soylu fakat işleri kötü gitmekte olan, iflasın eşiğindeki İstanbullu (Lale Devri sona ermekte olan) bir ailenin aşkla ve işle kesişen yollarını anlatan bir diziydi. Kısacası dizinin kendi repliği olan "Köylülerle soylular aynı sofrada" olan bir diziydi. Ve bu repliği ile bir anlamda değerlerimize gönderme yapacağının ipucunu baştan vermişti dizi.

Bu cümlenin içinde barındırdıklarını da en başından beri gerek kurgusuyla gerek senaryosuyla izleyiciye ısrarla dayatmaktan geri durmadılar.

Yani her yönüyle değerlerimize gönderme yapıldı, zaman zaman bu değerlerimiz ayaklar altına serildi, aşağılandı.

Lale Devri’nde hikâye Yaprak Dökümü ve Unutulmaz dizilerinden ilhamla kız kardeşlerin aynı erkeği paylaşması üzerine kurulmuş daha doğrusu eniştesine göz koyan bir kız kardeşin bu yolda her şey mubahtır mücadelesi üzerine kurulmuştu.

Seyirci aynı temayı diğer iki dizide gözünü ayırmadan nefes almadan seyrederken Lale Devri’nde tahammül edemedi.

Aynı erkek iki erkek kardeş etrafında dönen her iki dizide (Yaprak Dökümü ve Unutulmaz) seyirci ile karakterler arsında inşa edilen bir köprü vardı ve ayakları yere sağlam basıyordu.

Oysa Lale Devri’nde eniştesine âşık olan karakter kelimenin tam anlamıyla mide bulandıran ve değerlerimize ters bir karakter olması sebebiyle kabul görmemiş bu da reytinglere yansımıştı.

Bunun üzerine dizi kanal değiştirerek yani Fox TV’ye geçerek kaldığı yerden devam etti. 16. Bölümde Lale karakterini canlandıran Emina Sandal bir trafik kazası geçirerek diziden çıkartıldı. Ve enişte tamamen baldıza kaldı.

"Baldız baldan tatlıdır" sözünün hakkını vermek gerekirdi ablanın ölümüyle ve bizim enişte de bunun hakkını fazlasıyla verdi üstelik baldızımızı hamile bırakarak bir çocukla ödüllendirdi.

Baldızın ablasından da bir çocuğu olan eniştemizin halleri seyirciyi daha da sarstı.

Ve kanal elini çabuk tutarak aynı yapımcının aynı kanalda yayınlanan, aynı senaristlerin yazdığı, diğer dizisi Yer Gök Aşk’ın da ana hikâyesi iki kız kardeş bir erkek üzerine kurgulanmış dizisinin Toprak karakterini Lale Devrine transfer ederek seyirciye rahat bir soluk aldırdı.

Yer Gök Aşk’ın masum karakteri Toprak, Lale Devri’nin kendisini baldızın şerrinden koruyamayan (korumak istemeyen/korunamıyormuş gibi gösteren, gösterilen) Çınar'ıyla anlaşmalı bir evlilik yaparak karakteriyle birlikte diziler arası transfere imza attı.

Ana karakterlerin bermuda aşk üçgeni hapsinden kurtulmasına, taze aşklara yelken açmasına zemin hazırladı. İki dizide de imkânlı imkânsız onlarca yasak aşk yaşanırken; ilk defa bir aşk, hesapsız, içinde entrika barındırmayan, karşısındaki insanın iç güzelliğini keşfederek, arkadaşça, birbirine destek olarak gelişti.

Sonraysa dizi küllerinden doğarcasına bir çıkış yakaladı. Her geçen bölüm ivmesi artan dizi Cumartesi gecelerinin vazgeçilmezi oldu. Yer Gök Aşk dizisinde Toprak karakterini canlandıran Selen Soyder’in Lale Devri dizisi kadrosuna katılması, gün geçtikçe Lale Devri severlerinde sayısını artırdı. Facebook gibi paylaşım sitelerinde Lale Devri adına fan sayfaları açılmaya başladı. Diziyi başta izleyip bırakan bir kesim seyirci Selen Soyder’in kadroya katılmasıyla birlikte geri dönüşüm yaşadı adeta.

Artık reytingler 25. Sırayı değil 1. Sırayı işaret ediyordu.

Diğer bir değişle hikâye çıkmaza girdiği noktada eniştenin kafasına ve dizinin senaryosuna bir balyoz indirildi ve hızla Anadolu’nun bağrından çıktığı hatırlatıldı enişteye.

