Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '15

 
Kategori
Tıp
 

Bir emekli hekim olarak tıbbiyeli olmak...

Bir emekli hekim olarak tıbbiyeli olmak...
 

Nereden baksanız emekli olduğumdan bu yana oldukça uzun bir zaman geçmiş. Hoş hekimlikten emekli olunmaz ya... En azından içinde bir elli yıl, bir ömür geçirdiğiniz mesleğiniz, sizin kader yoldaşınız, sizinle birlikte yaşamınızın ana rengi olarak sürüp gidiyor. Kolay değil doğal olarak bir köşeye bırakıp sıyrılmak. Her ne kadar sırtınızda ameliyat teri kuruyalı, üzerinize sinmiş olan hastanenin kendine özgü o kokusu kaybolalı çok zaman geçse de, siz onu anılar yumağının içinde unutulmaz bir köşede özenle canlı tutarak devam edegeliyorsunuz. Öylesine bir tutku ki, yalnız sizin yaşamınızı değil, en yakınlarınızın da yaşamını biçimleyip geliyor eskiden bu yana. Bitmek bilmez nöbetler, uykularınızı bölen acil çağırımları, ter ve kan içinde geçen ömür törpüsü ameliyatlar, çocuklarınızın hemen her okulu bir başka kentte okumasına neden olan tayinler, yalnızlığa alıştıran geçici görevlendirmeler, üzerine hastane ve ameliyathane kokusu sinmiş bir yaşamdan unutulmaz kesitler. Yıllar önce üniversite sınavlarının ilanıyla kazanılan bir Tıp Fakültesi öğrenciliği adımıyla başlayan ve bir ömürü kapsayan yaşam çizgisi. Unutulmaz ki...

Durgun bir su yüzeyine düşen bir yağmur damlasının çıkardığı küçük, küçücük bir ses “tıp”. Sonra su yüzeyinde oluşan ve giderek genişleyen daireler halinde yaşamın kıyılarına vuran, inanılmaz bir yaşam serüveni şekillendiren bir yaşama dönüştü benim için.

Tıpkı Ravel’in Bolero’sunda olduğu gibi bu ses, inişli çıkışlı, birbirinin içine geçen, çoğu kez sessizlikte başlayıp giderek coşan, bıkmaksızın aynı ritmi aynı inatçılıkla sürdürerek ve inanılmaz başkaldırışlarla tırmanan kreşondo’larla devam eden, hiç bitmezmiş gibi gelen bir ezgiyi oluşturdu benim için. Tıp ve hekimlik...

Yarım yüzyıla ulaşan çok uzun bir süreden sonra hekimlik, şimdilerde boyun omurlarımdaki kireçlenmelerin neden olduğu geçmek bilmez sırt ağrılarını, sessizlikte kendisini iyice belirginleştiren kulak uğultularını umursamamak, hafiften yükselme eğilimine geçen tansiyonum için her gün düzenli ilaç almak ve seyrek aralarla da olsa ölçümde bulunmak, ya da yakınlarımın hastalıkları için yol göstermekten öte geçmeyen bir sınırlı alana sıkışsa da, hala nabzımda tıp tıp atıyor.

1958 yılının bir 14 Mart gününü hatırlıyorum. Şimdilerin Ankara’sında Kızılay’da pasaj olan yerde bulunan Büyük Sinema’daki bir Tıp Bayramı gününü. Bembeyaz saçları ile konuşmasına ”Karşımda büyük bir yekun tutan beyaz gömlekliler ordusu, sevgili tıbbiyeliler” diye başlayan A.Kadir Noyan hocanın konuşmasını. İçimdeki ürküntüyü hafiften örten tıbbiyeli olmanın gururunu.Tıbbiye kıyılarında durduğum, bu altı sene nasıl biter diye ürküntü ile baktığım bir engin deniz gibi önümde uzanıyordu. Erişilmez.Tıbbiye bitti, ihtisas bitti, ülkenenin çeşitli coğrafyalarında pratisyen ve cerrah olarak çalıştığım yıllar bitti emeklilik geldi çattı; yetersiz emekli maaşıma katkı ve maişet motoru’nu çevirmek için yaptığım işyeri hekimliği de. Hepsi geçti gitti. Ama tıbbiyelilik bitmedi. Beyaz gömlekliler ordusunun bir neferi olarak geçen bir yarım asır, bir ömürdü geçen!..

