Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '16

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bir insanın hayatı ne kadar zor olabilir!

Bir insanın hayatı ne kadar zor olabilir!
 

Bir an için günümüzden 500 yıl öncesini zihninizde canlandırmanızı istesem aklınızdan neler geçerdi? Bir insanın yaşadığı zorluklar nelerdi? Hayat ne kadar zordu?
 
Örneğin bir şehirden ötekine ulaşmak için haftalar veya belki aylar geçmesi gerekirdi! Birine bir mesaj yollamak istediğinizde; nasıl yapabilirdiniz? Hastalandığınızda doktor veya ilaca erişiminiz ne kadar mümkün olabilirdi? Yiyeceğe erişiminiz için neler yapmanız gerekirdi? Veya canınızın çektiği yiyeceği bulabilir miydiniz? Kendiniz mi yetiştirmeli ve bunun için beklemeniz mi gerekirdi? Peki bilgiye erişim ne kadar mümkündü? Aklınıza takılan konuda araştırma yapabileceğiniz kaynaklara ulaşmak mümkün müydü?
 
Bu tip soruları uzatabiliriz! Fakat bu kadarının yanıtını bile bir tablo veriyor. Açıkça bugünkü hayatlarımız geçmişin hayatlarından daha rahat. Bilgiye erişim hızımız çok daha fazla; bu açık bir gerçek ve çok daha fazla bilgiye sahip olmalıyız. Öyle miyiz? Belki.
 
Günümüzün sorunları neler? Kirlilik. Hız. Yoğun trafik. Halen çözüm bulanamamış hastalıklar. Sıklıkla yaşanan bölgesel savaşlar. Daha yüksek ve sürdürülebilir gelir seviyesine herkesin ulaşamamış olması. Bazı bölgelerdeki insanların halen fakir, çok fakir ve aç yaşamak zorunda olmalarına neden olan küresel ticari – yönetim sistemlerimiz. İnsanların daha bireyselleşmesi… bu ne demek? Bencilleşiyoruz demek. Bunun sonucu olarak daha yalnız ve daha fazla psikolojik hastalıkların pençesine düşüyoruz demek. Yanlış anlaşılmasın; insanlar, sosyalleşiyorlar. Birlikte bir yerlere gidiyor; geziyor, eğleniyor, gülüyor, içiyor, dans ediyor, kahkahalı, yoğun sosyal içerikli sohbetler yapıyorlar. Bu doğru. Fakat içlerindeki yalnızlığa çözüm getirmediğini de içten içe hissediyor ve iç tartışmaları ile kendilerini anlamaya, tanımaya çalışıyorlar. Bilgi olmayınca ne kadar işe yarayabilirse, o kadar işe yarıyor. Tıpkı içkinin verdiği gevşeme gibi arkadaş ve dost adını verdikleri insanlarla tekrar tekrar bir araya gelerek eğlencenin, adına paylaşma dedikleri bireysel kısa süreli serotonin seviyesi takviyesi yapıyorlar. Diğer bir deyişle daha çok sosyal mastürbasyon yapıyorlar. Yükselen serotonin seviyesi kısa süreli iyi hissetme sağlıyor ve ardından uçup gidiyor. Ve tekrar deniyorlar. Daha çok insanın bağlanamadan yaşaması, kısa süreli evlilikler, kısa süreli yüzeysel ilişkiler yaşamasının ardında bireyselleşmenin etkileri yatıyor. Birçoğumuz eskiden öğrenilmiş sosyal bilgilerin ışında aile olmak, çoluk, çocuğa karışarak bir dengede olabileceğine inanıyor. Fakat istatistiki sonuçlar ortada. İşe yaramıyor. Eskilerin yapabildiği gibi kalıcı – sürdürülebilir evlilikler, ilişkiler yaşanmıyor; yaşanamıyor. Bu durum insanları bedensel ve sosyal ya da sanatsal kısa süreli keyiflere itiyor. Partilerde toplaşıyoruz. Konserlerdeyiz. Beach partilerinde voleybol oynuyoruz. Sportif aktivitelerde toplaşıyoruz. Vs vs vs.. Bu böylece uzayıp gidecek bir liste. Ancak işe yarıyor mu? İşe yarıyor olsaydı dünya genelinde psikolojik rahatsızlıklarda artış olur muydu? Dünya genelinde 1/4 oranında ciddi psikolojik sorunlu birey tespit edilebilmiş. Tespit edilemeyenleri de hesap edersek belki de bu oran %50’lere varıyor olabilir. Örneğin PTSD, travma sonrası tedaviye başvuran bireylerden hesap edilen verilerle bu noktaya ulaşılmış. Peki ya PTSD tedavisine şu veya bu nedenle başvuramamış veya başvurmayan bireylerin istatistiki hesabı nerede? İşte o oranı da, kabaca tahmin etmişler ve günümüzde psikolojik hastalık çeken insanların dünya nüfusuna oranının %75 civarında olduğu sonucuna ulaşmışlar. Bu durum gösteriyor ki kanser, kalp hastalıkları, aids vb.’den çok daha yüksek bir oran. Neyse biz konunun detaylarına daha fazla girmeden sorularımızı sürdürelim.
 
Bir an için günümüzden 500 yıl sonrasını hayal etmeye çalışın. Örneğin trafik sorunu çözülmüş. Kirlilik bitmiş. Dünya temiz ve güzel bir yere dönüşmüş. İnsanların eğitim seviyeleri yükselmiş. Zaman içinde toplam nüfus dünyanın kaldırabileceği 5 – 5.5 milyar gibi sağlıklı bir rakam civarında seyrediyor. Neredeyse tüm hastalıkların çözümü bulunmuş ve tedaviye ulaşım herkes için çok mümkün. Gelişen teknoloji ve dengeli nüfus yeryüzünde aç ve yoksul insan kalmamasını sağlamış. Temel yaşamsal ihtiyaçlar ve tanımlar yerli yerine oturmuş. Kimse özgürlük, hak-hukuk diye çığrınmıyor. En eski atalarının yaptığı gibi dengeli ve kalıcı ilişkiler içinde yaşamayı fazla bireyselleşmeden tekrar öğrenmeyi ve yaşamayı becerebilmişler. Bu nedenle bireyselleşme, aldatma, yalana başvurma, çıkarı için kullanma, köleleştirme dürtüsü doğal olarak yok olmuş. Amaçlar değişmiş. Daha çok kazanmak ve daha rahat yaşamının yerini daha çok öğrenmek, bilgiyi, eylemleri paylaşma almış. Çünkü kaynaklar, tüm insanlara fazlasıyla yetecek öyle bir dengeye getirilmiş ki; daha fazla güç, daha fazla kaynağa sahip olma kendiliğinden, utanılacak, basit, gereksiz bir davranışa dönüşmüş. Siz hayalinizde bu dünyayı daha zenginleştirebilir; daha renkli hale getirebilirsiz.
 
Ben bu noktada son sorumu sormak istiyorum.
 
O halde geçmişteki sizle, bugün ve gelecekteki sizi siz yapan nedir? İçine doğduğunuz sistemin (dünyanın) sizi biçimlendirmesi ise; siz kimsiniz?
 
Suyu hangi kaba koyarsam onun şeklini alıyor!
 
 
Toplam blog
: 87
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.08.10
 
 

Gökyüzünüz mavi, aklınız bilimle olsun. ..