Ne yazık ki, geleneklerimizin hatırlatılması biraz geç olmuştu enişteye; çünkü baldız çoktan hamile kalmıştı ve her türlü entrikayla çocuğu doğurmanın yollarına kollarını sıvamıştı. Ve de enişte kendisi gibi baldan tatlıydı, sadece onun olmalıydı.

Tabii dizinin tüm ahlaksız dokusu bununla da sınırlı kalmıyor. Eniştemizin babası abisinin karısıyla yani Eniştemizin annesiyle beraber olarak kendilerinin doğmasına sebebiyet vermişler; aynı baba, abisi ölünce abisinin karısını yani eniştemizin annesini almak yerine, eniştemizin kayınvalidesi baldızımın ve Lale karakterinin yani baldızımızın ablasının annesiyle evlenerek bir de kayınvalidemizi hamile bırakmıştır. Allahtan bu hamilelik uzun sürmemiştir.

Zira zavallı Lale’den olma Lale bebeğin durumu ne olurdu? Baldızın bebeğinin durumunu söylemiyorum bile.

Diğer yandan eniştemizin halasının kuzeni eniştemizin halasının kocasını ayartarak geleneksel Kayserili ailemizin geleneklerini hiçe saymıştır. Allahtan onu hamile bırakmamıştır. Onla beraber olurken karısını yani halayı hamile bırakmıştır. Ama o çocukta doğmamıştır.

Bu kadar doğmayan çocuk arasında her ne hikmetse enişteden olma baldızın çocuğu hamilelik süresinde onca darbeye rağmen ısrarla doğurtulmuştur.

Annelik duygularından nasibini almamış, zengin şımarık baldızımız hamilelikte içki içmiş, kaza yapmış, kendini arabadan atmış, Toprak karakteriyle evlenen eniştesinin, Toprağa âşık olmasına dayanamayıp kanamalar geçirmiş, ama dedim ya ne hikmetse ısrarla bu çocuk doğurtulmuştur.

Çünkü bu dizinin en başından beri tek hedefi baldız enişte ilişkisini kabul ettirmek olduğu için buna seyirciyi yavaş yavaş hazırlamıştır.

Toprak karakterinin diziye dâhil edilmesi sadece diziye kan getirmek ve seyirciyi bu eksende tutarak asıl amaç ekseninden biraz uzaklaştırıp diziyi ayakta tutmayı başarabilmekti. Ve bunu da geçen sezon birinci sıraya yerleşerek başardılar.

Artık reyting kaygıları da olmadığı için bu sezon asıl hikâyeye dönüş yapmakta sakınca yoktu. Nasıl olsa dizinin kemikleşmiş bir izleyicisi oluşmuştu seyirciyi kandırdıklarına göre de zaman kaybetmeden bu bebek doğmalıydı. Bebekle seyirci baldızı sevmeye başlar, böylelikle de enişteyle baldız ilişkisi sevimli kılınarak enişte baldız birleşir yapımcı da muradına erişirdi.

Ne olacak ki baldız hem teyze hem cici anne olmuş. (Ablasının kızının teyzesi olma durumu)

Ne olacak ki enişte hem baba hem cici dayı olmuş. (Kayınvalide ile eniştenin babasının evliliği sebebiyle cici kardeş olma durumu)

Ne olacak ki eniştenin babası hem baldızının hem de eniştenin ilk eşinin annesiyle evli olmuş.

Ne olacak ki Lale bebek teyzesinin çocuğuyla hem kuzen hem de kardeş olmuş.

Çünkü daha en başında söylemişlerdi "köylülerle soylular aynı sofrada" böyle olur.

Bu ilişkinin doğal olduğunun da arkasında durdular. Özellikle kalemleri bu kadar ahlak değerlerimizi çarpıtan senaristlerimiz.

Bu senaristlerimiz ısrarla baldız enişte kavuşması olması için ellerinden geleni yapacaklarını hem dizi gidişatıyla hissettirmekteler hem de sosyal paylaşım sitelerinde kendi sözleriyle desteklemektedirler bu düşüncelerini.

Bu ilişki örgüsüne karşı olan bir gurup seyircinin sosyal paylaşım formlarında gösterdikleri tepkilere karşı yapımın senaristlerinin cümleleri de bunu doğrular niteliktedir.

