Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '13

 
Kategori
Siyaset
 

Balkon mesajı: Komutanlara son bir kamu görevi?

Balkon mesajı: Komutanlara son bir kamu görevi?
 

YAS FARKI


Komutanların komutanının temel görevi; ait olduğu kurumu yüceltmek, çalışanların takım duygusunu arttırmak, morallerini yüksek tutmak ve bir dizi başka yöntemle verimliliği sağlamak, üstlendiği sistemi canlı tutabilmektir. Bu görev insanların duygusal yönüne hitap etmeyi gerektirir. Kendisi de Silivri kararları sonrasında bu yönde tavrını sürdürmüştür.

Diğer taraftan, benzer konumda bulunan tüm üst seviyedeki komutanların; duygudan, motivasyon cümlelerinden arındırılmış, somut görevleri var.  Meslekleri ile ilgili en ileri teknolojik seviyeyi, olup biteni algılamak, içinde bulundukları durumu analiz etmek, gerçekle yüzleşmek,  en ileri özeleştiriyi yapabilecek özgürlük ve cesarete sahip kişiler olarak, algıladıkları kurumsal eksikleri düzelterek,  her geçen gün kurumlarını daha ileri götürecek kararlar alabilmek,.. bu görevlerden sadece birkaçı.

Zannedersem, sistem bu görev çeşitliğinin kendi içinde barındırdığı çelikiler yüzünden zaafiyete uğruyor. Yazılı olan ile yazılı olmadığı için liderlik ve değişiklik gerektiren zıt özellikteki görevler, aynı kişilere yüklendiğinde çelişki yaratabiliyor. Kırk yıllık iş hayatın boyunca, liderliğe hazırlanırken, emir komuta zincirinin, prosedürlere itaatin, silah arkadaşlığının gerektirdiği “ kol kırılır yen içinde kalır “ anlayışının önemini benimsemiş olduğunu üstlerine kanıtlaman bekleniyor.  Bu süreçten geçerken, özgür düşünce, sorgulama, özeleştiri yeteneklerini  bastırmadan;  mevzuatı değil , gerçek üretimi ve kurumsal faydayı öne çıkartmak, sürekli iyileşmeden bahsedebilmek için Superman olmak gerekiyor.

Normal insanların yaşadığı dünyada eksiklikler önceden görülerek sistemde düzeltme yapılamayınca, denetim güdük kalıyor.  Verilen kararların eleştirisi, verilmeyen kararların hesabı fazla tutulmaz oluyor.  Modern yönetim dünyasının gereksinim duyduğu “sürekli iyileştirme “  yaklaşımını benimsemiş olanlar, belkide Yüzbaşı rütbesinden sonra, durumu anlayıp ya uyum sağlıyor, ya da meslek değiştiriyor.

Sonuçta, Osmanlı’dan devir aldığımız Ordu Vesayetine dayalı sistemimizi bugüne kadar getirdik. Başkomutan’ın asker değil de, siyasetçi olması beklenen ileri demokrasiye geçmek isterken, her 10 yılda bir yol kazası yapar olduk. Postmodern olanları dahil, elli yıldır alınan ders sistemin temelden değişmesini getirmedi. Yarım kaldı. Bugün de, sadece mahkeme ile, müebbet hapis cezalarıyla, siyasetciler tarafından ve ordu dışarıda tutularak, demokratik iyileştirme gerçekleştirilebilmesi mümkün gözükmüyor.

Vatandaşın önemli bir çoğunluğu, bir vesayetten çıkılıp başka bir vesayat altına girilebileceğinden korkusunu açıkça ortaya koyduğu görülüyor.  Kürdün, Alevinin bölücülüğünden, dindarın  şeriatcılıgından korkumuz yüzünden sürekli kavga içerisindeyiz. Kavgadan halk zarar görüyor fakat birilerinin gücü elinde tutması kolaylaşıyor, birileri zengin oluyor.  Zenginler egemenle elbirliğiyle varlıklarını başkalarına kaybetmemek için derin devleti destekliyor.  Siyaset, derin devlet işbirliği ile iktidarda kalmayı sağlıyor. Zaman geçiyor, çelişkiler sürüyor, kaynaklar heba oluyor, zenginlik artmıyor, demokrasi gelemiyor.  Milletin tuzu kuru kısmı, ordunun vesayetini yüz yıldır ehven –i şer olarak kabul ediyor.  Korkuyu yönetebilsek, belki de fasit daireyi kırabileceğiz.  

Şimdiki fırsat bu fırsattır.  Yeni anayasa ile korkuyu tarihin derinliklerine gömebilmeliyiz.

Orduyu, polisi, isthbarat güçlerini, medyayı demokratikleştirerek yeniden yapılandırmalıyız. Siyasi parti ve seçim kanunlarında değişikliğini yapmalıyız. Millet in TBMM de hem gerçeğe en yakın şekilde temsilinı sağlamalıyız. Temsilcinin aday olduğu siyasi partinin programına bağlılığı ile birlikte, partiden ve liderinden göreceli bağımsızlığı, haksızlıkları eleştirme özgüveni ile denge ve saygınlık sağlayan doğrudan seçmen tarafından adaylığı onaylanan bir sistemi devreye sokabilmeliyiz.

