Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Bin yılın soğuğu (Bölüm on beş)

Bin yılın soğuğu (Bölüm on beş)
 

Ne var ki bu zor kış şartlarında yaşamalarından değil, kanatlarındaki kar tanesi damgalarından kaynaklanıyordu. Mavi kelebekleri isteyende Dimitri’ydi. Belki gazın formülünün geliştirmesi açısından kış kelebeklerinin bir faydası dokunurdu. Sibirya Güneşi doğmuştu ama kafası tam anlamıyla rahat değildi. Yolunda gitmeyen, yanlış bir şeyler vardı.

Yine Dimitri bin yılın soğuğuyla kış kelebekleri geri dönecek diye bir açıklama yapmıştı. Dimitri’nin bu açıklaması satıcı çığırtkanlığından başka bir şey değildi. Çünkü; gazı isteyen çok sayıda örgüt vardı ve arada sırada yapılan bu tür açıklamalar pazarlığın kızıştırılması açısından son derece yararlıydı.

Sergey, gözlerini Ankara palas’ta açtı. Burası Ulus’a yakın bir oteldi. Deliksiz bir uyku çekmişti. Kalktı duşunu aldı. Kurulanırken aklına Katya geldi. Uzun zamandan beri Katya’dan bir haber alamamıştı. Kendisi de o iş yoğunluğu içinde bir türlü telefon etmeye fırsat bulamamıştı. Son görüştüklerinde Katya, Ulus’ta bir pavyonda çalıştığını söylemişti. Adı da Santana’mıydı Tantana’mıydı öyle bir şeydi işte. Aklında kalmamıştı.

Katya, için endişelenmesi yersizdi. Ne de olsa akıllı ne yaptığını bilen bir kızdı. Sadece özlemişti. Cep telefonundan aramaya karar verdi. Telefonu eline aldı. Sonra vazgeçti. Pavyon çok da uzakta olmamalıydı. Kaldığı otelde öyle. Herhalde bir otelde kalıyordu. En iyisi birdenbire karşısına çıkıp sürpriz yapmaktı. Gülen yüzünü görmeyi ne kadar özlemişti. Giyinirken kendi kendine "Katyam bebeğim" diye mırıldandı. Tam çıkacağı sırada gözü komodinin üzerindeki çantaya ilişti. Hay Allah! Nasılda unutmuştu? İçinde paha biçilmez bir karışım vardı. Kelebeklerin yaşam süresini uzatan bir ilaç. Bu ilacı koleksiyoncunun evinde bulmuşlardı. Namussuz adam öyle kuytu köşeye saklamıştı ki, bulana kadar analarından emdikleri süt burunlarından gelmişti. Şimdi de bu çantayı otel odasında bırakıp gidecekti öyle mi? Alnına bir şaplak vurdu. Çantayı da beraberinde götürmeliydi.

Çantayı alarak dışarı çıktı. Serin Ankara havası keyfini yerine getirmeye yetmişti. Ankara palas’ın önünden karşı kaldırıma geçerken ıslık çalmaya başladı. Bir taksi önünden hızla geçerken şoför açık pencereden hışımla “ önüne baksana be adam” diye bağırdı. Sergey’in hiçbir şey umurunda değildi. Az sonra Katya’yı görecekti nasıl olsa. Karşı kaldırıma geçince saatine baktı. Katya, geç saatlere kadar çalışıyorsa bu saatte uyuyor olmalıydı. Henüz sabah sayılırdı. Yoksa telefon mu açsaydı? İyi fikirdi. Telefona sarıldı. Numarayı buldu ve tuşa bastı. Katya’nın telefonu kapalıydı. Ama bu da hayret edilecek bir şey değildi. Ne de olsa sabahtı henüz. Belki de uyanmamıştı. Yokuş yukarı yürümeye başladı. Eski T.B.M.M binasının önüne geldiğinde birdenbire telefonu çaldı.

 
Toplam blog
: 261
: 335
Kayıt tarihi
: 30.08.10
 
 

Anadolu Üniversitesi İşletme fakültesi mezunuyum. Çeşitli kuruluşlarda muhasebe ve dış ticaret or..