İzleyici paylaşımına verilen cevap cümleleri aynen şu şekildedir;

Senarist; Sen de üzülme tatlım... Hatta aldırma umursama... İt ürür kervan yürür izleyici istedi diye ne hikâye değişir, ne dizi :))
 

Senarist; Vallahi nasıl oldu anlamadım ama ben tamamen başka bir gönderiye yorum yapmıştım :)) Yoksa bu yorumlar umurumun on beşi diil :))

Bu cümlelerden doğrusu ne anlamak gerekir bilemedim. Ahlaksızlığa karşı duruş sergilemeye çalışan seyirciye, it yakıştırması mı yapılmış diye düşünmeli, anlamalı mıyım? Yoksa umurumun on beşi değil siz kimsiniz, öyle de, böyle de dizi baldız enişte olacak seyirci tepki veriyor diye ahlaksızlık olarak yoruyor diye dizi değişmez, onları/onların isteklerini takmıyoruz mu anlamalıyım. Ben anlamadım anlamayı sizlere bırakıyorum tabii bir de RTÜK’e.

Çünkü anlaması için direk olarak diziyi ve Fox TV’yi RTÜK’e havale ediyorum.

FOX TV’yi havale ediyorum çünkü tüm kanallar arasında aile yapısına geleneklerimize değerlerimize ters düşen ne kadar dizi varsa FOX TV ekranlarında yayınlanmakta.

Nedense sürekli bir kadın aşağılama politikası güdülüyor yayınladıkları dizilerde. Bütün kadınlar onursuz, gurursuz, erkek egemenliği altında eziliyor ve bu normalmiş gibi gösteriliyor.

Aldatılan kadınlar, eski kocalarının peşinden koşuyor. Erkek karakterler intikam diye başka kadınlarla birlikte oluyor. İki kız kardeş, aynı adamdan hamile kalıyor.

Genç bir kız, dedesi yaşındaki adamla, hem de yengesine tecavüz eden adamla aşk evliliği yapıyor...
Anne kız aynı adama zâşık oluyor. Arkadaşının nişanlısı ayartılıyor. Abinin karısıyla beraber olunup bir de çocuk doğruluyor. Ortalık ensest ilişkilerden geçilmiyor. Yasak evleriyle değerlerimiz yerlerde sürünüyor. Ve sanki bu kanalın misyonuymuş gibi tüm bu dizilerin toplamı bu kanalda yayınlanıyor.

Lale Devri, Unutma Beni, Deniz Yıldızı, Zehirli Sarmaşık bunlardan birkaçı sadece.

Diziyi RTÜK’e havale ettim çünkü bu diziyle ilgili kurulan fan sitelerinin bazılarında baldız enişte ilişkisini onaylıyor ve bu onaylayan kesimin büyük çoğunluğu 12-16 yaşlarındaki çocuklarımız. Ve adına da "ateşli aşk" diyorlar onayladıkları bu ilişkinin. Baldız enişte ilişkisini onaylarken de baldızın Lale karakterinin üvey kardeşi olması kılıfına sarılıyorlar.

Oysaki o kılıf senaristlerin kurtuluş adına sarıldıkları bir kılıftı. Öz olan kardeşleri seyirci gözünde aklamak için kullandıkları ama ellerinde patlayınca, Toprak karakterini devreye soktukları bir kılıftı.

Ama buna inanan bir kesim bu nedenlere sarılmayı yeğleyerek kendilerini haklı çıkarıyorlar.

Buna inanan ablaları ve ağabeyleri onları aynı gerekçelerle yönlendiriyorlar.

Yani çocuklarımızın kafası yıkanıyor. Çocuklarımızın masum duygularıyla oynanıyor.

Düne kadar normal dışı olarak düşünülenler artık normal oldu. Bilerek ve isteyerek sistemli bir şekilde normal olarak algılanması sağlandı.

Davranışlar kitle iletişimi aracılığıyla değiştiriliyor, değerlerden arınık cinsellik teşvik ediliyor. Biz de isteyerek ya da istemeyerek buna göz yumuyoruz, içinde yer alıyoruz.

Evlilik kurumunun ilkelliği dile dolanıyor. En ufak şeyler boşanma gerekçesi haline getirilerek aileyi parçalayıcı politika, program, yayın ve uygulamalarla aile güçsüzleştiriliyor, yok edilmeye çalışıyor. Birlikte yaşama, gecelik mevsimlik aşklar, aile içi aşklar, enişte-baldız vb. aşklar seçenek olarak sunuluyor.

