Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '11

 
Kategori
Deneme
 

Bir ögretmenin devam eden yasami

Bir ögretmenin devam eden yasami
 

Devrimcilik ona çok yakisir…
Öykü,
Ahmet Öğretmen,  

Ahmet öğretmen, 1946 yılının bilinmez bir ayında doğdu, sonraları nüfus cüzdanına doğum yılı olarak “bin dokuzyuz kırkaltı tasdikli” yazdılar. Anadolunun ortalarında bozlak türkülerinin söylendiği bir coğrafyada yaşıyorlardı. Önce Avşar dedesinin torunu sonra Seyit Ali babasının oğluydu, o zamanlarda anasının oğlu olunmazdı, olunacağını bilseydi en az babası kadar Selver anasının da oğlu olurdu. Kendinden büyük ablası, iki de küçük kardeşi vardı. İlk çocuk Yeter di, ilk çocuk yeterse ötekilere ne demeli diyebilirsiniz, sonra Mehmet ve sonuncu Meryem. 

Memur babanın çocuğu olsada, çocukluğu rencberlik yaparak geçti, eskiden rencberlik çetin işti, ekmek vardı olmasına da yanına katık bulmak zordu, o da herkes gibi çalıştı, çalıştı, hep çalıştı. Dedesinden öğrendi kalender olmayı, iyi bozlak söylemeyi. Babasından öğrendi, hastalara iğne yapmayı, tarlada tırpan sallamayı ve çabucak öfkelenmeyi. Anasından öğrendi yufka yürekli olmayı, Türk filimlerinde kederlenmeyi, Zeki Mürenin arkasından ağlamayı ve dahi mercimek yolmayi, . Kardeşinden öğrenemedi birazcık olsun politik olmayı. Burada saymakla bitmez hikayeleri. 

Sonrası okul yılları, öğretmen okulu, başlangıçta idealizmden değil sırf ekmek parası, sonrası gerçek bir Atatürkçü, gerçek bir demokrat, ve üstelik üç çocuk babası, Döne hanımın da kocası, Döne hanım ki Çapar Ali ile güzeller güzeli Sultan hanımın sevgili kızları. 

Hiç bilmedi flört etmeyi, ben de su yemeği çok severim demeyi ve önüne ne konulursa onları yememeyi. Ve henüz burada bahse konu olmadı daha kırk günlükken hayata veda eden Erdem bebenin acısı. 

Ogretmensin dediler, eline diplomayı verdiler, Köy Enstitülerine yetişemese de öğretmen okulunda eğitim gördü. Git dediler, Anadolunun uzak doğusu onu bekliyordu, heybetli Ağrı dağının ilerisinde İran sınırı. Şimdiler gibi değil yaşam koşulları, kar yağdımı iki metre yağıyor, ağustos böceği olsan dayanamazsın. Sene bin dokuzyuz altmişbeş , dağılıyor öğretmenler beşibiryerdeler gibi her bir yerlerine vatanın. Burun kıvırmıyorlar, doguymuş batıymış diye. Ev desen yok da eşya da yok üstelik, bir tahta valiz, üç beş parça esvap işte bu. Henüz ulaşamadan ağrı dağının başı dumanlı başına Divriği de yitiriyorlar henüz kırkındaki Erdem bebeyi. Bebek üşütüyor ve yetiştiriyorlar hemen doktora, ve doktor yapıyor sekizyüzlük penisilin iğneyi, morarıyor zavallı bebek ve göçüyor bu dünyadan henüz çok zaman daha yaşayabilecekken. Üstad Hasan Hüseyin söylemeden daha onlar çoktan öğreniyorlar “acilara tutunmayi”. Dağ köyünün iki öğretmeninden birisi, köyün hem öğretmeni, hem doktoru, sesi güzel olduğu için de yedek müezzini. Öyle dindar filan olduğundan değil de gerektiğinde görev adamı olma durumları. Karı-koca gidiyorlar ikigöz lojman evlerine. Yabancı değiller ya köy hayatına parçası oluyorlar kuş uçmaz, kervanında arada bir uğradığı köylerine. Maaş almak için at sırtında gidiliyor kasabaya. 

