Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '11

 
Kategori
Öykü
 

Bir Hayat Diledi, İçinde Aşk Olan!

Bir Hayat Diledi, İçinde Aşk Olan!
 

"Bu yakayı daha dün tertemiz takmadın mı oğlum, nasıl oluyor da kirletmeyi başarıyorsun anlamıyorum; ama her gün temizini takmaktan da geri kalmıyorsun!"

"Özür dilerim annecim, nasıl kirlendiğini anladım. Teneffüste top oynuyoruz ya, ellerim kirleniyor; sınıfa girerken de yakamı, önlüğümü düzeltiyorum; galiba o zaman kirleniyor. Bundan sonra söz, dikkat edeceğim."

"Benim tatlı dilli Feridim, akıllı oğlum. Bak artık beşinci sınıfa giden kocaman bir abi oldun. Her zaman temiz olmalısın. Yoksa kızlar beğenmez seni."

Kızlar beğenmez seni !

Kırk yıldır Antalya'da yaşıyorlardı. Tapu Kadastro memuru babasının tayini nedeniyle gelmişler bir daha da ayrılamamışlardı. Havasına vurulmuştu babası. Erzincan'ın soğuğundan, odun-kömür parasından kurtulmuşlardı ya, varsın yazın sıcağında kavrulsunlardı. Sıcaktan zarar gelmezdi. Kırcami Mahallesi'nde oturuyorlardı. Zafer'i ilk kez babasının iş yerinde görmüştü. Gözleri bir an birleşmiş, sonra başını önüne eğmişti genç adam. Allah'tan babası fark etmemişti. Bir ay sonra istemeye geldiklerinde de aynı utangaçlığı devam ediyordu. Evin tek oğluydu Zafer. Hemen o yaz evlendiler. Kayınpederi kiracıyı çıkarmış, Meydankavağı Mahallesi'ndeki şimdiki evlerini onlara vermişti. Çok mutluydu Selda. Ne kadar iyi bir kocası vardı ve dünyanın en şanslı kadını olduğunu düşünüyordu. Kayınvalidesi yıllar önce ölmüştü; ama kayınpederi Şinasi Bey en az babası kadar yakındı. Bakkallık yapardı. Her sabah dükkanı açmadan uğrar, bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını sorardı. Erkek torun Ferit'in doğmasıyla iki aile daha sık bir araya gelmeye başlamıştı. İki babasının tavla müsabakaları izlenmeye değerdi ve Ferit de gülücükler atardı. Bu mutluluk Ferit 10 yaşındayken bitti. Zafer bir sabah uyanamadı. Selda'nın çığlığı Ferit'in ruhunda geri dönüşü imkansız bir hasar bıraktı; ama annesi bunu hiç bilmedi. O günden sonra da gerekmedikçe konuşmadı ve gülmedi de. Cenaze merasimi süresince ağlamayan Ferit, büyükleri tarafından "Babası gibi güçlü." denilerek onurlandırıldı. Artık evin erkeği oydu. Annesini hiç üzmeyecekti. Gülünce ortaya çıkan gamzelerine parmağını bastıracağı günler de yine gelecekti.

"Anne, senin öğretmeninin adı neydi?"

Selda da Cengiz Topel İlkokulu'nda okumuştu. Dünya tatlısı Nezahat Öğretmen'i nasıl unuturdu. Yerli Malı Haftası'nda mutlaka öğretmenine de meyve koyardı annesi. İnsanlar o yıllarda çok daha sıcak ve yakındı birbirlerine. Bir an Ferit'in öğretmeninin adını hatırlayamadı. O an Ferit sorsa mahcup olacaktı.

"Nezahat'tı oğlum. Çok tonton bir öğretmendi ve anneannen gibi sevgi doluydu. Yakana dikkat et, e mi oğlum. Önlüğünün mavisi de erken soldu! Cumartesi günü pazardan yenisini alalım sana."

"Yaşasınnn. Belki Sim..."

"Hımm!! Neymiş o Sim bakalım? Portakal suyundan bir yudum al da öyle söyle."

"Simge, anne. Bizim sınıfta. Çok güzel bir kız. Yakam temiz olunca belki daha çok beğenir beni."