Bu suyu içerseniz çağdaş modern Batılı olursunuz… Bizde zaten bu suyu severek, bilerek, isteyerek içiyoruz…

Zinanın adı çapkınlık, yapılan şey ise kaçamak oluyor. Baldız-enişte ilişkisinin adı ateşli aşk, yapılan şey ise baldızın hakkı oluyor. Bu kadar masum! Bunlara karşı çıkarsanız ya köylü olursunuz ya da gerici. Ya da it.

Değer yargılarından arındırılmış cinsellik genel geçer hale sokulmaya çalışılmaktadır. Cinsel açlık duygusu yaratmak için her türlü teknik kullanılmaktadır.

Renkli dünyalara kanat açmanın, bedensel hazzın duyumsatılması ve aranması sağlanmaktadır.
Egemen güç ve onun ürettiği genel geçer pop kültür, kadınlarda köksüz, zarafet ve asaletten yoksun, kalça-göğüs standardizasyonuna indirgenmiş bir güzellik anlayışı üretmiştir. Ölçü bu olarak kabul edilmiş ve bu ölçü dediklerine ne kadar benziyorsa, onu ne kadar taklit ediyorsa güzeldir/ yakışıklıdır.
İşte bu yüzden 12-16 yaş gurubu çocuklarımız Lale Devri dizisindeki Baldız (Yeşim) karakterine tapıyor.

Aşk kavramı farklı bir boyuta taşındı. Doğruluk, dürüstlük, fedakârlık artık "eziklik" olarak görülürken; yalan söylemek, insanların hayatına bencilce saldırmak, çirkin oyunlar oynamak, karnındaki bebeği zerre kadar umursamayan gibi durumlar "Helal be, aşkı için mücadele ediyor" şeklinde değerlendiriliyor.

Onlara göre açıklık çağdaşlık sayılıyor ve Toprak karakterinin dürüst, fedakâr olması onlar için eziklik olarak görülüyor çünkü aşk kavramı onlar için farklı bir boyutta. Yeşim karakteri ne yaparsa yapsın onlar için aşkı için mücadele eden güzel bir kadın oluyor ve bu modeli benimsiyorlar.

Emperyalizm, bireylerde cinsel açlık duygusu yaratarak kendini ayakta tutmaya çalışır. Bunun için de bedeninize odaklanmanız sağlanır. Sağlıklı olmaktan çok, alımlı görünmek birinci hedefiniz olur.

Tek derdi çekici olmak olan birinin ya da onun çekiciliğine kapılan diğer kişinin yurt ve dünya sorunlarıyla ilgilenmesi, sömürüye, işgallere, soygunlara ilgisi, açları, işsizleri, evsizleri, mutsuzları, ötekileştirilenleri, kadına uygulanan şiddeti, özürlüleri, sokak çocuklarını düşünmesi ne kadar beklenir? Kendi bedeninin derdine düşmüştür ve tensel zevklerin peşindedir. Artık insanlık önemsizdir onun için. Böyle bir insanın, ablasının kocasını tek hedef görmesinden doğal ne olabilir ki. Haliyle de bu insana hayran olmak ve bu insanın aşkını savunmakta o kadar doğaldır.

Bunu savunan ve buna inanan gençlerden bu sorunları düşünmesini bekleyebilir miyiz?

Onlara kızabilir miyiz?

Onları kendi ellerimizle bilerek isteyerek bizler yarattık, yaratmaya da devam ediyoruz. Bu tür dizilerin arkasında durarak bu sorumsuzluğa da ortak oluyoruz.

Böyle dizilerde öyle sahneler ve duygu durumları ortaya konur ki enişte baldız ilişkisi öyle meşrulaştırılır ve öyle doğallaştırılır ki, izleyici adeta onu yaşar, ilginç bulur ve gerçekleştirmek için çareler arar. Diziyi izlerken kahramanlarla özdeşleşen, olaya onun penceresinden bakan izleyici zaten olayı yaşamaktadır.

İzleyici bu ensest duyguyu zihninde kurgulamış, yaşamıştır. Artık tabu yıkılmıştır. Bunun bir adım sonrası kardeşinin, ablasının, annesinin ya da babasının eşine göz koyan onla olmak isteyen kişiler ya da kuşkunun pençesinde kıvranan eşlerinin parçaladıkları ailelerdir.

