Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Batan geminin malları...

Batan geminin malları...
 

Ben meyvelerin içinde en çok elmayı sevdim
Tombul suratlı hınzır bir çocuk
Aç gözlerini dikmiş bir ağaca
Nasıl tırmanırsa Mahruki dağlara

O tatlı elmayı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki nasıl beklerdim
Zil çalsın, teneffüs olsun
Çıkarayım onu yeşil çantamdan
Şaşayım o eşsiz kırmızısına
Öyle sevdim ben cennet kokulu elmayı

Midem kazınırdı gece oldumu
Ilık süt yetmezdi, acıkırdım ve
Sulu bir elma gerekti ince kabuklu
Çocukken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, meyve sepetine gömdüm burnumu

Meyvelerin içinden ben en çok elmayı sevdim.


beste : can yücel
güfte : kerem efendi

***

"Başarısızlık benim karakterimdir"

***

Ben orta bir öğrencisiyken serviste lise sona giden bir abla vardı. Acayip güzeldi. Böyle oyuncak bebek gibi, İsveçli kızlar gibi kalemle çizilmiş donuk bir güzelliği vardı. Karşısına geç manzara izler gibi seyret. İşte öyle bir güzellik.

Servis koltukları üç kişilikti. Hep onun yanına oturmaya çalışırdım ve sıklıkla başarırdım da bunu. Onun da bir arkadaşı vardı. Güzel bir kız değildi ama muhabbeti çok iyiydi. 17 yaşında bir kız 12 yaşında bir çocuğun muhabbetini bayık bulabilir. Olağandır. Ve fakat bu hayatta iyi olduğum tek bir şey vardıysa o da evet, muhabbettimdi.

Ben bu İsveç güzeli ve sohbeti güzel ablaların yanına otururdum. Bütün yol boyunca biriyle sohbet eder, diğerini de çaktırmadan keserdim. Biriyle sohbet ediyor olmak diğerine bakmak içinde bahane olurdu. Çünkü o hiç konuşmazdı. Ara ara gülerdi, o kadar. Bir gün servisten bir arkadaşım, arkadaşım da değil ama hani böyle kara fatma gibi kızlar olur ya, daha ayrıntıya girmeyeceğim... İşte o kara fatma gibi kız gelip bana kızlardan hangisine aşık olduğumu sordu. Ne cevap verdim hatırlamıyorum.

Çok zor bir soruydu çünkü artık zamanla beni oraya oturtanın kuzey avrupanın buz denizleri serinliğindeki bir çift mavi gözü mü yoksa akdeniz sıcaklığındaki kekik kokulu muhabbet mi olduğu konusunda bir fikrim yoktu. Kim çıra kim odun belli değildi, amaç ve araç birbirine karışmış gibiydi. Güzelliğe ulaşmak için sohbet ettiğimi sanıyordum. Oysaki "güzellik" beni o harika sohbete taşımıştı.

"Sen bunlardan hangisine aşıksın" soruyla muhattap olduğum gece bir rüya gördüm. Bir kızla konuşuyordum. Suret, İsveçli'nin suretiyti ama konuşan diğeriydi. İşte size harika ve ancak rüyalarda gerçekleşebilecek bir durum. Kusursuz ve belki de uzun soluklu düşünüldüğünde pek sıkıcı bir durum. Dünyanın en güzel sohbeti ve en güzel kızı tek bedende!

Anlaşılamadıysa biraz daha yardımcı olayım, benim Brad Pitt suretinde olduğumu düşünün. Görüldüğü gibi mütevazilik de had safhada. Ne yapayım... İnsan bir şeylerde iyi olduğu konusunda kendisini ikna etmek zorunda. Aksi takdirde geçmez bu hayat.

***

Kendimden ekseriyetle ve yoğun şekilde nefret ediyorum.

***

Çok iyi tanımadığım ve yaşça benden büyük, belli bir mesafemin olduğu birisinin hapşırması benim için çok büyük bir kriz. Çünkü ben birisi hapşırdığında mutlaka "çok yaşa" diyenlerden ve hapşırdığında da kendisine "çok yaşa" denmesini bekleyenlerdenim. Ama işte bu bahsettiğim mesafeli kişiler hapşırınca ne diyeceğimi bilemiyorum.
"Çok yaşa" çok samimi kaçıyor. Ayıp oluyor gibi hissediyorum.

"Çok yaşayın" demek de tuhaf geliyor. "Yaşayın" denir mi, "yaşayınız efendim" der gibi. Doğrusu ve tek söyleme şekli "çok yaşa" şeklindedir çünkü.

İşte böyle birisi hapşırınca sinir oluyorum, bütün tadım, keyfim kaçıyor. Buraya yazıyorum, benimle samimi olmayanlar yanımda hapşırmasın kardeşim. Çıksın dışarıda hapşırsın.

