Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '13

 
Kategori
Öykü
 

Bilim- kurgu- zaman eşiği-2

Bilim- kurgu- zaman eşiği-2
 

Güneş Sistemi’nde yerleşime açılan diğer gezegenlerde de aynı şeyle karşılaşacağımızdan korka korka Mars’a doğru yola çıktık. Yirmibirinci yüzyılın ortalarından itibaren kolonize edilmeye başlanan kızıl gezegen Mars’da Port Lowell gibi dev bir uzay metropolü ve irili ufaklı birçok şehir vardı. Aynen Ganimid’de olduğu gibi iyice gezegene yaklaşarak yüzeyini taramaya başladık. Ancak her şey tahmin ettiğimiz gibi çıkmıştı: Bu gezegen de bomboştu. İnce atmosferinin altında alabildiğine uzanan kızıl rengi topraklarında hayat izi göze çarpmıyordu.

Aman Yarabbim!.. Dünya dışında yaşayan bunca insana neler olmuştu böyle? Adeta yerin dibine geçmişler, üsleriyle, şehirleriyle sır olup kaybolmuşlardı. Acaba biz seferdeyken Güneş sisteminde savaş mı çıkmıştı? Ya da dünya dışından gelen saldırgan yaratıkların işi miydi bu? Ancak nasıl bir yıkımdı ki bu her şey yokolmuş, geride hiçbir iz kalmamıştı. Bu fenomenin başka bir açıklaması olmalıydı. Kafamızı kemiren sorulara bir cevap bulmak ümidiyle hızımızı arttırıp son durağımıza yani sevgili dünyamıza yöneldik.

Özellikle son birkaç aydır dünya özlemiyle yanıp tutuştuğumuz için gözlerimiz Ay’ı görmedi bile. Simsiyah uzay boşluğunda mavi-beyaz bir elmas parçası gibi pırıl pırıl parlayan gezegenimizin cazibesi her şeyi unutturmuştu. Geride bıraktığımız diğer gezegenlerde yaptığımız gibi Ay’da canlı izi aramayı hiç düşünmedik. Nasıl olsa onu da diğerleri gibi bomboş bulacaktık.

Normal zamanda olsaydı tıpkı bir yirminci yüzyıl roketi gibi yol düşük bir hızda alır ve bu harika yolculuğun tadını çıkarmaya bakardık. Ancak karşılaştığımız bunca şeyden sonra kafamız allak bullak olmuştu. Dünyayı da aynı durumda buluruz diye haberleşme bağlantısı kurmaya bile korkuyorduk. Ancak gerçeği bir an önce öğrenebilmek için hızımızı arttırarak Ay’dan birkaç dakikada dünya yörüngesine ulaştık.

İşte yirmi altı aydır özlemini çektiğimiz mavi- beyaz düş şimdi bütün ihtişamıyla karşımızdaydı. Uçsuz bucaksız okyanusları, kirli beyaz renkte geniş bulut kümeleri ve kahve rengi-giriye çalan kıtalarıyla hep o bildiğimiz dünyamızdı. Ancak yörüngesinde durmadan tur atan sayısız uydu ve uzay birimlerinden eser yoktu.  Sevgili gezegenimizin etrafı yüzyıllarca önce olduğu gibi, teknoloji çöplüklerinden arındırılmış, tertemiz yapılmıştı. İşin daha da ilginci yeryüzünden hiçbir haberleşme sinyali alamamıştık. Koskoca gezegen inanılmaz bir suskunluğa gömülmüştü. Atmosferde yaptığımız radyasyon ölçümleri tertemiz çıkmıştı. Güneşten kaynaklanan doğal radyasyon dışında başka hiçbir şey yoktu. Üstelik dünyadan ayrılmadan önce  kimi bölgelerde hemen hemen ortadan kalkan ozon tabakası şimdi sağlam bir zırh gibi bütün dünyayı sarmalamıştı.

Gemiden yaptığımız yüzey taramaları aşağıda canlılar olduğunu gösteriyordu. Fakat bir an önce oraya gitmeli ve neler olduğunu kendi gözlerimizle görmeliydik. Son yaptığımız değerlendirme toplantısında aşağıya silahlı bir keşif mekiği göndermeyi kararlaştırdık. 