İşte bu doğallığa inanan gençlerin sosyal paylaşım sitelerinde ısrarla Baldız karakterinin aşkını "ateşli aşk" diye savunmaları ve baldız karakterine tapmaları bu tehlikenin onları ne kadar sardığının ivmesidir.

Edebiyatta bu tema insani bir durum olarak pekâlâ değerlendirilebilinir. Ancak bunun diğer araçlarla da desteklendiğini görünce, özellikle bir kanalın sadece ve sadece bu ve benzeri dizileri ön plana çıkaran bir yayıncılık anlayışında olması büyük bir kampanyanın parçalarından biri olduğu anlamını taşır dersem yanlış söylemiş olmam sanırım.

Bu yazdıklarımı defalarca dizler ve televizyon dünyası hakkında yazdığım yazılarda dile getirdim. Belki yazdıklarım tekrarın tekrarı olacak. Ancak bir kez daha yazmanın gerekliliğine inanıyorum.

Dünyada onlarca ülke, kültür ve sineması varken, televizyon kanallarımızın sadece ve sadece Amerikan kültürünün acenteliğini, pazarlamasını yaptığını söylemeye gerek yok bile. Bunu artık neredeyse bilmeyenimiz yok.

Kültürümüzü biçimlendiren temel kültür kodlarımız kopartılıp, başka kültürlerin insanları olmaya yönlendiriliyoruz.

Aşkta sadakat artık romantik tekerleme işlevi görmüyor. Sevgili koleksiyonu ve onlardan alınan hediyeler aşkta kariyer geliştiren, itibar artıran şeyler haline getiriliyor. Duygular yalama ediliyor. İtiraf gecelerinin amentüsü seni seviyorum cümlesi şimdi artık kötü kokuyor.

Toplumları sarsmak için değerler aşındırılmakta, onu ayakta tutan en önemli kurum olan aileye saldırılmaktadır.

Neden aileye saldırılmaktadır?

Aile toplumun temelidir de ondan. Toplumu o ayakta tutar. Aile bireyi vatanına bağlar. Aile bozuksa toplumda bozuktur. O toplum artık iflah olmaz. İşte yaratılmak istenen toplum böyle bir toplumdur.

Toplumlar, yatıştırıcı işlevi gören bazı değerler tarafından bir arada tutulur. Bunlar gelenekler, din, dil ve tarihsel anılar olabileceği gibi, tarihsel akış içinde uluslarının genel gidişine yön vermiş olan ulusal kahramanlarda olabilir.

Sistemler nasıl bir gelecek tasarımı yapmışlarsa, geçmişi ona göre yazarlar. Böylelikle geçmiş ile gelecek arasında çelişkinin ortaya çıkarak, sistemin, çocukları tarafından yok edilmesi önlenmeye çalışılır.

İzlenen kültür politikalarıyla ülkenin geçmişte var olan manevi dinamiklerini gözden düşürmek ve toplumu başkasının manevi değerlerine hayran bırakmak amaçlanır. Bunu yapmak için önce toplumsal aşağılık duygusu uyandırılır, toplumsal özgüven ortadan kaldırılır. Basın yayın yoluyla toplumun kusurları ön plana çıkarılır. Ahlak, inanç, yurtseverlik, kahramanlık gibi değerler gözden düşürülür. Cinsel özgürlük, ilericilik gibi sloganlar devamlı ve sık kullanılarak var olan eğlence kültürü değiştirilir. Batı ülkeleri karşısında aşağılık duygusu uyandırılır. Kendine güveni azalmış topluluklar, başarılı toplulukları taklit etmek ve onlar gibi yaşamak isterler. 30-60 yıllık bir sürecin sonunda toplumun kimliği değişebildiği için amaca ulaşılır.

Aydınlar, toplumun "her türlü düşünceye açık olması" ilkeleriyle "kaleyi saldırganlara teslim etmek" arasındaki farkı göremiyor, bu iki kavramı birbirine karıştırıyor. Böylece ülkenin düşünce dünyası karmaşıklaşıyor, belirsizlik her şeye siniyor. Kimse önünü göremeyince amaçlar belirsizleşiyor. Toplum nereye gideceğini şaşırıyor!

Davranışlar kitle iletişim araçlarıyla değiştiriliyor. Böylece erdem, öz denetim, kamusal irade reddediliyor. Değerlerden arınık cinsellik teşvik ediliyor.