"Ee, kızlar öyle top peşinde koşan kirli yakalı erkeklerden pek hoşlanmazlar. Erkek arkadaşların teneffüste top oynarken sen onunla vakit geçir bence."

"Canım annecim benim, annelerin en güzeli. Gamzenden öpeyim mi anne?"

"Seni çapkın kerata, hadi okula. Geç kalacaksın."

Çok uzak değildi okulu evlerine. 1584. Sokak'ta oturuyorlardı. Şehitler Caddesi'ne çıkıp sağa dönüyordu. Simge de karşı sokakta 1561. Sokak'ta oturuyordu. O'nun da kardeşi yoktu. Çok güzel bir evleri vardı. Okula birlikte yürürlerdi. Kolalı dantelli yakası, eteği pileli önlüğü, beyaz çorapları her zaman tertemiz, ayakkabıları boyalı olurdu. Simge'nin de onu tepeden tırnağa süzdüğünü bilirdi. Çünkü okuldan dönerken, "Sabah tertemizdi üzerin, bu derece kirletmeyi nasıl başardın?" derdi. Başını önüne eğer, üzülürdü. Okulda Simge, evde annesi hep aynı soruyu sorardı. Demek ki kadınlar daha ilkokuldan temizlik delisi olmaya başlıyorlardı. Ama annesi haklıydı. Teneffüslerde vaktini Simge ile geçirirse hem temiz kalırdı, hem de ona daha yakın olurdu. Bu duruma erkekler de kızlar da bozuldu. Yalnız kaldılar. Bir köşede oturup gazozlarını içiyorlar, diğerlerini hiç umursamıyorlardı. Dönüş yolunda temizlik kontrolü yapan Simge de, eve döndüğünde annesi de mutlu oluyordu. Hatta annesi, "Benim yapamadığımı elin kızı bak nasıl yaptı. Sen evlenince yüzüme de bakmazsın!" diye Ferit'e takılıyordu. Sonra da, "Aferin Simge kızıma." diyerek oğlunun gönlünü alıyordu.

Simge'nin babası Tarık Bey'in Güllük Caddesi'nde kocaman bir mağazası vardı. Beyaz eşya ve halı satıyordu. Bir kere Simge'yle gitmişlerdi; ama babası çok içten karşılamamıştı. Ferit'i de iyice incelemişti.

Simge'nin doğum günü yaklaşıyordu ve ne hediye alacağına karar veremiyordu Ferit!

"Annee, onlar çok zengin. Öyle ucuz bir şey alınmaz ki." diyordu.

Eşinden maaş bağlanmıştı Selda'ya. Sağ olsun kayınpederi de hiçbir şeylerini eksik etmezdi; ama harcamalarına hep dikkat ederlerdi. Ferit'in daha üniversite tahsili, askerliği ve evlenme masrafları vardı. Her ay bir kenara elli milyon koyuyordu.

"Pazardan güzel bir gömlek alalım ona oğlum."

"Pazardan olur mu hiç anne! Mağazadan alalım. Hediye paketi yapsınlar, güzel de bir poşete koysunlar. Markası belli olsun."

Delikanlının hisleri önemliydi. Okul çıkışı Selekler Çarşısı'na gittiler. Simge Selda Teyze'sinin okula gelip Ferit'i alışına bir anlam veremedi; ama Ferit'in yüzündeki gülümseme kötüye yormaması gerektiğini söylüyordu. Pembe bir gömlek ve Ferit'in acınası bakışları sonucunda bir de lacivert etek aldılar. Satıcı özene-bezene paketlemiş, üstelik İstanbul markalı bir poşete koymuştu. Çok para harcamışlardı; ama Simge beğenecekti. Oğlu da mutlu olmuştu. Hatta elinde poşetle, yürüyüşü değişmişti.

Hafta sonu dışarı çıkmasına izin vermezlerdi Simge'nin. Ya Side'deki evlerine giderlerdi ya da evde otururlardı. Ferit de evlerinin önüne gider, Simge cama çıkardı; bakışırlardı. Simge'nin annesi Zehra Hn Ferit'i çok severdi. Doğum günü hediyesini de çok beğenmiş, "Sen çok zevkli bir genç adamsın." demişti. Bu sözler Simge'nin de çok hoşuna gitmişti. Simge'yi Selda da çok severdi, "Bizim haşarıyı uslandırdın ya aferin sana kızım." derdi. Uğurlarken de, "Annene selam söyle kızım." demeyi ihmal etmezdi.

