Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '11

 
Kategori
Öykü
 

Benim başı kuşlu çocuğum

Benim başı kuşlu çocuğum
 

Sekiz yaşında gözlük camlarının ardından dünyaya bakan, insanlar arasında kaybolmuş adeta görünmez çocuğum ben diye savundu kendini, kendisinin bile duymaya zorlandığı titrek sesiyle Ali. Karşısında yumruklarını olanca gücünle sıkmış, Ali’den üç kat iri cüssesiyle Koray, Ali’ye gözlerini dikmiş ilk yumruğunu sallamaya hazırlanıyordu. Oysa Ali’nin devrilmek için o yumruğa ihtiyacı yoktu. Korkudan titreyen dizlerinin sesi, kendisinin duyulamayan sesini bile bastırmıştı. Tek çare olarak elleriyle koruma kalkanı gibi yüzünü korumaya almaya çalışıyordu. Ali’nin Koray karşısındaki biçare acınası hali Koray’ın yumruk atma isteğini yok etmişti nerdeyse. Yumruk atması belki de karşısında kendisinden ölesiye korkarak durmaya çalışan Ali’yi kendisinden daha güçlü ilan edecekti. Kendisinin arkasında durup “vur hadi vur” tezahüratları yapanların sesleri gittikçe azalmıştı. .Sürekli dışlandıktan sonra güçlü oluşuyla kendisini kabul ettirdiği çevresini kaybetmekten, Ali’nin yumruk yemekten korktuğu kadar korkmaya başlamıştı. Azalan tezahüratlar gibi içinde de yumruk atma isteği kalmamıştı hiç, Koray da Ali gibi artık zil çalsa da bu durumdan kurtulsam diyordu ki beklenen zil çaldı. Tezahüratçılar, Koray ve tabiî ki Ali de derin bir oh çektiler.

Herkes sınıflarına dağılmaya başlamıştı bile. Koray da Ali’ye hadi iyi bakalım yırttın yine bakışı atarak uzaklaşmıştı. Sona kalan Ali yaşadığı bu bitmek bilmeyen korkulu on dakikadan sonra kendisinin yumruklanıp devrilmesini bekleyen çocuklarla aynı sınıfta derse girmek istemiyordu.

Sakinleşip yalnız kalıp, kendini toparlamaya ihtiyacı vardı. Okulun içini kaplayan sessizlikten bütün öğrencilerin derslerine girdiği anlaşılıyordu. Yalnızlığın ve sessizliğin sanıldığı kadar korkunç olmadığını hissediyordu bugüne kadar hiç hissetmediği kadar yoğun olarak. Okulun içinde okulun sahibi edasıyla dolaşıyordu ki kendisininkinden başka bir ayak sesi duydu. Ayak sesi duyulmaz hale geldiğinde saklandığı köşeden çıktı ve hiç kimseyle karşılaşma tehlikesi olmayan tamamen sessiz, huzurlu ve yalnız olabileceği yerin neresi olacağını düşünmeye başladı.

Bulmuştu bile. Bugüne kadar öğretmenlerinin sık sık gitmelerini tavsiye ettiği ama diğer çocuklar gibi bir kez bile merak etmediği okul içindeki tek yere kütüphaneye gidecekti. Adımlarını hızlandırdı. Adımlarının hızı düşüncelerinin akışını da hızlandırmıştı sanki. Kütüphane de yakalansa bile hiç kimsenin kızmayacağını düşünüyordu. Kütüphanenin kapısına görünmüştü bile. Adımları gibi düşüncelerini de durdu, gizli bir hazinenin kilidini açar gibi açtı kapıyı. Artık içerideydi. Kitap raflarına doğru yürüdü. Önce uzaktan baktı ne kadar çok kitap olduğuna şaşarak. Sonra yaklaştı, kitaplara dokunarak rafların arasında dolaşmaya devam etti. O kitapların içlerinde hayatın kendisi gibi canlı karakterlerin olduğunu, kitapların da bu yüzden dünyadaki en gerçek ve canlı nesneler saymanın çok da yanlış olmayacağını söylemişti öğretmenleri. Rafların arasında dolaşırken hatırladığı bu söz, içinde kitaplardan birini seçip inceleme isteği ile doldurdu.

İçindeki sese uydu o anda elinin altındaki kitabı raftan oturup incelemeye başladı kapağını. Kapakta inceleye inceleye kendisine benzetmeye başladığı bir çocuk vardı tek farkları çocuğun kafasına konmuş bir kuş olmasıydı. “Başı kuşlu çocuk” adındaki bu kitabın içinde anlatılan çocuk nasıl biriydi, kimdi hikayesi neydi bu başı kuşlu çocuğun? Çok merak etmişti hemen okumaya başladı. Okudukça şaşkınlığı artıyordu. Kendisine benzediğini düşündüğü çocuğun hikayesi de kendisininki gibiydi. Bu çocuk da yalnız kalmak istemiş, bütün gün okuldan kaçıp parklarda dolaşmıştı. Eve döndüğünde ise sandığı gibi yalnız olmadığını görmüştü aynaya baktığında. Saçlarının arasına gizlenmiş, yerinden çok da memnun görünen bir kuş vardı kafasının tam üstündeydi. Kovmayı denedi, bağırdı, ağladı, annesinden babasından yardım istedi. Ailesi neyin var çocuğum diyorlardı çünkü onlar kafasının üstüne tünemiş kuşu göremiyorlardı.