Kültür her kuşakta yeniden üretilir. Kültürün yeni nesli içinde yetiştiği toplumun bir bireyi (toplumsallaşma), geçmişte sözlü kültür aktarımıyla yapılmaktaydı. Ozanlar, şamanlar, dervişler, dede ve nineler bu aktarımı yapardı. Modernleşmenin etkisiyle bunlar devre dışı kaldı. Günümüzde bu görev okula ve etkisine bakarak ondan önce de basına ve televizyonlara düşmektedir.

Oysa medyamız bunun tam tersini yapmaktadır. Tom ve Jerry, Teletubbies, Pokemon şimdilerde Winks gibi çizgi filmleri, Noel Babaları, pembe dizileriyle sinema ve dizi filmleriyle yabancı karakterleri aktarırken, kendi değerlerimizin üstünü örtmekte, unutturmaktadır.

Milli kültürü özümsemeden evrensel kültüre ulaşılamaz. Üstelik evrensel kültür Batı kültürü, o da Amerikan kültürü olarak anlaşılıyor zaten.

Öte yandan sistem medyayı buna zorlamaktadır. Medya kendini reklamlarla besleyen uluslar arası tüketim maddeleri üreticisi firmaların gereksinimlerini karşılayacak, arzularıyla bütünüyle bağdaşacak tarzda yayın yapmak için kendilerini baştan ayağa yeniler, parayı verenin çıkarına uygun davranışlar edinmiş insanların sayısını artırmak için büyük çabalar harcar. Bunu da yapmak zorundadır açıkçası.

Bu yüzden medyayı tek başına suçlayamayız.

Günümüzde öğretmenler, üniversite çıkışlı olmalarına rağmen nitelikli olarak olmaları gereken yerde değildirler. Öğretmenlik mesleği desteklenerek, öğretmenlerin de süreç içinde kendilerini geliştirmeleri sağlanmalıdır. Geçim derdinde olan dünyayı kavrayamamış öğretmenden önce kendisini, sonra da toplumunu bilişim toplumuna hazırlamasını beklemek boşunadır. O yüzden nitelikli öğretmen yokken nitelikli bireyler olmasını beklemek de doğru değildir. Bu yüzden doğru eğitim şarttır.

Öte yandan RTÜK dediğimiz kurumun ise görevi ve etkisi tartışılır.

Medyayı ters aşağı edecek, etmesi gereken ayaklardan biri izleyici bir diğeri ise yasal yaptırım gücü olan RTÜK iken her iki ayak da etkisiz eleman görevi görmektedir bana göre. İzleyici ayağı niteliksiz eğitim yüzünden bilişim toplumuna ve bilinçli izleyici olmaya hazır değildir.

TV yayıncılığını tek başına suçlamak bu yüzden çok da adil değildir. Medya üzerine düşen görevi sistemin istediği şekilde yapıyor, yapacaktır da. Ona dur demesi gereken kurumun, okulların ve biz izleyicilerin etkin anlamda rol alması şarttır. Özellikle RTÜK’ün bu konuda caydırıcı ve etkin çalışmaları olması gerekir.

İki sezondur bir dizi ahlaki değerlerden uzak gençleri etkilerken bir diğer dizi ise tarihimizi çarpıtarak (Lale Devri ve Muhteşem Yüzyıl ) izleyiciye sunarken buna seyirci kalmak sorumluluktan kaçmaktır.
Özellikle bir kanal (Fox TV) bu tarz dizileri özellikle misyon edinmiş gibi yayınlarken sessizliğe bürünmek anlaşılır değildir.

Bu yüzden RTÜK’ü göreve davet ediyorum.

Önümüzdeki acı tabloya kulak tıkayarak toplumun yozlaşmasına, yanlış bilinçlenmesine en az medya kadar olarda yardım etmiş oluyorlar. Ve devletin eğitim sisteminde ciddi değişimler yapması şarttır.
Bu yüzden biran önce üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidirler.

Baldız-Enişte ilişkisinin Lale Devrini yaşamasına seyirci kalmamalıdırlar.

Bilinçli yapılan bu yapımların bizi değiştirmesine, kültür kodlarımızla oynamasına izin vermemelilerdir.

Buradan RTÜK’ü göreve davet ederken bu yazımla da şikâyette bulunuyorum. Senaristler bakalım bana da "umurumun on beşi" diyebilecekler mi? Ya da "it ürür kervan yürür"…

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz Ancak bu yazım geniş kitlelere ulaşması açısından link olarak kaynak gösterilerek alınabilinir.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..