"Lütfen üzülme Ferit. Başka bir şehre gitmiyorum ya. Yine görüşürüz, merak etme." demişti Simge. İlkokul bitmişti ve Simge Antalya Koleji'ne gidecekti. Kim bilir ne Ahmetler ne Mehmetler çıkacaktı karşısına ve Ferit'i unutacaktı. Çocuk aklının güven kelimesini idrak edebilmesi mümkün değildi.

"Anne, Simge koleje gidiyor. Ben artık onu göremeyeceğim. Hafta sonları da dışarı çıkamıyor! Keşke biz de zengin olsaydık."

"Eminim o da seni eskisi gibi sık göremeyeceği için üzülüyordur oğlum. Biraz zaman geçsin, görüşmenin bir yolunu bulursunuz; merak etme. Önemli olanın dersleriniz olduğunu da unutmayın sakın."

Annesinin dediği gibi olmadı. O'nu göremiyordu. Simge artık servisle gidiyordu. Bir keresinde servise binerken görmüştü. Lacivert pantolon ve beyaz tişörtüyle çok güzel görünüyordu. El sallamış mıydı, emin değildi.

Bir akşamüstü annesinin telefonda, "Merhaba Zehra Hn, siz nasılsınız, Simge kızım nasıl?" dediğini duydu. Hemen annesinin yanına koştu. Gözlerinin içine bakıyor, ağzından çıkan hiçbir kelimeyi kaçırmıyordu. "A tabii, Ferit de burada. O da Simge'yi merak ediyordu. Veriyorum." deyip, telefonu uzatmıştı. Kalbi yerinden çıkacakmışçasına atıyordu.

"Me Merhaba Simge, nasılsın?" dedi, sesi titrerken.

"Selam Ferit. Hiç görüşemiyoruz, biliyorum. Çok özledim seni. Babam bugün İstanbul'a gitti. Cumartesi buluşalım mı? Annem de izin verdi."

Ferit nefes alamadığını hissetti. Telefonu nasıl kapadığını ve odadan odaya nasıl zıpladığını bilemedi.

"Anne, ne giyeceğim? Kot mu giysem, yoksa geçen bayram aldığın kumaş pantolonu mu? Üzerine ne giyeyim? Açık mavi tişörtüm yakışır mı?"

Cuma akşamı berbere gitti Ferit. Damat tıraşı yap Recai Amca dedi. Babasının da berberiydi yaşlı adam ve çocukluğundan beri de Ferit'i o tıraş ediyordu. İşe girip para kazanıncaya kadar da senden para almayacağım demişti.

Ana-oğul cumartesi sabahı erkenden uyandılar. Açık gri kanvas pantolon ve beyaz gömlekte karar kılınmıştı. Ayakkabılarını da boyamış, ayna gibi parlatmıştı Ferit. Kapıdan çıkmadan önce babasının First Class'ından da sıkmıştı annesi. Zafer'i tanıdığında da kullanıyordu ve mest olmuştu o kokuyu duyunca. Bir akşam karısına sürpriz yapmıştı genç adam. Bu kokunun bir de bayanlar için olanı var demiş ve ona ilk Bellissima'sını almıştı. Gözleri doldu Selda'nın.

"Annecim, neden ağlıyorsun?"

"Baban geldi aklıma oğlum. Hadi git artık. Kızı bekletme. Güzelce gezin. Karşıdan karşıya geçerken de el ele tutuşun. Sonra da bir pastaneye oturun, pasta yiyin. Geç de kalmayın, Zehra Teyze'n merak eder. Şu yirmi milyonu da al bakalım. Düşürme sakın."

Simge'yi evlerinin önünden almıştı. Zehra Teyze'si camdan el sallamış, kızıma iyi bak Ferit demişti.

Otobüse binip Karaalioğlu Parkı'na gittiler. Havuzun içindeki çıplak kadın heykelini görünce Simge kıkırdadı, Ferit utandı. Heykele arkalarını dönüp, Akdeniz'e karşı oturdular. Ferit Simge'nin elini tuttu. Simge başını Ferit'in omzuna yasladı.

