Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '09

 
Kategori
Öykü
 

Bir ‘geyik’ masalı..

Bir ‘geyik’ masalı..
 


Bir varmış bir yokmuş... Çok uzaklardaki bir coğrafyada, Noel Baba bir geyik sürüsüyle birlikte yaşarmış. Her yılbaşı akşamı, sürünün çektiği kızağına biner, büyük küçük ayrımı yapmadan, masallara inanabilecek herkese bir masal kutusu armağan edermiş. Öyle ki insanlar bu masal bolluğunda masalla gerçeği birbirinden ayırt edemez olmuşlar.

Lapa lapa yağan karların yerleri doldurduğu bir kış akşamı, gökyüzünün derinliklerinden bir yıldız kaymış. Bütün parlaklığı ve görkemiyle geyik sürüsünün yaşadığı vadinin yükseğinde kalan tepeye gelmiş oturmuş. İşte o zaman, vadideki karların üzerine gökkuşağının bütün renklerinde binlerce küçük yıldız doluşmuş. Görülmeye değer bir manzaraymış bu. Tıpkı eski simli kartpostallarda olduğu gibi yanıp sönen binlerce ışık...

Geyikler birer ikişer vadiye gelmiş ve çok geçmeden bütün sürü vadide toplanmış. Noel Baba’yı beklemeye koyulmuşlar. Az sonra kurt köpeklerinin çektiği görkemli bir kızakla Noel Baba da gelmiş vadiye. O da ne?

Noel Baba kılık değiştirmiş. Kırmızı geleneksel giysilerini çıkarıp, bunun yerine türbe yeşili çuhadan bir cübbe, başına da beyaz bir takke geçirmiş.
Onu bu kılıkta gören geyikler şaşırmışlar biraz. Kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. İçlerindeki en yaşlı geyik “zuhahahaha.... zuhahaha... “ diye böğürerek sürüyü susturmuş. Sonra günün önemli açıklamasını yapmış:

“Arkadaşlar! Bundan sonra Noel Baba’yı bu kılıkta görmeye alışmamız gerek. Çünkü artık 1 Ocak, Mekke’nin fetih günü olarak kutlanacak. Bu konudaki kararı bir net yolculuğunda şu sözlerle öğrenmiş bulunuyoruz:

“Bugün takvimlerin 1 Ocak 2OO9'u gösterdiği, bir başka değimi ile Hicri 63O'da, alemlerin efendisi, iki cihan serveri Hz. Muhammed ''sav'' efendimiz ve sahabelerinin MEKKE'yi feth ettikleri gündür. İslam coğrafyasına hayırlar getirmesi duası ile.”

Noel Baba elindeki asasıyla geyik sürüsünü selamlamış ve kurt köpeklerini çözüp, coğrafyaya salıvermiş. Serbest kalan kurt köpekleri havlayıp, gördükleri her cisme saldırmaya başlamışlar.

Noel Baba geyik sürüsünü kızağa koşmuş ve dizginleri eline almış. Sonra en arka sıradaki geyiklerin kıçında kırbacını şaklatmış: “Deehhh!” diye bir nara atmış. Geyikler bir ağızdan bağırmışlar:

“Zuhaha.. zuhaha!...” Hep birlikte ileri atılmışlar. Böylece Noel Baba ve şürekası başka coğrafyalara doğru yola koyulmuş.

Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler... Bir zamanlar bir Türk padişahının fethettiği, ama bu fetihi ne Mekkelilerin ne de Batılıların hiç mi hiç önemsemediği, şimdilerde artık - bazı halkları aşağılayanların deyimiyle - yetmiş iki buçuk milletin yaşadığı... bir şair dostun dediği gibi yasalarının hukukunun bezirganlarca... haramilerce çalındığı.. adaletin geneleve atıldığı, dahası... çok katlı taş yapılar sayesinde rüzgarlarının çalındığı yedi tepeli bir şehre... İstanbul’a gelmişler. Noel Baba, geyiklerini beş yıldızlı bir hipermarketin çatısında bırakıp aşağıya inmiş.

Marketin bulunduğu geniş pasajda, neler yokmuş, neler... Kırmızı iç çamaşırları.. kırmızı bereler.. kalp biçiminde minderler, biblolar, mumluklar, saatler, ışıltılı takılar... Hele bir oyuncakçı dükkanı varmış ki, tam bir cümbüş!... Önünden, ağlayıp yerlere yatmadan, şu oyuncağı isterim diye tutturmadan geçen tek çocuk yokmuş. En çok da çocuk varmış bu çarşıda.. Her anne babanın yanında en az üç çocuk!...

