Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '11

 
Kategori
Felsefe
 

Bir Kitabın Düşündürdükleri (Başucumda Müzik)

Bir Kitabın Düşündürdükleri (Başucumda Müzik)
 

Bulutlara ulaşmaktır isteğin... Ulaşırsın da... Ya elini bırakırlarsa...


Elma dolu bir ağaca takılırsın..
Hepsi aynı kırmızılıkta aynı büyüklükte değildir.
Genel de albenisi yüksek olanlar, dalda da en yüksektedir.
Bir tanesini koparma şansın vardır.
En iyisindedir gözün de... ancak uzanabildiğini koparırsın,
Aklın en üstekinde kalsa da….
Üstelik “o” herkesin de aklındadır... Ancak bir kişiye denk gelir...
O kişi de, ya dalın en üstüne uzanabilecek güce sahiptir, ya da şanslıdır…
Elmaya, soran mı olur, “seni koparabilir miyim” diye..
Elmayı şansına borçlu olan, onun kıymetini mi bilir.
İnsan, çoğu zaman kahırlanır da; “niye bu ağaca denk gelmedim, hiç değilse şansım olurdu” der.
Ya da keşke denk geldiğim ağaçtaki elmayı koparırken seçici olsaydım da der.
Ya da denk getirmeyen şanstan intikam almak için, belki de şansının körlüğünü telafi etmek için, gelsin “yasak elmalar”… Tabi bu işe de en çok “elmacılar” kızar.
Keşkeleri olmayan yüreğin, sevgi arayışı mı olur..
***
Evet insan heyecanlanır, kızarır, kalbi delideli çarpar ve sanki “salıncakta sallanır gibi” hisseder de,
Yaşam sadece salıncakta sallanma üzerine kurulmamış ki.
Salıncakta sallanma, olsa olsa ancak yaşamın çok kısa bir bölümüdür.
Ya bıktırır, ya baş döner, ya da mide isyan eder.
İnsan, böylesi durumlarda bir an için “kalbinin deli gibi çarpmasına” kaptırır kendini…
Bilmez ki; kalbi hep deli gibi çarpsaydı hali ne olurdu…
Hep delideli çarpan kalbin ilk tehdit ettiği, kendi bedeni olur,
Ya da, “deli gibi çarpma” sıradanlaşır...
Hep deli gibi çarpan yürek, deli gibi çarpmanın anlamını ne bilsin?
Balıklar, denizin ne olduğunu bilebilir mi?
"Zamanı geldiğinde deli gibi çarpacak bir yürek" yerine,
"Hep delideli çarpan bir yürek", insanın tercihi mi olur...
***
Kelebekler de özgürdür, kuşlar gibi.
İstediği yere konmada, istediği çiçekten bal almada..
Bunları yaparken ne rica etmeye, ne de vize almaya ihtiyacı vardır.
Ancak; ikisi de nereye konacağına, hangi çiçekten bal alacağına dikkat etmek zorundadır.
Kelebeğin ömrü, çiçek bal verdiği sürecedir...
Ayartıcı kanatlarından, ne kelebek sorumludur ne kuş,
Ancak; her ikisinin de canıyla ödediği, bu zarafetin bedeli değil midir?
Hangi çiçek zamanı geldiğinde, açmak için izin ister?
Açıldığında, elinde midir rengini, kokusunu gizlemek?
Güzelliğidir başının belası... bu nedenle hem koklarlar hem koparırlar onu….
Ve bunun için çiçekten izin de istemezler…
Hangi çiçek direnebilir ki, kendini koparan ellere?
***
Nehirler de istediği yöne akar.
Ama aktığı yön aşağıya doğru olmalıdır.
Bir engele denk gelirse, etrafını dolanmaya çalışır..
Ancak, hep engelsiz yolu kullanmak zorundadır.
Üstelik, her kıyıdan ancak bir kere geçme şansı vardır.
Geçilen kıyı, iyi de olsa kötü de olsa artık geride kalmıştır...
Nehirin önünü, suyu için keserler.
Kim görmüş, kurumuş nehirde baraj yapıldığını?
Nehirin ödediği bedel, suyu belasıdır.
Nehir akamazsa coşkusu mu olur…?
Akmayan nehir, nasıl çağlasın?
***
Gülün, kırmızı renginden sorumlu olmaması gibi, insan da kalbinin deli gibi çırpınışından sorumlu değildir.
Ancak, gülü kırmızı rengi için koparırlar.
Hem de dikenini göze alarak.
Gülün güzelliği ayartmasaydı bülbülü, bülbül nereden bilecek ti “aşkı.. sevdayı”.
Gül açar da bülbül görmezden mi gelebilir.
Bülbül öter de, gül duymazdan mı gelebilir.
Kalp çarpar da, insan bana ne mi diyebilir?...
***
Zamanı geldi mi yüreğin çırpınışı, doğası gereğidir.
Günü geldiğinde gül de açar, bülbül de öter.
Gülü koparsalar da, bülbülü kapatsalar da, çarpan bir kalp görmezden mi gelinir.
Çırpınan bir yüreğin “gizli derdim kalbimdedir, onu ancak çeken bilir” olur isyanı.
Yürek çarpmayan bedende, yaşama sevinci mi barınır?.
Aşk olmazsa, yürek mi çarpar?
Çarpmayan kalbin, sevgisi mi olur?
Sevgi barındırmayan yürekte, aşk mı barınır?...
***
Çölün, doğasındadır kuraklık.
En çok da suyu özletir, susattıklarına...
İnsan neler vermez ki kuruyan dudaklarına yeniden yaşam verecek bir damla su için..
Leyla’yı arayan Mecnun gibi arar susayan, kana kana içmek için suyu.
Sanır ki hiç kanmayacak suya…
Gerçekte birkaç yudum yeter, tüm hasretini dindirmeye.
Hasret dinince, özlem mi kalır sanırsın suya...
Ve "eşyalaşan su", mahkûm edilir temizlik işlerinde de kullanılmaya...
***
Ne koparacaklar diye, elma kızarmaktan vazgeçer,
Ne de yolacaklar diye, çiçek açmaktan vazgeçer.

Ne nehirler, önümü kesecekler diye akmaktan vazgeçer,
Ne de su, beni içince kıymetim kalmayacak diye cana derman olmaktan vazgeçer…

Ne çarpan yürek, nasıl olsa heyecanı kalmayacak diye çarpmaktan vazgeçer,
Ne insan, nasıl olsa eşyalaşacak diye sevmekten vazgeçer.

Yeter ki içinizdeki çocuğu yaşatın ve hep çocuk kalsın.
Onu büyütürseniz, başlar “elmanın sapı, üzümün çöpü var" diye sızlanmaya.
Sonra mırıldanması kaçınılmaz olur;
“Boş kalbimi, bir hatıranın gölgesi bekler…
Sevmekle dolan bir çiledir bu, herkesi bekler”

yada
"Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin" diye...
Hem de "küllense de içinde ateşin hep var olacağını" unutarak...

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..