***

Vapur iskeleye yaklaşır. Daha yanaşma manevrasını yapmamıştır. Bazılar sağdan yanaşacak diye düşünüp vapurun bir tarafına, bazıları da soldan deyip diğer tarafına geçerler. Sağ diye bekleyenler, vapur sola yanaştığında hafif üzülürler. Çok büyük bir bahsi kaybetmiş gibi, Avni Eker'de Fener'den gol yemiş Trabzon'lu taraftarların sessiz hüznüne bürünüp diğerlerinin arkasında sıraya girerler. Severim o insanları.

***

Uzaktan bir kız "naber yaa" diyor. Ama tanımıyorum. Bana mı diyor, yanımdaki kızlardan birine mi diyor anlamıyorum. "Allah'ım inşallah bana demiyordur" diyorum. Çünkü hiç mi hiç hatırlayımıyorum.

Bir şarkı yazıyorum kafamdan şu şekilde ;

Üç kadeh papazkarası.
Çok değil biliyorum
ama çabuk sarhoş oluyorum.
Üç kadeh papazkarası.
Şaşı papaz gibi bakıyorum.

Kız yaklaşıyor. İnşallah bana gelmiyordur, diyorum. Yanımdakiler de anlamıyor kime geliyor diye. Fakat kız geliyor, tam karşımda duruyor.

"Naber Kerem efendi? Diyor.

Üç kadeh papazkarası.
Çok değil biliyorum


Ben tanımış gibi yapıp zaman kazansam mı yoksa doğrudan "ya kusura bakma çıkartamadım" desem mi diye düşünürken kız durumu fark ediyor. "Tanıyamadın mı" diye gülüyor.

ama çabuk sarhoş oluyorum.
Üç kadeh papazkarası.


Elimdeki kadehi gösterip özür diler bir ifade takılıyorum. Ama şarap yüzünden değil biliyorum.

Çok büyük bir kötülük yapıyor bana, kendisini tanıtmadan geri gidiyor. Gecemin de içine ediliyor. Tam bir saat boyunca düşünüyorum nereden tanıştığımızı. Bir saat sürüyor, nereden biliyorsun derseniz, o yaklaşırken saatim "bip" etmişti. İkinci kez "bip" ettiğinde hatırlıyorum nereden tanıştığımızı. Gururla yanına gidiyorum.

Üç kadeh papazkarası.
Çok değil biliyorum


"Özlem," diyorum. "Naber?"
"Ne kadar çok kilo vermişsin, ancak profilden çıkartabildim seni" (yalandan kim ölmüş)

Mecburen iki üç laflayıp yerime dönüyorum. Aklımda o gecenin şarkısı, sözlerini çevirip çevirip dinliyorum;

Üç kadeh papazkarası.
Şaşı papaz gibi bakıyorum.


***

Galetayı çok severim. Galetaya grissini diyenleri sevmem, yapmacık bulurum.

***

"Oğlum salatalıklar ne tarafta?" dedi. "Hiç bir fikrim yok" dedim. "Efendim?" dedi...

Hayatımda gördüğüm en büyük kulaklara sahipti. Bu kadar büyük kulakları olan birisinin işitme problemi olması da ne ilginçti. Her ne kadar büyük kulaklar iyi duyar diye bir şey yoksa da, yinede tezat oluşturuyordu.

"Teyze" dedim. "Bilmiyorum ben salatalıklar ne tarafta". "Sen burada çalışmıyor musun?" dedi. "Ben de müşteriyim" dedim. İnanmadı bana. Migros çalışanı olabilirdim ama değildim! Yani kıyafetim ve t-shirt ümün rengi falan benziyordu Migros elemanlarına. Ama değildim, ne yapabilirim.

Midas kulaklı teyze bana inanmadı. Fakat hayat bu, devam etmek zorundaydım. Nutella alacaktım daha.

Nutella alıp makarnalara giderken, başka bir teyze yetişemediği konserveleri gösterip benden yardım istedi. Orada bir merdiven vardı. Merdivene çıkıp sordum, "bunu mu istiyorsun teyze" Diye. Fasülye değil, mısır istiyormuş. Ben mısır konservesini alıp aşağı inerken Midas kulaklı teyze bir hayalet gibi köşeyi dönüp yanımıza geldi. Elinde büyük bir kutu ketçap vardı.

Yakalanmıştım...

"Oğlum," dedi...

"Salatalıklar ne tarafta?"

"Bilmiyorum teyze"

"Efendim"

"BİLMİYORUM TEYZE BİLMİYORUM"

***

Bilmiyorum kelimesini de çok severim. Bazen birisi size soru sorar. "Bilmiyorum" dersiniz. Esasında bal gibi de biliyorsunuz da, sadece nasıl ifade edeceğinizi bilmiyorusunuzdur çünkü...

Anlatabildim mi bilemiyorum. Bu haftada bana ayrılan sayfanın sonuna geldim. Haftaya yeni maceralarda buluşmak üzere.

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..