Kaçamak buluşmalarına annelerinin yardımlarıyla devam ettiler. Bir keresinde Tarık Bey'in elemanlarından biri onları gördü ve ispiyonladı. Bir ay görüşemediler. Tüm pisliğine rağmen en sevdikleri yer Falez Parkı'ydı. Yaşları büyüdükçe konuştukları konular da değişmeye başlamıştı. Arkadaşlarını, gelecek planlarını konuşuyorlardı. Simge'nin sınıfında Buğra diye bir çocuk vardı, çok çalışkandı ve Simge'yle evde ders çalışıyorlardı. Tarık Amca'sı buna nasıl izin veriyordu, anlayamıyordu. Ama bir gün anladı.

"Babam yeni arabamızı Buğraların galerisinden aldı." dedi Simge. Gözü kör olsundu paranın. O gün Simge'yi çok kıskandı; ama emindi, onu kıskandırmak için söylememişti. Gözlerinin içine bakmış, ellerini avcunun içine almıştı ve "Ben seni seviyorum Simge." demişti. Utanmıştı Simge; ama gülümsemişti. Eğilip Ferit'i yanağından öpmüştü. Ferit o gece heyecandan uyuyamamıştı. Sabah annesine, ben dün Simge'ye onu sevdiğimi söyledim demişti. Annesi gülümsemekle yetinmemiş, yanağını da okşamıştı.

Cumartesiyi iple çekiyorlardı. Okul yoktu ve Tarık Bey de mağazaya gidiyordu. Gözlerden ırak köşelere kaçıyorlardı. En sota yer Düden'di. Suların arkasındaki oyuğa girmeye bayılıyordu Simge. Birbirlerine sarılıyorlardı. Bazen de Karpuzkaldıran'a gözleme yemeye gidiyorlardı. Yazın ise Simge ailesiyle Side'ye gitmek zorunda kalıyordu. Ferit için de oraya gidip gelmek oldukça yüklü bir maliyetti. Annesine daha ne kadar yük olabilirdi. Ama yine de haftada 1-2 kez gidiyor, evlerinden uzakta yüzüyorlardı. Babasının olmadığı zamanlarda da yanlarına gidiyordu. Aynı şezlonga oturuyorlar, üzerleri kumlanmıyordu. Zehra Hn gençlerin halinden anlıyordu. Bazen de Simge, teyzemi özledim bahanesiyle babasından gizli Antalya'ya geliyordu. Bir hafta kadar birlikte oluyorlar; Belek'e, Konyaaltı'na gidiyorlardı. Bir keresinde de Çıralı'ya gitmişler, gecikmişlerdi ve eve döndüklerinde teyzesi kızmıştı. Olsun, her şeye değerdi. Çünkü ilk kez o gün öpüşmüşlerdi. Artık birbirlerinden hiç ayrılmak istemiyorlardı; ama daha üniversite ve askerlik vardı. Sonra da iş bulma savaşı. Antalya'da yapılacak işler sınırlıydı; ama birlikte olduktan sonra her yerde yaşarlardı.

Simge, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni; Ferit ise Marmara Üniversitesi İşletme'yi kazandı.

İkisi de sevinemedi. Tarık Bey, kızım avukat olacak diye havalara uçtu; Selda da, acaba ben de mi İstanbul'a yerleşsem diye düşünmeye başladı.

Dağıldılar!

Simge ve anne-babası Ankara'ya giderek bir ev tuttular. Ferit de Anadoluhisarı'nda iki arkadaşıyla bir ev tuttu. Okula da yakındı. Artık Tarık Amca'sına yakalanma korkusu yoktu; ama Simge'yle de aralarında 450 km vardı. Email ve MSN'le haberleşiyorlardı. Bir ay hafta sonu Simge İstanbul'a geliyordu, diğer ay da Ferit Ankara'ya gidiyordu. Ferit'in ev arkadaşları onları geç saatlere kadar yalnız bırakıyorlar; ama yine de hep beraber aynı evde uyumaktan rahatsız oluyorlardı. En rahatı Simge'nin eviydi. 7. Cadde'ye yakındı ve ev de yalnız onlarındı.