Birkaç yıl geçiyor tayinleri çıkıyor bir doğudan başka bir doğuya Sivas'in Yıldızeline. Orası da soğuk, havadan yıldız yerine bol kar yağıyor, oğlu hastalandığında görev çıkıyor Ahmet öğretmene, çıkıyor yollara şifa bulmaya , hastalıktan dizlerinin altı tutmamaya başlayan küçük oğluna. Yer gök beyaz, yer gök kar, bata çıka ilerliyorlar ve yol kayboluyor bir süre sonra, şansları yaver gidiyor da bir ağıl görme sonucu kurtuluyor yaşamları. O gün dizlerinin altı tutmayan çocuk iyileşiyor ve sonraları çok yüz metrelerde madalyalar alacak kadar seviyor koşmayı. Öğretmenlik bu ya, yine düşüyorlar yollara, Kıbrıs Barış Harekatı zamanları, yine Sivas sınırları, Yeniçubuk sonraki yaşamları. Çok hatıraları var Yeniçubuk'a ait, burada bulacaksınız bazılarını. Hatıra denince tabiki yaşanmış hikayelerdir. Yeniçubuk ki yerleşim planı bizzat Atatürk tarafından çizilmiştir, orada kaynaşmıştır Türk'u, Kürd'ü Göçmeni. Ve ne yazıktır ki yakınında bir yerde Gemerek'de yakaladılar Deniz ve arkadaşlarını. Burada söylesek de herkes bilmez ve dahi tahmin edemez nasıl bir duygudur Anadolunun bir kasabasında bir demokrat öğretmen olarak yaşamak. Bize böyle öğretilmişti, her ne olursa olsun “insanlari seveceksin” felsefesi. Üç beş öğretmenin akşam oturmalarinda hakiki muhabbet yapılırdı, yılbaşında toplanılan evlerde tombala oyunları, portakal mandalina baş kahramanlardı. Sonraları tadı kalmadı bazı şeylerin, yada bizim ağzımızın tadı kalmadı. Ahmet Öğretmen boş durmuyor, öğretiyor, öğreniyor, konuşuyor. Devrimci duygularla TOBDER şubesi açmaya çalıştığı zamanlarda herkes gibi onlarda yaşıyor demir bir yumruk gibi başlarına inen 12 Eylül darbesinin acılarını. Işte o zamanlardı sırf demokrat olduğu için evleri kurşunladı. 

Aslında büyük başarıdır ve herkes bilmez, yüzlerce bağnaz fikirli insanın içerisinde yaşarken yinede seversiniz yaşamı. Maaş günü gelip de dağıtılınca ev kirası, gazeteci, bakkal parası, beş on lirada fazlada parası kalmazdı.Hafta da bir kiloydu yenen et, ve aybaşında ayrılmalıydı Salı pazarından alınacak olan sebzelerin parası. 

Sonraları başladı öğretmenin Ankara macerası. Olursan üç çocuk babası, emekli olsanda olursun bir mahalle bakkalı, ve bıkmadan anlatırsın gelene gidene sigaranın zararlarını. 

Hala beceremedi emekli gibi yaşamayı, ceviz ağaçları büyütüyor, vatandaşlara nutuklar atıyor, inceden huzunleniyor aklına geldiğinde anne ve babası. 

Öğretmenim,
Başöğretmenim,
Çok yaşa…. 

09 Aralık 2010
Ali Sami 

 
Toplam blog
: 45
: 453
Kayıt tarihi
: 24.12.10
 
 

Öncelikle merhaba. Bugün 24 Aralık 2010, ben de blog dünyasında yerimi aldım. Merhaba. Hepinize k..