Noel Baba’yı bir sıcak basmış içeride.. Kendini sokağa atmış. Biraz yürümek iyi gelir diye kaldırımda yürüyenlerin arasına karışmış. Tam da önü sıra oldukça düşünceli bir adam yürüyormuş. Belli belirsiz mırıldanıyormuş yürürken. Geyik, takılmış adamın peşine. Bu coğrafyanın aykırı kişilerinden biri olduğu her halinden belliymiş peşi sıra yürüdüğü adamın. Belki de ona bir masal kutusu verirse onunla dost olur, aklından geçenleri öğrenirmiş.

Adımlarını hızlandırıp adama yetişmiş.
“Pardon arkadaşım, bir masal kutusu alır mıydınız? Yılbaşı dolayısıyla armağanımızdır.”

Adam ters ters bakmış Noel Baba’ya.

"Neşeli günler yarattıklarını anlatamazsın bu coğrafyada.. zorla!..” demiş. Sonra hızlı hızlı yürürken, şöyle sürdürmüş sözlerini:

“Yeni bir yıl ..
anlaşılmaz değil derdim!..
gözlerim çekti her şeyi..
Göster çabuk! mu istediğin..
Gör!..
"A.... "
"W.."
"Q"..”

Birden durmuş, Noel Baba’nın kendisine ısrarla uzattığı kutuya bakıp, sormuş:

“Ne bu?..”

“Masal kutusu.. Noel Baba’dan yılbaşı armağanı...”

“Öyle mi?..
Gözlerim...
Çekti.. her şeyi..
Ne demeliydim?..
Nasıl anlatırım değil, çelişkim..
Gözlerim..
Bir çok sözcüğü bir araya getirmek..
Sonra..
Sonra?..
Bir çok sözcüğe yükleyeceklerim!..
Gözlerim çekti dedim..
gözlerim çekti..
Yılbaşı öncesi bu günlerim..”

Noel Baba hiçbir şey anlamamış bu sözlerden. Ama yine de belli etmemiş anlamadığını. Elindeki masalı vermek istiyormuş bu ilginç adama..

“Çok güzel konuşuyorsunuz... Sizi ilgiyle dinliyorum”demiş. Adam devam etmiş:

“Yeni ne demek diye söz etmeyi yeğlerim..
Neşeli günleri ilk kimden öğrendiğimi yeniden özledim..
Bak arkadaş!
Çocukluk sevincini bile yeni yılla pazarlamak cinliğini ilk kim keşfetti, iyi bil derim..
Gözlerim bilincim!..
çekti her şeyi..
sevinçliyim..
bilincim..
gözlerim..
Yeni yıl, ne sen çektin?..”

“Hiç!...” demiş, Noel Baba. Şimdiye kadar bu söylediklerinizi hiç düşünmemiştim. Sağ olun.. bunları iyice düşüneceğim.”

Adam durmuş, Noel Baba’ya bakıp gülümsemiş:

“Sevindim..
bir çoklara ancak bu sözcüklerle "henüz" anlatabilirim...
bilincim.. sevinçliyim..
Gözlerim...
sağ ol derim..
gözlemlerin için.."

Noel Baba elinde tuttuğu masal kutusunu yol kıyısındaki çöp kutusuna atmış. Topukları üzerinde dönmüş, kalabalığa karışmış.

***

Yucel Evren, bir süre bakmış Noel Baba’nın arkasından.. Sonra dönmüş, yürümeye devam etmiş. Yol kıyısında ankesörlü telefonlar görmüş. Cebinden bir kart çıkarıp, numarayı çevirmiş:

“Zelin.. nasılsın?”

“İyiyim Yucel, sen nasılsın?”

“Sağ ol, iyiyim. Bir yazı yazdım, yeni.. Yolladım sana. Okursun...”

“Okurum, Yucel. Bu arada ben de bir yazı yazdım.”

“Sen de bana yolla istersen.. Uzun yürüme yollarımdan fırsat bulunca bir kafeye uğrar okurum.”

“Yolladım bile. Kapatıyorum telefonu. İyi günler, sana.”