Şimdi çocukluğumun geçtiği bir kıyı kasabasında düzensiz, biteviye yorgun bir ırmak gibi uysal, tekdüze akıp giden şimdiye dek yapabildiğim en uzun dinlence günlerinde geriye dönüp baktığımda iyi ki hekim olmuşum diyorum. Tüm güçlüklerine, kimi zaman içinden çıkılmaz iç karmaşalarına, çatışmalara, suskunluklara, yenilgilere neden olmuş olsa da hekimlikle geçen günlerim güzel günlerdi. Kendimi hala neleri eksik, neleri yanlış yaptığım konusunda sorgulayabiliyorum. Bu meslek için kendimden verdiklerimin hesabını hiçbir zaman yapmadım. Ama bu mesleğin zorluklarını benimle birlikte göğüsleyen eşim ve çocuklarım için sorgularım ve içimde netleşmeyen bir hesap var.

Her ne kadar günümüzde yönü saptırılmaya çalışılsa ve bunda büyük ölçüde başarılı olunsa da, aslında hekimlik bir içe yolculuk, bir adanmışlıktır. Kendi içinize olan yolculuklarda ne kadar başarılı olursanız, bir başkasının iç dünyasına o derecede ulaşabilirsiniz. Ama ne yazık ki bu zor, emek ve öğreti, biraz kendinden geçmişlik, zaman isteyen bir zorlu çabadır. Aslında insanın kendi egosunun ayak diremelerine karşın, iyi insan olabilme savaşımı. Kuşkusuz iyi insan olunamadan iyi hekim de olunmuyor! En doğru tedaviyi de düzenleseniz, en mükemmel reçeteyi de yazsanız, en geçerli ve kusursuz ameliyatı da yapsanız karşınızdaki insanın içinde bir yerlere bırakın dokunabilmeyi, yaklaşamazsanız eğer, bir şeyler, belki bir renk, belki bir ahenk, belki bir sıcaklık noksan kalmış demektir. İnsan sıcağının içinden kaybolduğu bir hekimlikte tıp üşür, hem de çok! Karşınızdaki insanla akortunuz tutmamışsa, arka sokağı tanımıyorsanız, insanların inanışlarına, değerlerine, yanlışlarına yalnızca dudak kıvırıyorsanız hekimliğiniz noksan kalmış demektir. Yaptığınız işi yalnız basit bir alışveriş işi, günlük bir rutin iş, bir maddi getiri işi olarak görüyorsanız işinizi ne kadar iyi yaparsanız yapın, yaptığınz hekimlik değildir.Yoğruldukça öğrendiğim bir gerçek var; hissetmediğiniz acıyı iyileştiremezsiniz!..

Aslında hekimlik bir başkaldırı işidir. Kimi zaman bilinen değiştirilemez bir acılı sona, kimi zaman haksızlıklara, eşitsizliklere, yosulluğa, kimi zaman yerleşik bir yaralayıcı düzene ve her zaman ve kesinlikle kötü ahlaka. Kültürel çatışmalar, belirsizlik, şiddet, dışlama, önyargılar, dini ve etnik ayırımlar, cemaatleşme ve ötekileştirmekten beslenen bir ezici ve itici kibirin karşısında olunmadan hekimlik yapılabilir mi? Tıp bir bilimse eğer, ki kuşkusuz öyledir, özgür olmayan, piyasa kıskacına girmiş bir tıp ne kadar bilimseldir? Ya da özgür olmayan bir hekim, ne kadar hekimdir? Özgürlük bir yerde yalnızlığı gerektirir. Aslında hekim bir yerde yalnız bir adamdır. Gecenin bir uykulu geç saatinde nöbette, bir acil hastanın başında ameliyat kararı aldığında ve kaybettiği bir hastanın içinden çok şeyler koparıp götüren acısını paylaşamadığında bir yalnız adam

Delikanlı yıllarımın ilk günlerinde başlayan tıp hayatım, yaşamımın ileri yıllarına kadar elli yılı aşkın bir süre sürdü gitti. Bu meslekte yoğruldum, şekillendim, yaşama, dünyaya ve insanlara bakış açım değişip olgunlaştı. Şimdi alnımdaki derin çizgilerde, beyaza kesmiş saçlarımda, kalbimin derinliklerinde bu mesleğin ve bu süre içinde karşılaştığım canların silinmez izleri var. Hep tıbbiyeli olmaya, bir tıbbiyeli gibi yaşamaya özen gösterdim. Zaten bir tek zeytini iki kerede ekmeğe katık etmesini bilen bir anlayıştan geldiğim için, mesleğimi hiçbir maddi değer karşısında değerlendirmemiş olmanın ruhsal doygunluğuna eriştim.

Bugün mü; daha ne çok eksiklerimin olduğu bilinciyle bir tıbbiyeli olmakla mutluyum…

Akın YAZICI

2 Ağustos 2015/ Erdek

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..