Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '13

 
Kategori
Çocuk Psikolojisi
 

Balede Pedagojinin yeri

Yazım, bir; mesleğimi, iki; benim hayata ve mesleğime yaklaşımımı, üç; otizmle tanışmamı, dört; otizmli çocukların gösterdiği gelişimi, beş; otizmli çocuk ailelerinin, tarafımdan gözlemlenmiş ruh hallerini ve bu ruh halinin olası nedenlerini paylaşmak amacı ile yazıldı.

Ben bir eğitimciyim. Uzmanlık alanım; yapabileceği her türlü hareketi bedene yaptırmak.

Öğretmenliğe on yıl konservatuvar, on dört yıl dansçılık yaptıktan sonra başladım. Bizim mesleğimiz, usta/çırak ilişkisi ile yürütülür. Usta kabul ederse çırak olur, kalfa olursun. Ustadan öğrenebileceğin her şeyi öğrenmek için çırpınırsın. Kısaca kendimizİ teslim eder, “etim senin, kemiğim benim” deriz biz ustalara.

Kendi bedeninle yapıverdiğin hareketleri eğitim verdiğin bireylere anlatabilmek için hem ustanın dilinden yararlanırsın, hem de kendine özgü bir dil oluşturursun. Oluşturduğun dilin işe yaradığını görmen uzunca bir süre alır. Birkaç ekolün olduğu meslek alanında hem bu ekolleri bilirsin, hem müzik ve ritim konusunda akademik bilgi ile donanırsın. Pedagoji ve psikoloji bilgini arttırmak ta cabası…

Ayrıca, öyle sadece, eğitim tekniğini bilmek yetmez. O tekniği nasıl aktardığın, her davranışın her sözün, usta tarafından, ince süzgeçlerden geçer.

Kolay değil tabii. Sana “insan” teslim ediliyor. Bedeni, aklı ve ruhu eğitmek ve bunu yaparken o ruhu incitmeden, aklı bozmadan, bedeni hırpalamadan yapmak gerek.

Bir süre sonra, öğrencinin en minik davranışını bile yorumlamaya ve hemen anlamaya başlarsın. İşte o zaman kalfa olmuşsundur.

Özellikle çocuklara yaklaşımın ince elekten geçer. Hatta “çay süzgeci” ile süzülür. En ufak hatalı bir sözün bile iki saat eleştirilir ve alternatif nasıl davranman gerektiği uzun uzun anlatılır. İster not al, ister ruhuna/beynine kazı.

Zorlu bir süreçten sonra çocuklara ders vermeye başladım. Ustaya göre, mesleki öğretmenliği öğrenmiştim.

Çocukları severim, insanları, hayvanları, çiçekleri, ağaçları… Gözümün gördüğü her şeyi severim. Hayatın bir sahne olduğunu, ve provasız sürekli oynadığımıza inanırım. Kötü şeyler yaşanmayacak kadar kısa olduğuna inanırım. Hem kendim hem de benimle birlikte olanlar güzel şeyler yaşasınlar isterim. İnanırım ki, güzel şeyler yaşamak isteğin olursa, en olumsuz olaylar bile sana bir şeyler anlatır. En kötü günler bile geçer. O günlerin sonunda, öğrendiklerin, yaşadıkların seninle kalır. Bazen acıtır. Hep acıtır. Ama genellikle güzel tarafına bakarım. Acıyı üstelemem. Kendimi ve etrafımdakileri suçlamam ve kahretmem. Herkese hem sevgi, hem saygı duyarım. Her varlığın, doğasında var olan kapasitenin en üstüne kadar çıkabileceğine inanırım. Her varlığın hayatı hem kendine göre hem de kimseye yük olmadan mutluluk vererek yaşayabileceğine inanırım. Mesleğimle ilgili dersler verirken de, öğrencilerimin kendi kapasiteleri hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlamaya çalışırım. Onlara inanırım. En zorlu hareketleri bilir,  gerçekten isterler ve uğraşırlarsa yapabileceklerine inanırım. Bu inancım hiç tükenmez. Bir hareketi yapamadıklarında, sağdan, soldan, her yönden, her alandan inceler ve yapabilmesinin çözümünü yaratmaya çalışırım. En zor hareketleri bile “beyin bilirse beden yapar” felsefesi ile anlatırım öğrencilerime.

Ve beynin, bilemediğimiz muhteşem kapasitesine inanırım. Karşımdaki anlamıyormuş gibi görünse bile anlatırım. Bilirim ki o bir tohumdur beyne ekilen. Yeri geldiğinde, beyin, o bilgiyi saklandığı yerden çıkarır ve kullanır. Yeter ki o bilgi oraya sevgi ile, saygı ile ve bilinçli bir “el” tarafından yerleştirilsin.

Kendimi anlattığım bölüm bu kadar kalsın şimdilik. Neyle beslendiğim, hangi konularda kendimi eğittiğim, bu eğitim sürecinde hangi sistematiklerden, hangi yöntemlerden yararlandığım, matematiksel düşünen beynimi, duygusal düşünebilmesi için nasıl zorlu yollarla eğittiğim çok uzun ve bambaşka bir yazının konusu olsun.

(Babam, bizi hep okumaya, daha çok okumaya yüreklendirdi. Hemen her konuda, pek çok bilgi sahibi olmanın sonu olmadığını anlattı. Bunu sözle değil kendisi öyle çok okuyarak ve çalışarak, yani “davranarak” anlattı. Böylece, sadece bir besteci, müzisyen değil, bir düşün insanı, bir yaratıcı, uygulamacı dava insanı olunabileceğini gösterdi bize. Bende inanıyorum ki eğitimciliğin baş şartı, önce sürekli okuyarak yenilikleri izlemek, sonra kendin doğru ve dürüst davranarak örnek olmak.) Çalışıyoruz işte kendimizce. İnsanlığa bir katkımız olur mu? İşe yarar bir şeyler yapabilir miyiz? Bu dünyada bir hoş seda, bir güzellik yaratabilir miyiz? Kendimizin dışında birilerinin daha mutlu, daha rahat yaşamasına katkımız olur mu? Güzel ve olumlu bir dille anılır mıyız? Umarım biraz olsun başarabiliriz. Çalışıyoruz… 

 
Toplam blog
: 18
: 2432
Kayıt tarihi
: 28.05.08
 
 

1958 Ankara'da doğdu 1976 Ankara Devlet Konsevatuvarı Bale Bölümünü bitirdi. Kompozitör Muammer S..