Milletin devletten gerçek anlamda ne istediği henüz ortaya çıkartılabilmiş değiliz. Doğrudan ve yerel katılım mekanizmalarını henüz oluşturamadık. Vatandaşın yaşadığı mahalledeki kamusal alanda; park yeri mi, cami mi, alışveriş merkezi mi yapılmasına kendi karar vermek istediğini, ödediği vergisinin nasıl hesaplanması ve nerede kullanılacağına karar verip denetimini sağlayacak anayasal altyapıyı daha gündeme bile getiremedik. Türkiye, ABD’de veya İngiltere de dahi olmayan en ileri demokrasiye laik olduğunu tüm seçilmişlerimizin hafızasında ilk sırada yer etmesini daha beceremedik.

Sonuçta, demokratik hukuk devleti olma arayışı kolay olmadığını hepimiz biliyoruz. Bugüne kadar insan hakları ile ilgili hatalarımızı bilip kendimizle yüzleşebiliyorsak bugünden sonra da aynı hataları tekrar etmememiz gerekiyor.  Demokratik yargı, bir torba pirincin içerisindeki taşı, tek tek bularak ayıklaması gerekiyor.  

Başbakanını vatana ihanet yargısıyla asan bir askeri mahkemeye karşı 50 yıl sonra genel kurmay başkanını darbe amacıyla terör örgütü yönetmek yargısı ile mübbet hapse mahkum etmemizinden bir arpa boyu yol alınmadığı anlamı çıkmamalı.

Gözdağı olsun diye müebbet hapis yargısının zamanı geçmiş olması gerekir. Bu ağır hüküm alanlardan birisi: “ bu ülkede, siyasi partiler, yargı, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, vd.. hepsi çok demokratikti de bir tek biz mi tek başımıza darbeci olduk ? “ sorusuna cevap, uzlaşmaya ihtiyacımızı bir kez daha ortaya koyuyor.

Benim umudum, gene iyimser naivliğimden geliyor. “ İyi sonuç verme ihtimali varsa muhakkak dene! Denemezsen, fırsatı kaçırmış olabilirsin! “ yaklaşımını öneriyorum.

 Müebbet hapis ile yargılananlar, benim bildiklerimin, düşündüklerimin yüz mislini bildiklerine eminim.  Siyasete müdahale etmeyi akıllarından geçirerek buna yönelik herhangi bir eylem içerisinde bulunup bulunmadıklarını kendi vicdanlarına ve yaşadığımız, yaşayacağımız; Yargıtay, Anayasa mahkemesi, AİM gibi  hukuki süreçlerinden vazgeçmeden bir tarafta tutalım.  Sayın Başbakan ve/ veya daha iyisi Cumhurbaşkanı beyanlarına paralel olarak inisiyatifi el alsın. TBMM tatil sonrasındaki ilk oturumunda bir karar alsın: içeridekiler ve dışaridaki ilişkililer Silivri de biraraya getirilerek,  “Silahlı Kuvvetlerinin Yeni Demokratik Anayasasını hazırlama görevi” verilsin.  Göreceksiniz, hem kamu vicdanı, AKP ve liberal taraflar, hem de ulusalcı muhalefeti ikna etmek çok zor olmayacaktır.  

Toplantı formatı, kesinlikle Mahkemeyi çağrıştırmamalı. Daha çok bir meclis araştırma komisyonu, Çalışma Grubu ve sekreteryası şeklinde bir format izlensin. Kendileri aleyhinde hüküm verilmiş olanların ilk işleri; kendilerini savunmak ile birlikte, görevleri boyunca gözledikleri, bilerek, istemeyerek, kabullendikleri; haksızlıkları, fişlemeleri, vatandaşa karşı işlenen cürümleri, kayırmacılıkları, rüşvetleri, ihaleleri, fabrikalardaki ataleti, daha ne kadar kirli çamaşır varsa gündeme taşıyarak en samimi duygularla arınma ve sistemi yeniden yapılandırmaya yönelik öneri süreci olsun. Herkez eteğindeki taşları dökebilsin. Kendi içlerinde yüzleşerek, bir şeffaflaşma dönemi başlatılsın.  “Demokrasiyi , Atatürk devrimlerini, laikliği korumak için darbeye soyundum ! “ diyenlerle,  “ Onlara karşı çıkamadım ! “ diyenlerin samimi itirafları ile derin devletin sadece askeri değil, sivil kanadı ile birlikte tüm tarafları sürece dahil edilerek gerçekler ortaya çıksın.

Millet vekilleri, hukukçular ve askerlerin de katılımıyla, hesaplaşma değil iyileştirme amaçlı demokratik bir deney başlatmış olalım. Başarılı olursak, Ordu - Siyaset – Millet uzlaşma mekanizmasının altyapısını oluşturarak, benzer durumdaki Suriye, Mısır vb örneklerde de uygulanabilecek küresel bir yeniliğe imzamızı atmış oluruz.

İsmail Göncüoğlu

Suadiye, 9 Ağustos 2013

 
Toplam blog
: 17
: 423
Kayıt tarihi
: 23.01.12
 
 

İlgi Alanı; Doğrudan Demokrasi / Sanayi /Teknoloji Sanayici, girişimci; otomotiv, mühendislik..