Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '09

 
Kategori
Eğitim
 

Beş kıtalık sevda türküsü

BEŞ KITALIK SEVDA TÜRKÜSÜ

Yazarı: Seher Durmaz

Eserin Özeti:

ONLARINKİ KARA SEVDA

Oda sabah ışıklarıyla aydınlanmıştı. Behiye Hanım güçlükle kalktı yatağından ve pencereyi açıp temiz havayı içine çekti. Bu gece en ağır titreme nöbetlerinden birini geçirmişti. Bu hastalık zaten zayıf olan bedenini, eritip bitirmişti adeta.

Kendisinden çok farkı olmayan eşine baktı. O da inleyip durmuştu bütün gece. Kendi kendine söylendi: “Hadi ben neyse, sen de yatağa düşecek adam mıydın bey?” Haksız sayılmazdı, kapı gibi adamdı kocası. Öyle kolay kolay mağlup olmazdı hastalıklara. Ya şimdi? El pençe divan durmuştu ‘sıtma’nın karşısında. Yalova’daki uzman doktorlar tarafından ‘sıtma’ teşhisi konulmuştu karı kocaya. Onlar zaten hastalıklarını bilerek dönmüşlerdi Türkiye’ye. Çünkü iyi bir tedaviye, dengeli ve düzenli beslenmeye ve uzun süre istirahata ihtiyaçları vardı. Başa gelen çekilecekti. Onlar da sabırla çekeceklerdi bu ağır hastalığı ve mağlup edeceklerdi sonunda.

Kapı vuruldu sessizce. Hatice Anne elinde kahvaltı tepsisiyle girdi içeri. Bu sırada eşi de uyandı. O’nun ana yüreği dayanmıyordu kızının, damadının bu durumlarına.

-Unutun Uganda’yı artık, dedi sitemkar vaziyette. İyileşeceksiniz ve Türkiye’de kalacaksınız. Damadına döndü sonra:

-Gül gibi mesleğin var elinde be oğlum. Bak annenler de çok üzülüyor. Ne olur dönmeyin geri.

Hatice Annenin dediği doğruydu. Öğretmendi ve Ankara’nın en gözde fakültelerinin birinden mezun olmuştu. Türkiye’de rahat bir hayat sürebilirlerdi. Gel gör ki bunu ne kızına ne de damadına anlatabiliyordu. Kahvaltılarını bitirdiler güç bela. Hatice anne, eline tepsiyi aldı ve odadan çıkarken:

-Hiç olmazsa bir başka yer olsun. Daha yakın, şartları daha uygun bir ülkeye gidin de içimiz rahat etsin, gözümüz arkada kalmasın.

Hangi ananın şefkati göz yumardı evladını, damadını ve torunlarını sıtmanın içine salıvermeye?

Hatice Anne çıktıktan sonra;

- Başka bir yere gitmek istiyor musun, diye sordu kocası.

Behiye Hanım bütün mecalsizliğine rağmen atıldı hemen.

-Uganda’daki arkadaşlar. Onlar da insan değil mi? Onlar da annelerinin kuzusu değil mi?

Bir sıtma hastalığı onları Uganda’dan, öğrencilerinden ayırabilir miydi hiç. Onlar bu yola kara sevdalıydı.

Günler geçmiş, Behiye Hanım ve eşi ‘sıtma’yı mağlup etmişlerdi. Hastalıklarının şiddetine rağmen, eğitime hizmet iştiyakları, aşk-u şevkleri onları sevdalarından vazgeçiremedi. İsmail Bey, Uganda’ya uçak bileti aldığında, hem kendi ailesi, hem de eşinin ailesi bu kara sevda karşısında erimiş ve izin vermişlerdi.

Onlar şimdi Uganda’ya uçuyordu. Mumlar gibi eriseler de binlerce göze ışık olabilmek; onlarca başı okşayan beyaz el olabilmek için.

Gidiyorlardı… Bitmeyen tutkularına, kara sevdalarına, Afrika’ya…

JANAT’IN FANUS'TAKİ HAYATI

Janat, Eskişehir’de okuyan, on kadar Kazak öğrenciden biriydi. Kimya Öğretmenliği Bölümünün son sınıfında okuyordu. Türkçe’ yi ana dili gibi kullanıyordu.

Janat Akmescit’te bir Türk kolejinde eğitim görmüş ve çok yakınındaki aynı kolejin öğrenci yurdunda kalmıştı. Lise yılları boyunca, yurdu ile okulu arasında mekik dokumuş durmuştu. O huzur ikliminde yaşamanın, güven duymanın, sevgi almanın ve başarı üstüne başarı tatmanın zevkini buralarda tatmıştı.

Öğretmenlerini, belletmen ablalarını hatırladı birden. Onların şefkat kanadı altında geçirdiği günler geldi hayaline. Onların halleri hep örnek olmuştu kendisine ve arkadaşlarına.

Janat bir sevdaya gönül vermişti, onun hayallerini süsleyen bir arzu vardı gönlünde. Arzusu; üniversiteden mezun olduktan sonra, Afrika ülkelerinden birine gidip öğretmenlik yapmaktı. Çöl insanlarına, lise yıllarında kendisine uzatılan dostluk buketinden sunmak, oradaki öğrencilere ışık olmak için.

Janat, yüreğine kazınan sevgiyi yaşamaya aday. Elini tutan beyaz ele nispet, kara el tutmaya teşne. Orta Asya’ya kendi ülkesine düşenlere bedel, çölleri geçmeye hazır. Kendisine gerilen kanatlar misal, şefkat kanatlarını germeye gönüllü.

O kendisine ve ülkesine ışık tutmak için gurbete düşen öğretmenleri gibi gurbetlere uçmak istiyordu. Türkiye’yi bir gurbet diyarı olarak görmüyordu. Türkiye’ ki; ona göre imkanlar içinde yüzüyor, insana huzur veriyordu. “Rahatta, huzurda gurbet olmamalı, ” diye düşünüyordu. O, Türkiye’den de, Kazakistan’dan da başka; en uzak, en zor şartlarda yaşamak istiyordu. Bunu görmüştü öğretmenlerinden. Vefalılar arasında yetişmiş bu gencecik insana da vefa yakışırdı.

Budur vefanın en çetini, umudun en zoru…

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..