Yaz tatillerini iple çekiyorlardı. Simge'nin harçlığı oldukça iyiydi ve teyzesi de veriyordu. Ferit incinmemeye alışmıştı. Simge de özen gösteriyor, bizimkilerde para çok, biz de afiyetle yiyelim işte diyerek kendini Ferit'in yanına koyuyordu. Tarık Bey'in baskısı da azalmıştı; ama Ferit'in varlığından haberdar değildi. Avukat kızı yanlış bir şey yapmazdı.

"Simge, Parlak'a gidelim mi bugün?" demişti Ferit. Elleriyle tavuk yemeye ikisi de bayılırdı.

"Canım, ben bu sabah babişkoyu tırtıkladım. Gel, daha çılgınca bir şeyler yapalım, Shakespeare'e gidelim." demişti Simge.

Her ikisi de brokoli çorbasını çok severdi. Ardından, Simge Tavuklu Sezar Salata, Ferit ise Tavuklu Fettucini istemişti. Kadehinden küçük bir yudum almıştı ki Simge, "Seni çok seviyorum Ferit." dedi birden.

Lokmasını yutamamış, öylecene kalmıştı Ferit! Güzel gözlerine dalıp gitmişti Simge'sinin.

"Canım, ben de seni çok seviyorum ve sana söylemek istediğim bir şey var."

"Sahi mi? Hadi söyle, çok merak ettim."

Şakaklarının terlediğini hissetti Ferit. Önce etraftaki insanlara, sonra da Simge'ye baktı. Ne kadar güzeldi. Omuzlarına dökülen dalgalı saçları, içi gülen masmavi gözleri, biçimli dudaklarıyla bir ömürdür aklını başından alıyordu.

"Simge bu sene okulumuz bitiyor. Sonra ben hemen askere gideceğim. Tanrım, ne zormuş! Nasıl söyleyeceğimi, nerden başlayacağımı bilemiyorum."

"Benimle evlenmek mi istiyorsun Ferit?"

"Ohh!! Bir tanem benim."

"Kaç yıldır birlikteyiz Ferit, 15 mi? Sen benim canımsın, her şeyimsin. Elimden tuttuğun gibi nikah dairesine de götürebilirdin. Seninle evlenip evlenmeyeceğimi bana nasıl sorarsın? Sana hayır demek gibi bir seçeneğim olabilir mi benim? Senin karın olmaktan gurur duyarım aşkım. Babam, büro açarız diyor. Sen askerden gelinceye kadar ben de stajımı bitirmiş olurum. Sonra da sen gelince iş bakarız ve evleniriz."

"Biricik Simge'm benim. İstemeye gelelim mi seni?"

"Dur, ben bir annemle konuşayım da haber veririm sana."

Neşe içinde döndü eve Ferit. Kapıdan girer girmez annesine sarıldı, öptü. Neler olduğunu anlayamıyordu Selda.

"Anne, Ben Simge'ye evlenme teklif ettim. Daha doğrusu ben daha edemeden o teklifimi kabul etti."

"Hay Allah!! Çocukluğunuzdan beri birliktesiniz ve böyle bir şeyi bekliyordum zaten; ama daha okulunuz bitmedi ki oğlum! Askerliğin de var! İşiniz bile yok!"

"Hepsini konuştuk anne. Şimdi söz keselim, okul bitince de nişan yaparız. Ben dönüp iş bulunca da evleniriz. Tarık Amca Simge'ye büro açacakmış. Simge bu akşam ailesiyle konuşacak. Gideriz hemen istemeye, değil mi annecim? Takım elbise mi giymem lazım?"

O gece heyecandan uyuyamadı Ferit. Daldığı anlarda da gülerek uyandığı oldu. Çok mutluydu.

Sabah günaydın sms'ine kuru bir günaydın cevabı geldi Simge'den!! Oysa başında ya da sonunda aşkım, tatlım gibi kelimeler olurdu. Bir anlam veremedi. Sonra rahatladı, henüz ayılmamış olmalıydı. Tarık Bey 08:30'da gidiyordu mağazaya. Hemen aradı Simge'yi.

"Günaydın Aşkım. Falez Park'a gidelim mi? Açma poğaça alırız, yanına da meyve suyu."

"Tamam Ferit, 10 dk sonra aşağıdayım."

Yok yok, mutlaka bir şey olmuştu. Simge böyle soğuk davranmazdı. Annesini öpüp çıktı.