Ne kadar zamandır okuyordu. Ara verip saatin kaç olduğuna baktığında okulun çoktan boşaldığını havanın karardığını gördü. Okul boşaldıktan sonra okulun kapılarının kilitlenmişti ve kütüphane de olduğunu kimsenin bilmediğini, şimdi gerçekten tamamen yalnız kaldığını anlaması uzun sürdü. Okuldan çıkmanın bir yolunu bulmalıyım annemler çok merak edecekler diye hızla düşünüyor adımlarını da düşüncelerinin hızına uyduruyordu. Okul içinde kendisine yardım edecek kimse olmadığına emin olduktan sonra kütüphaneye geri döndü. Keşke benim başımda da bir kuş olsa ve beni uçarak buradan çıkarıp evime götürse diye düşünüyordu. Annemle babam her yeri ararlar ama akıllarına asla kütüphaneye bakmak gelmez. Hem beni çok merak edecekler, hem de çok kızacaklar bana. Başında bir kuş yoktu. Anne babasına haber gönderemez evine de gidemezdi. Onların beni bulmasını beklemekten başka çarem yoktu. Kütüphane de kitapların içinde yapılabilecek en iyi tek şey ise kitabımı okumaktı. Okudu, okumaktan yorulduğunda da kitabının üstünde uyuyakaldı.

Sabah uyandığında dün gece üç kitap bitirdiğini gördü kitapları yerlerine koyarken. Eve koştu annesiyle babasına olanları anlatması gerekiyordu. Tahmin ettiği gibi ailesi çok korkmuş, her yeri aramışlardı ama onu kütüphane de aramak akıllarına gelmemişti. Ali’ye sandığı kadar kızmamışlardı. Ali bundan cesaretle olanları anlattı.

“Kütüphanedeydim. Kitap okurken zaman nasıl geçti anlayamamışım. Sabaha kadar da üç kitap bitirdim, okurken de uyuyakalmışım. Hem de hiç korkmadım okuduğum kitaplarda benim gibi, bizler gibi karakterler vardı onlar yanımdaydı bütün gece hiç yalnız hissetmedim. O karakterler şuana kadar sahip olduğum arkadaşlarımdan daha yakındılar sanki bana tıpkı kırk yıllık dost gibiydiler diye Ali yaşadıklarını anlatırken anne babasındaki korku yerini şaşkınlığa bırakmıştı.

Karşılarında hiç tanımadıkları bir çocukla konuşuyorlardı sanki. Oğlum, Ali ne oldu sana böyle bir gecede bu ne bilmiş, bilgece sözler böyle derken yüzlerinden mutluluk ifadesi okunuyordu. Ali ailesini biraz daha şaşırtarak kendisine “Başı Kuşlu Çocuk” kitabını almalarını istedi. Okuyup bitirmişti o kitabı ama o ilk okuduğu, kendisini kitabın, kitap okumanın büyüsüyle tanışmasını sağlayan kitaptı ve bu büyüyü hatırlatması için o kitabın hep kendisinin olmasını istiyordu. Ailesi bunu seve kabul etti. Hatta oğlu için bir sürpriz yapıp bu kitap okuma isteğini desteklediğini göstermek istiyordu. İstediği kitabın yazarının bütün kitaplarını satın alıp küçük bir kütüphane yaratabilirdi. Bu güzel bir sürpriz olurdu. Fakat Ali’yi de ailesini de kitapları almaya girdikleri kitapçı da daha büyük bir sürpriz bekliyordu. “Başı kuşlu çocuk” kitabının yazarının imza günüydü. Ali yazarın bütün kitaplarını imzalattı. Çocukça bir heyecanla her bir imzalanan kitaplara bir dosta sarılır gibi sarılırken başına gelenleri bir kez daha yazara da anlattı. Yazar, okuma heyecanını yaşayan küçük okuyucusuna, çok okuyarak çok şey öğrenebileceğini hatta kendisinin de ilerde kitap yazabileceğini söyledi. Ali için bu hayal edebileceğinden de fazlaydı. Sadece "gerçekten mi?" diyebildi.

Ali belki de gerçekleşmemesinden korktuğu bu yüzden de hayal bile edemediği hayalini gerçekleştirip, hayal etmeyi öğütleyen öyküler ve kitaplar yazdı. Kitapların hayal gücünü güçlendirmesinin yanında insanın kendisini anlayıp tanımasında en büyük yardımcısı olduğunu ve eğlenirken öğrettiğini ve her şeyden önemlisi bilinçli bireyler olma yolunda en sadık dost olduklarını yazdı.

Ali’nin okuduğu kitaplardan hatırladıkları bölük pörçük sahnelerden ibaretti. Ama net olarak hatırladığı okuyuşları ve okumanın üzerinde yarattığı hafifletici mutluluk duygusuydu. Ve bunu hatırlamanın kitap okumak ve o büyülü dünyalara dalmak için yeterli olduğunu her kitabını imzalayışında okuyucularıyla paylaşarak herkesin başına konması için başındaki kuşu serbest bıraktı.

Güner Deniz Ertoğlu 

 
Toplam blog
: 18
: 683
Kayıt tarihi
: 14.06.11
 
 

Kitap, psikolojiyle, felsefeyle, sanatla tiyatroyla hayatımın anlamını bulma uğraşıyla meşgul bir..