“Sana da... Görüşürüz.”

Yucel, on beş yirmi dakika daha yürümüş. Sonra karşısına ilk çıkan internet kafeye girmiş.

Dosyayı açmış, okumuş:

***

Bir varmış, bir yokmuş... Yeryüzündeki ülkelerden birinde görkemli bir saat kulesi varmış. Her yılbaşı gecesi, saatler 12’yi vurduğunda, meydanda toplanan insanlar önce birbirlerini kutlar, sonra da büyük bir orkestranın çaldığı parçalar eşliğinde çılgınca dans ederlermiş.

O yıl da öyle olmuş. Yılbaşı şenlikleri için bir ay önceden hazırlık yapmaya koyulmuşlar. Emekçiler sokakları yıkamışlar, her yanı ışıklarla donatmışlar. Zavallı ağaçların dalları arasından renkli ışıklar geçirmişler. Ağaç dalları kavrulmuşlar bu ışıklardan, ama dilleri yok ki söylesinler!...

Bu ışıltılı manzarayı sessizce izleyen biri daha varmış. Meydandaki saat kulesinin tepesindeki kocaman, gösterişli saat!.. Tik.. tak...tik.. tak.. diye çalışmasına devam ederken, meydandaki hummalı çalışmayı izliyormuş. Yıllardır, bu manzaraya tanıklık etmekten bıkıp usandığını, herkes çılgınlar gibi eğlenirken, böyle kulenin tepesinde tik.. tak.. tik... tak.. çalışmanın ne kadar can sıkıcı olduğunu düşünüyormuş.

Zaman hızla ilerlemiş.. Sokaktaki insanlar sabırsızlıkla saatin gongunun 12’yi vurmasını, orkestranın “Jingle Bells” i çalmasını beklemeye başlamışlar.

“Ne işim var benim burada? Neden ben de katılmıyorum şu eğlencelere? Neden hayatımda bir gün olsun tatil yapmıyorum? Çalışmamak nasıl bir şey acaba? Yeter artık!.. Bu yılbaşı gecesi ben de herkes gibi meydanda olacağım.”

Tam 12’ye 5 kala, bu düşüncelerin coşkusuyla atlamış kulenin tepesinden, kalabalığın arasına karışmış. Saat durunca, gong 12’yi vuramamış ve yılbaşı olamamış!... Meydanda toplanan kalabalık, boşuna beklemiş 2010 yılını...

Kalabalıkta bir dalgalanma olmuş. Eğlenmeye gelen grubu yarıp, saatin yanına ulaşmışlar emekçiler. Saatle omuz omuza bir halka oluşturmuşlar. Tik tak sesleri davul seslerine dönüşmüş.. Orkestra emekçileri bir halay ezgisi çalmaya başlamışlar enstrümanlarıyla. Tik taka da tik tak... Bu görkemli sahneyi televizyonlarından izleyen halk coşmuş da coşmuş!..

Bütün emekçiler birleşmiş, büyük bir uyum içinde halka olarak ve saat yönünde dönerek kalan bir dakikayı da tik taka da tik tak ritmine uyarak 2009’u uğurlamışlar.

Halkanın başı ve sonu saat tam on iki konumunda bir araya gelip de birinci emekçiyle sonuncu emekçi omuz omuza geldiğinde halaya ara vermiş, yumruklarını havaya kaldırarak hep bir ağızdan 2010’u karşılamışlar.

Tik taka da tik tak sesleri arasında 2010’u omuzlarına alıp emekçilerin yılı olarak gelecek zamanlara taşımışlar. Onlar ermiş muradına.. yine onlar çıkmış kerevetine!.. Bu masal da burada.....”

***

Yazı burada kesiliyormuş. Yucel, telefonuna davranmış. Toplam 8 köntürünün kaldığını görmüş. Numarayı çevirip sormuş:

“Bitmiş mi?”

“Bilmem.... sen söyle!..”

“BİTTİ!” demiş.

Biten, telefonunun kontürüymüş. Telefonunu cebine atmış, kafeden çıkmış. Yoluna devam ederken şöyle mırıldanmış:

“Bitmedi! Bu gidişle biz daha çok masallar anlatır, çok masallar dinleriz.”

...

Zelin Artuğ - Yucel Evren, 27 Aralık 2009, Yeryüzü - İstanbul

 

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..