Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '12

 
Kategori
Beslenme
 

Beslenme tercihimizi muhasebe etmek

Beslenme tercihimizi muhasebe etmek
 

Şimdilerde benim doğduğum mahallede şişmanlar çoğaldı. Kimi kalp hastası, kimi şeker hastası, kimi tansiyon hastası… Ölüm nedenleri arasında kansere sıkça rastlanır oldu. Oysa biz çocukluğumuzda bu tür hastalıkların adını bile duymazdık. Belki vardı da biz bilmezdik. Doktora, hastaneye giden olmazdı. Zaten doktor ve hastane bulmak zordu. İnsanların da doktora gidecek, ilaç alacak paraları yoktu. Ama daha sağlıklı ve mutluydular diye hatırlıyorum. Bildikleri tek hastalık üşütmeydi. Kendilerince onun da çaresini bulmuşlardı. Gezinen tavuklardan birisi yakalanır, haşlanır, suyuna biber katılır, bolca limon sıkılır hastaya içirilirdi. Öksürüğü kesilsin diye ayva yapraklarından çay demlenir, dağ çayı kullanılırdı. Sonuçta hasta iyileşir, ayağa kalkardı.

“Son 40 yılda neler oldu?” da zayıflar şişmanladı, sağlıklılar hastalandı, mutlular mutsuz olmaya başladılar? diye düşünüyorum. O günden bu güne yaşananlar, değişimler gözümün önünden bir şerit gibi akıyor.

Bizim mahalle bir dağın eteğindeydi. Ovanın kıyısında kurulan ilçemizin ilk sakinleri bizim mahallede yaşarlarmış eskiden. Sonraları aşağıya inmişler.

O yıllarda mahallede her evin birkaç keçisi, bir iki ineği, onlarca tavuğu olurdu. Ayran, yoğurt ve tereyağı temel besin kaynaklarıydı. Ayranı olmayan sofra, sofradan sayılmaz, ayran içmeyeninin ise karnı doymazdı. Ayranı olmayan komşunun kaygısına bütün mahalleli düşerdi. Ayranı olanlar komşularını, akrabalarını asla ayransız koymazlar, istemesine gerek bırakmaksızın ayran gönderirlerdi.

Dövme ve bulgur mutfakların olmazsa olmazıydı. Ayranlı çorba, toğga, mercimek ve dövme ile yapılan mahlıta çorbası, mercimek ve bulgurla yapılan mercimek köftesi, sarımsak, biber ve somak ekşisi ile yapılan ekşili turşu, tavuk haşlaması, içli köfte, tavuk kömbesi, tirşik, ısırgan sulusu, ebegümeci haşlaması ve kavurması belli başlı yemek çeşitleriydi. Su teresi, gelineli, semizotu bolca kullanılırdı. Fasulye, bal kabağı, bamya, patlıcan gibi sebzeler kurutulur kışları pişirilirdi.

Buğdaylar su değirmeninde öğütülür, yufka ekmek yapılırdı. Buğday kaynatılır, kurutulur, bulgur çekilirdi. Su değirmeninde dönen bir taşın altında buğday ve mısırdan dövme elde edilirdi.

Herkesin bahçesinde can eriği, incir, portakal, kayısı, vişne, somak ekşisi ve en çok da nar ağacı bulunurdu. Nardan ekşi çıkarılır, kışın sulandırılarak bol bol içilirdi. Aileler mutlak olarak kışın yemek üzere bir iki çuval yer fıstığı ayırırlardı. Soğan, turp ve sarımsak vazgeçilmezler arasındaydı.

Mahalle ile kasaba merkezi arasında 3-4 kilometrelik bir mesafe vardı. O yıllarda herkes kasabaya yürüyerek gider ve yürüyerek geri dönerdi.

Yoksul mahalleye taşıma aracı olarak önce motosikletler, arkasından otomobiller girdi. Taşıtların artışıyla birlikte insanlar yürümeyi bıraktılar ve şişmanlamaya başladılar.

Fırıncılar mahalleye her sabah beyaz ekmek dağıttılar. Yufkanın yerini has undan yapılan beyaz ekmek aldı. Pirinç sofralarda bulgurun yerine geçti. İnekler ve keçiler azaldı. Tereyağının yeri katı yağ ve ayçiçeği yağı ile doldu.

Şu günlerde glisemiks indeksi düşük besinlerle beslenme anlayışı sıkça tartışılıyor. Listeye bakıyorum da bizimkiler doğal olarak onlarca yıl önce zaten bu anlayışı uyguluyorlarmış.

Akıl süzgecinden geçirmeden bize yenilik diye sunulan her şeyin üzerine balıklamasına atlıyoruz. Hatta bu durumu modernleşme diye algılıyoruz. Sonuçta savruluyoruz.

Oysa bizim toplumumuzun beslenme de dahil olmak üzere binlerce yılda geliştirdiği bir kültür mirası var. Bu mirasın doğrularını pekiştirmek ve üzerine yeni doğrular eklemek herhalde en akıllıca yoldur.

Kendimizin ve çocuklarımızın sağlığı için beslenme tercihimizi muhasebe etmeye ne dersiniz? Örneğin, yeniden yürümeye başlamaya, doğal ürünlere yönelmeye…

 
Toplam blog
: 114
: 860
Kayıt tarihi
: 29.12.06
 
 

Osmaniye Düziçi doğumluyum. Sınıf öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği, il milli eğitim müdürlüğ..