Yol boyu pek konuşmadılar. Hasan Efendi Camii'nin önünden geçerken Simge yüzünü yıkamak istedi. Uğur Mumcu Parkı'nda da biraz dinlendiler. Simge acıktım deyince poğaçalarını da yediler.

"Simge, neyin var tatlım, neden keyifsizsin bu sabah?"

"Ferit, dün akşam bizimkilerle konuştum. Annem bir şey demedi; ama babam, okul bitmeden böyle şeyleri konuşmak istemiyorum" dedi, kestirip attı.

Tarık Bey'in kendisinden hoşlanmadığını biliyordu. Niyetini de anlıyordu. Dul ve parasız bir kadının oğluydu o. Kızını kim bilir daha kimler isterdi. Neden Ferit'e versindi ki. Ama unuttuğu bir şey vardı. Kızı onu seviyordu ve artık çocuk da değildi. Koskoca avukat olacaktı.

Keyifsiz bir yaz geçirdiler. Okul döneminde daha mutlu oluyorlardı sanki. Bir ay hemencecik geçiyor, kucaklaşıyorlardı. Mezuniyet günleri yaklaştıkça da heyecanları artıyordu. Ferit'in kep giyme töreni Simge'den 3 gün önceydi. Annesi Ankara'da olduğu için Simge törene gelemedi; ama Ferit Ankara'ya gitti. Annesi gülümsemiş, babası elini istemeye istemeye uzatmıştı.

Simge'nin altı ay Adliye'de altı ay da bir avukatlık bürosunda staj yapması gerekiyordu. Ferit de kısa dönem askerlik için Kütahya'ya gidecekti. 5.5 ay hemencecik geçerdi. Ama gitmeden önce Simge'yi istemek ve nişanlanmak istiyordu. Simge ailesiyle bir kez daha konuşacaktı.

"Baba, okulumuz bitti. Ben stajıma başladım. Ferit de 10 gün sonra askere gidiyor. 5.5 ay sonra dönecek. Biz evlenmek istiyoruz. İzniniz olursa beni istemeye gelecekler. Ferit döndükten sonra da iş bulup evleneceğiz."

"İlkokuldan beri o çocuğa ilgini anlamakta zorlandım. Tamam, belki iyi bir insan; ama bize göre mi kızım? Annesi dul, kocasından bağlanan maaşla karınlarını zor doyuruyorlar. Evinizi neyle kuracaksınız, nasıl geçineceksiniz? Gençsin, güzelsin, daha ne taliplerin çıkar. Neden böyle bir izdivaç yapasın ki. Arkadaşın olmasına diyeceğim yok; ama evlilik ayrı bir şey. Ben o çocuğu sana ve ailemize uygun görmüyorum Simge."

Annesine baktı Simge. Yıllar boyu kızını destekleyen Zehra Hn başını önüne eğmişti. Sonra da babasına döndü yine.

"Baba, ben hayatım boyunca Ferit'i sevdim. Yalnız onu istedim. Bana 15 yılını veren bir erkekten söz ediyoruz. Şimdi ona, kusura bakma, sen yeterince zengin değilsin. Bunu yeni anladım. Babamın mağazasına mı güveniyorsun? Buraya kadarmış. Sen yoluna-ben yoluma mı diyeyim. Bana ahlâkı, etiği, dürüstlüğü, namusu öğreten babam; beni sevmekten başka suçu olmayan Ferit'e bunları mı söylememi istiyor?"

"Böyle söylemeden de bu işin olamayacağını hissettirebilirsin."

"Öyle bir şey yapmayacağım baba. Çünkü ben olacağına eminim ve Ferit'le evleneceğim. Siz izin verseniz de vermeseniz de."

"Sen benim biricik kızımsın. Sana sadece fikrimi söyleyebilirim ve elbette ki istediğinle evlenebilirsin. Söyle gelsinler. Madem onunla evlenmek istiyorsun, karşı çıkmayacağım; ama yanınızda da olmayacağım, bilesin."

Selda, arkadaşının eşinin Cumhuriyet Caddesi'ndeki kuyumcu dükkanına gitmiş, alyans almaları için bir bileziğini bozdurmuştu; ama bunu Ferit'e söylememişti. Bir de kendi düğününde babasının ona taktığı zümrüt taşlı kolyeyi takacaktı Simge kızına.

