Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Lodos Balığı...

Lodos Balığı...
 

Otobüste veya minibüste yer vermek de ne kadar zor bir iş. Bazen davranıyorsun, yer vermek istediğin kadın bir bozuluyor "ben o kadar yaşlamıyım" tribine giriyor. Pişman oluyorsun. Bazen de amcalara yer verirken bir terslik oluyor. "Otur oğlum" diyorlar, "şurada ineceğim ben..." Popon böyle yerinden kalktığına pişman oluyor. Popon yer tutmuyor, iflah olmuyor. Otursan olmuyor ayakta kalsan hiç olmuyor, amcaya daha fazla ısrar etsem mi yoksa otursam mı diyorsun. O sırada bir teyzeyle gözgöze geliyorsun. O yeri istiyor teyze, bunu sana gözleri ile söylüyor. Ama sen ona vermek istememiştin yerini, ama madem niyetlendin kalksan olmaz mı? Ama kadının yaptığı da düpedüz fırsatçılık canım!

Oturmaz olsaydım bu koltuğa derim tüüüüh Allah kahretsin!

Bir keresinde de bir amcaya yer verdim. O da hiç oturmadan o yeri kendisinden daha genç bir bayana verdi. Olabilir, ben bir kere bağışlamışım yerimi. Ama o yere oturan kadın dönüp adama teşekkür etti. Adam da teşekkürü kabul etti. İşte buna çok bozuldum. Rahatından feragat eden benim. Üstelikte spor yaptığım yıllardı, idmandan çıkmış ve çok yorgundum. Bir de üstüne kemiklerim de büyüme ağrısı vardı. Ben bu şartlarda bir kuru teşekkürü haketmiştim. Çok bozuldum. Hayata küstüm. Betim benzim attı. Çığlık çığlığa bağırmak istedim ve salya ve sümük bir şekilde "ama orası benim yerimdi, neden bana teşekkür etmiyorsunuz, Allah hepinizin belasını versin pis domuzlar..." diye.

Kadın bozulduğumu anladı. "Sana da teşekkür ederim oğlum" dedi. Kendimi çok iyi hisettim. Bir kahramandım. Süperdim.

***

Sıcak olurdu, uzun yoldan dönerdim. 12 yaş civarındaydım, her gün Kadıköy'den geçerdim. Rıhtımdan maraş dondurması almayı severdim de o dondurmacının şoparlıkları yok mu, işte ona dayanamazdım. Ver kardeşim dondurmayı efendi gibi yiyeyim. Sanki tüm rıhtım bana gülüyor gibi gelirdi. Tam uzanıyorum "hoooooppp" çekiyor dondurmayı. Ağzımın suyu yok yere akıyor.

Bir keresinde önceden çok şartladım kendimi. Öyle bir atılacağım ki çekemeyecek külahı bu sefer. Zihnim de olay şöyle canlanıyor; Bana külahı uzatıyor, ben kedi gibi atlayıp kapıyorum külahı. Sonra iki kovboy gibi göz göze geliyoruz. Yüzümde pis bir gülücükle başımı sallıyorum hafif hafif.

Fakat olayın aslı şöyle cereyan etti. Ben atıldım fakat o hergün yaptığı gibi külahı çekmedi ve külah ve dondurma benim avucumun içinde mundar oldu. Göz göze geldik, bana "sen salak mısın" der gibi baktı. Salaktım biraz sanırım, evet.

Bana bir dondurma daha vermedi fakat. Tekrar para istedi. Ben de ona kızıp diğer büfeden aldım dondurmayı. Sonra da onun önünden geçtim. Şimdi salak olan kimdi? En iyi müşterisini kaybetmişti.

Eve gitmek için minibüse binmem gerekiyordu. O anda minibüs paramı ikinci dondurma için verdiğimi ve hiç param kalmadığını fark ettim. Fakat ben işte çocuktum daha ve toplu taşıma araçlarına para vermeden binmeyi de çok seviyordum. Bir heyecan oluyordu. Yapmadığım bir şey değildi yani, gittim Acıbadem minibüsüne en arka koltuk, cam kenarına oturdum.

Fakat şöför paraları alırken saymış. Kalkmıyor eşşoğlusu. Sürekli aynadan bakıp ücretini uzatamayan kalmasın diyor. Önce sakince dondurmamı yiyordum fakat ısrar edince panik oldum. Araba kalkmadığı için yolcular huzursuzlanmak üzereydi. Arkada oturduğum içinde koşarak kaçamıyordum. Ne yapacağımı bilemedim. Peki şimdi salak olan kimdi?

Yanımdaki abinin kulağına uzandım, "70 liranız var mı" dedim. "Var" dedi, verdi bana parayı. Çok teşekkür ettim ve uzattım parayı. Minibüs kalktı. O kadar minnettar olmuştum ki, abiye nasıl bir kıyak yapayım bilemedim. Teşekkür ederim, dedim. Sonra veririm parayı (???)

Gerçek bir salaktım ve bugün de çok bir değişiklik yok.

DV "bir yanlışık olmasın" http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=49254

***

Yukarıdaki öyküden sonra şunu öğrendim. Eğer minibüse binecek paranız yoksa, şöförün arkasındaki koltuğa oturmak gerekir. Bütün paralar sizin vasıtanız ile uzatıldığından, sizin para vermediğiniz anlaşılmaz. Şöför paranın eksik olduğunu fark edip de "ücretini uzatmayan var mı" diyecektir. O anda arkanıza bakıp şüpheli bir bakış atın. Yırtasınız. Tecrübeyle sabittir.