Kaptan :

- Sen gitmek ister misin?

diye sordu bana.

- Ben gemide kalacağım. Gerekirse arkanızdan gelirim.

- Tamam kaptan, diye cevap verdim.

- Atmosfer bu kadar temiz olduğuna göre Akdeniz nasıldır kim bilir? Kaş’ta görüşürüz.

Kaptan bu sözlerime gülmeden edemedi:

- Hayır, o kadar uzun boylu değil. Şöyle bir keşif yapıp geri dönün. Aşağıda neler olduğunu bilmiyoruz.

Ekibimi süratle hazırlayıp mekiklerden birine doluştuk. Kısa bir süre sonra Gökada’nın uçuş güvertesinden havalanmış ve yeryüzüne doğru yola çıkmıştık. Rotamızı ilk üssümüze yani Karapınar’a çevirmiştik. Atmosferin üst tabakalarına girince aracımız alev alev yanmaya başladı. Bir yüzyıl önce bu astronotların yüreğini hoplatırdı ama biz oralı bile değildik. Çünkü mekiğimiz o zamanların araçlarına göre kıyas kabul etmeyecek ölçüde gelişmiş ve mükemmeldi.

Aracımıza bu denli güvendiğimiz için atmosferin üst tabakalarını alt-üst eden bir fırtınanın göbeğine balıklama dalıverdik. Başlangıçta her şey çok normaldi. Etrafımızda ateş dansı yapan yıldırımlarla alay eder gibi ilerliyorduk. Ancak ne olduysa bir anda oldu. Birdenbire yüzlerce yıldırım çarptı bize sanki. Mekiğimiz bir anda alevler içinde kaldı. Alarm zilleri acı acı çalarken oturduğumuz yerden fırlayıp can roketlerine koştuk. Roket yuvalarına herkesten önce ulaşmıştım. Can havliyle içeri girip yüzükoyun yere uzandım. Gerisini aracın bilgisayarı halletmiş, sözle “ Haydi fırla! “ komutunu alır almaz yayından fırlayan bir ok gibi yanmakta olan mekikten çıkıp yeryüzüne doğru alçalmaya başlamıştı. Neden sonra kendime gelip arkadaşlarımın da kurtulup kurtulmadıklarına bakmak istedim. Ancak ne yaptımsa onları göremedim. Üstelik roketin kuyruğuna bir yıldırım isabet etmiş ve kontrolden çıkarak irtifa kaybetmeye başlamıştı. Ancak bereket versin ki bilgisayarın yardımıyla yumuşak iniş yapmayı başarabildim. Neredeyse infilak etmek üzere olan roketten dışarı fırlayıp ileri doğru koştum.  Zifiri karanlığı ışığa boğan bir patlama biraz etrafı görmeme yaradı o kadar..

Birdenbire karanlığın ortasında yansız ve yönsüz kalıvermiştim. Biraz kendime gelip etrafı kolaçan etmeye başlayınca epeyce uzakta belli belirsiz bir ışık gördüm. Artık bu ışığa doğru yürümekten başka çare yoktu. Yerde ince bir kar vardı ve hava çok soğuktu. İnce elbiselerimin içinde titreyerek yürümeye başladım. Galiba yarım saat kadar sonra ışığın bulunduğu yere varmıştım. Bahçe kapısından girince çok eski tarzda yapılmış bir yapının önüne geldim. Duvarı kendime siper ederek pencereye yaklaştım. İçerde kandil ışığında oturan birkaç kişi vardı. Onları biraz daha görebilmek için iyice pencereye sokuldum. Nasıl olduysa içlerinden biri beni görmüştü. Bir an göz göze gelir gibi olduk. Nedenini bilmiyorum ama birden paniğe kapılarak bahçe kapısına doğru yürüdüm. Tam kapıdan çıkıyordum ki bir el omzuma dokumdu. Şiddetle silkinerek arkama döndüm. Biraz önce göz göze geldiğimiz adam şimdi tam karşımdaydı. ( Devam edecek )

OKURLARA :

1-   Sizce Güneş sisteminde neler olmuştu ? Küresel savaş? Uzaylı saldırısı ?

2- Size göre öykünün devamı nasıl olmalı?

3- Türk Bilim- Kurgusu ve Türkiye’de bilim kurgunun geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..