Selda'nın babası ölmüş, annesi alzheimer'la savaşıyordu. Ertesi akşam Ferit ve annesi Şinasi dedesini alıp Simgelerin evine gittiler. Kristal çanak içinde çikolata ve bir de koca buket çiçek yaptırmışlardı. Simge açtı kapıyı güler yüzle. Üzerinde harika bir beyaz elbise vardı. Yanık teni daha da belirginleşmişti. Saçlarını açık bırakmıştı. Ferit'in öyle sevdiğini biliyordu. Gözlerindeki pırıltı da inanılmazdı. Kızının hemen arkasında duran Zehra Hn da gülümseyerek hoş geldiniz dedi. Tarık Bey içeride bekliyordu. Aile büyüklerinden başkasının olmaması dikkati çekiyordu. Belki de Tarık Bey'in bu işin süreceğine inancı yoktu. Selda ile Zehra Hn kısık sesle konuşuyor; ama Şinasi dedeyle Tarık Bey konuşmuyorlardı. Simge kahve servisini bitirir bitirmez Şinasi dede söze girdi.

"Efendim, bu akşamki sebeb-i ziyaretimiz hayırlı bir iş için. Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle kızınız Simge'yi oğlumuz Ferit'e istiyoruz."

Kahvesinden iri bir yudum alan Tarık Bey kızına bir kez daha baktı. Sonra da Ferit'e. "Artık onlar kocaman insanlar. Nasihat dinleyecek yaşta olmadıklarına inanıyorlar. Adet yerini bulsun diye de toplanıyoruz böyle. Ben hayır desem sanki evlenmeyecekler. Mutlu olmalarını dilerim. Diyeceğim budur."

Yüzüklerini Şinasi dede taktı ve kırmızı kurdeleyi de kesti. Büyüklerinin ellerini öptüler. Tarık Bey'in bakışını Ferit ömrü boyunca unutmayacaktı.

Askerlik eğitimi için Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı'na giden Ferit, oradan da İstanbul Alemdağ'a dağıtım olmuştu. Komutan postasıydı ve keyfi yerindeydi. Akşamları rahatça konuşabiliyorlardı. Selda iki kez oğlunu ziyarete gitmiş, Simge de onunla gitmişti. Bayram tebriği için aradığında, Zehra Hn damadıyla çok içten konuşmuş, Tarık Bey banyoya kaçmıştı. Simge babasının davranışına çok üzülüyordu. Canı gibi sevdiği babası kızının seçimine neden saygı duymuyordu. 15 yıldır birlikte olduğu erkek sevgisini kanıtlamış sayılmaz mıydı.

Ferit döndüğünde Simge'nin stajı da bitmiş, Adnan Menderes Bulvarı'ndaki bürosunu dekore ediyordu. Ferit de bir hafta dinlendikten sonra iş aramaya başlamış ve kısa bir süre sonra Belek otellerinin birinde resepsiyonist olarak iş bulmuştu. Simge büyük bir sevinçle bunu babasına söylediğinde, "Maaşı kirayı ödemeye yetecek mi bari?" demişti. Babasından nefret etmek istiyordu.

Üç ay sonra sade bir törenle evlendiler. Simge düğün istememişti. Ferit'in gücünün olmadığını biliyordu. Babasının gözlerindeki alaycı mânâ ise yıkıcıydı. Ama onlar mutluydular. Meltem Mahallesi'ndeki evlerini beğenerek tutmuşlardı. Adliye'ye yakın olması Simge'ye cazip gelmişti. Ferit'in maaşı kiranın biraz üzerindeydi. Selda da her ay üç yüz lira yardım ediyordu oğluna. Zehra Hn da kızına. Tarık Bey binbir suratla beyaz eşyalarını ve halılarını, Selda da yatak odalarını hediye etmişti. Diğer eşyaları da biraz borç-biraz peşin almışlardı. Avukatlık ruhsatını alan Simge de zaten yakında iş almaya başlardı.