***

Babamın bir arkadaşı odtü'de okurken çok önemli bir sınava çalışamadığından ötürü bir üçkağıt peşine düşmüş. Binlerce kolay yalan varken sınav başlamadan önce "bacaklarım tutmuyor" diye bağırmaya başlamış. Tabi o ben de daha doğmamışım. Arayıp sorsa en kolay yöntemi söylerdim ama böyle bir imkanı da yok.

"Bacaklarım tutmuyor" diye inliyormuş. Sırtlarına alıp hastahaneye götürmüşler. Doktor rapor yazar da yırtar diye umuyor. Şikayetini anlatmış. Doktor da bacağını eğip bükmeye başlamış.

-Hissediyor musun?
-Hayır!
-Böyle acıyor mu?
-Hayır!

Meraka düşen doktor iğnenin ucunu baldırına batırmış. Bizimkinin gözleri dolmuş ama sesini çıkarmamış

-Şimdi acıdı mı?
-Hayır efendim
-Oğlum sen felç olmuşsun!

Demiş doktor ve hemen döneceğini söyleyerek odadan çıkmış. Bizimki de arkasından koşarak kaçmış. O dersten de kalmış. Okulu da bir yıl uzatmış. İşte böyle.

***

Geçen sene manitayla Çeşme'de minibüse bindik. Ben en arka cam kenarına otururum her zaman ama manita pat diye kapı kenarına oturdu. Kapı kenarına oturulur, oturulmaz diye kavga ettik. Ama kaldıramadım yerinden. Sonra arka koltuktan beni dürtüp öne para uzatıyorlar. E önümde kimse oturmuyor. Şöförle benim aram koskoca boşluk. Yerimden kalkıp uzatıyorum parayı. O arada minibüs duracak, biri yerime oturacak diye çok korkuyorum. Şöföre parayı uzatıyorum. Para üstü beklerken heyecandan çarpıntı oluyor. Neyse kimse binmeden para üstünü sahibene ulaştırıyorum. Bu işlem her olduğunda da diyorum manitaya; "ben sana dedim ortaya oturulmaz diye" diye...

İşte o gün, biz ortada otururken... Bir yere yanaştı minibüs. Tepeleme insan doldu. Ayaktaki yolcuların dirsekleri göz hizama geliyor. Dirsekleri çarpacak diye tedirgin oluyorum. Hala arkadan para uzatıyorlar. Fena oluyorum. Baktım bir kız var ayakta. Pazardan alışveriş yapmış. Bir sürü paketi, çantası var. Alıyorum paketleri kucağıma. Teşekkür ediyor. Tebessüm ediyorum.

Sonra yolculuk sırasında arka sıralarda bir rahatsız edici, iğneleyici konuşmalar duyuyorum. Birileri birilerine kızıyor ama neden... Çok fazla ilgilenmiyorum. Sonra minibüs az boşalıyor. Bu benim paketlerini taşıdığım kızı arkaya çağırıyorlar, "gel kızım buraya otur" diyorlar. Bir yandan da "hayret bir şey, ne kadar ayıp, cık cık cık" gibisinden sitem ve eleştiriler var.

Fark ediyorum ki paketlerini aldığım kız hamileymiş. Ama 5 aylık falan. Yani karnı ancak seçiliyor. Meğer eleştirilen kişi de benmişim. Nasıl oluyor da yer vermiyorum diye. Servisin Hitler'i olmuşum, haberim yok. Doğrusu utanmadım hiç. Fark etsem yerimi verirdim. Hamile değilken de paketlerini almadım mı? Velhasıl eleştirilerin ardı arkası kesilmiyor. İki tane karafatma gibi kokana kadın, bana saydırıyor da saydırıyor. "Arkadan konuşmanın" böylesine ilk defa rastlıyorum. Arkamı dönüp hafif şaşı sert bakışlar atıyorum. Susuyorlar. Önüme dönüyorum, yine konuşuyorlar.

"Ben" diyorum, "biliyorum size ne yapacağımı"

İneceğimiz yere geliyoruz. Minibüs duruyor. Yerimden kalkıyorum ve bir bacağım tamamen felçli gibi tutuna tutuna kapıya yöneliyorum. O sırada manita yanıma geliyor, bütün ağırlığımı ona veriyorum. Manita afallıyor, gözlerimi kocaman açıp "sakın konuşma" diyorum.

"Şöför bey biraz yavaş olun lütfen" diyorum. Binbir güçlükle iniyorum minibüsten. Kara fatmalara dönüp bakmıyorum. Cehennemde yansınlar istiyorum.

***

Bir şişe merlot eşliğinde yaptığım çok leziz bir sohbetten sonra, dilim ağzıma büyük gelmeye başladığında ve sen Feraye'yi nereden tanıyorsun diyen Kaya Çilingiroğlu'ndan hallice bir durumdayken, DV ve blog yazma anlayışımda değişikliklere gitmeye karar verdim. Kontrolü bıraktım, doğaçlamaya gaz verdim. Kaç okunmuş, kaç yorum almış umurumda değil. Ben yazacağım arkadaş. (bu arkadaş, erman toroğlu'nun arkadaşı) Bundan böyle yazı ishaliyim.

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..