Simge ve Ferit çok mutluydular. Evlendikten 2 sene sonra Ferit Ön Büro Şefi oldu. Bu, Simge'nin ilk çocuklarının müjdesini verdiği günün ertesine rastlamıştı. Bir oğulları oldu ve adını Zafer koydular. Selda çok mutlu olmuştu. Şinasi dede ve anneannesi birbiri ardına hayata veda etmişlerdi. Tarık Bey evlerine gelmiyordu. Ama Simge küçük Zafer'i alıp dedesine götürüyordu. Zafer'in beşinci yaş gününü kutlayacakları hafta Selda da aniden göçtü gitti. Hastalığının teşhisinden sonra ancak 4 ay yaşayabilmişti. Ferit aylarca annesinin ölümünü kabullenemedi. Babasının üzüntüsünden küçük Zafer de çok etkileniyordu. Oğlu için toparlanmalı, kendini işine vermeliydi. Birkaç ay sonra müdür olmuş, Simge de kazandığı davalarla ünlenmişti. Evleri onlara küçük gelmeye başlamıştı. Artık ev almalıydılar. Annesinden kalan 1584. Sokak'taki evi anıları olmaksızın sattılar, üzerini de borçlanarak eski Lara Caddesi'nde yeni bir ev aldılar. Zehra Hn çok mutlu oldu. Artık yetmişine merdiven dayayan Tarık Bey de dükkana sadece uğruyor, vaktinin çoğunu evde geçiriyordu. Simge yine hamileydi. Yeni bir sevinç dalgası kapladı aileyi. Kız olursa adını Selda koymaya karar verdiler. Erkek oldu yine ve Ferit, adının Tarık olmasını istedi. Simge'nin gözleri doldu. Zehra Hn, "Aslan oğlum." diyerek boynuna sarıldı. Evlerine bir yardımcı aldılar. Gün boyu küçük Tarık'la ilgileniyor, Zafer'i okula gönderip karşılıyordu. Zehra Hn da sık sık kontrol ediyordu.

"Aşkım, yeni bir iş teklifi aldım. Kundu'da açılacak yeni bir tesise Pazarlama Müdürü olarak istiyorlar. Ne dersin? Hem maaş hem de şartlar daha iyi olacak gibi görünüyor."

"Çok sevindim tatlım. Bence mutlaka değerlendir. Bizim de işlerimiz oldukça arttı. Nejla ve Tamer'le yetişemiyoruz. Bir arkadaş daha alalım aramıza diyoruz."

"Yoğunluğunuzu ben bile görebiliyorum canım. Alın bence de."

Saat 22'ye geliyordu. Çocuklar çoktan uyumuştu. Kapının çalmasıyla birbirlerine baktılar. Gecenin bu saati kim gelirdi. Ferit kapıyı açmak için kalktı. Açtı. Karşısında, elindeki bastona dayanarak durabilen yaşlı adamın gözlerine baktı. Özlem ve pişmanlık bir aradaydı.

"Kızımı, oğlumu ve torunlarımı görmeye geldim. İçeri davet etmeyecek misin beni oğlum?" dedi Tarık Bey, gözleri nemli.

Sevgiyle koluna girdi Ferit.

*****

"Ne zaman atmış kendini aşağı bu adam?"

"Olay Yeri İnceleme, 6-7 saat olmuş diyor komserim. Denizden balıkçılar görmüş, 155'i aramışlar."

"Sen ne okuyon öyle burnunu çekerek?"

"Cesedin üzerinden bir mektupla, gazete kupürü çıktı komserim. Biraz içime dokundu da."

"Ağlıyon mu lan? Ver hele. Ne diyor, kimlik çıktı mı üzerinden?"

"Geçenlerde Tarık Sarkeçeler'in kızı şu inşaatçı Siyami Kardela'yla evlendi ya, onun gazetedeki haberini kesmiş. Mektuba da bir bakıver amirim. Galiba o kıza aşıkmış garibim; ama kız zengin tabii, bakar mı bu çulsuza! Zengin zengini buluyor. Bizimki de hayâllerinden bir hayat hikayesi düzmüş! Üstelik güneydoğu gazisi. Sol bacağı da diz üzerinden kesik. Mayına bastı herhalde. Adı Ferit Maheroğlu. 25 yaşında."

"Sus da okuyayım şunu ya."

Bir hayat diledim, içinde biz olan.
O hayat vardı.
Olmayan sendin.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..