Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '11

 
Kategori
Siyaset
 

Bir Tokatın Düşündürdükleri

Bir Tokatın Düşündürdükleri
 

Büyük kent varoşlarına gözümü çevirip de baktığımda, derin bir yorgunluğun, içi sızılara bezenmiş bir ağırlığın, toz deryasının, çarpık yapılaşmanın tam orta yerinde bulurum kendimi. Oraların yolları çamurludur, yol kenarları çöp deryasıdır, her yer toz içerisindedir, kaldırımsızdır. Oralarda çocukların ayakları yalındır. Çantaları yırtık, önlükleri kir içindedir. Bütün mesele mi? Bütün mesele yokluktur. Bütün mesele onca variyetin içerisinde bir çikolata dahi yiyemeyen milyonlarca çocuğa sahip olmaktır. Onca variyetin içerisinde, mutfağına bir margarin dahi alamayan milyonlarca insana sahip olmaktır. Kentlerin kıyılarında tutunmaya namzet, yokluktur. Yerlerini yurtlarını bir küçük iş bulma uğruna terk edip, bilinmez dehlizlere yelken açmış, sonu meçhul hallere düşmüşlerdir. Kimisi de, hatta milyonlarcası da, ille de yerini terk etmiştir. Yerini yurdunu, köyünü, mezrasını terke zorlanmıştır. Zulmün bin bir türlüsünü yaşayarak hem de. En nihayetinde işte o yorgunluk hali… En nihayetinde o kent kıyılarının bitkinliği…

Siz hiç yakılan bir köy gördünüz mü? Ben görmedim. Sadece duydum, sadece televizyonlardan izledim. Hani bir zamanlar televizyon ekranlarından bir bir gösterirlerdi ve yüreğimizde inceden inceye bir sızı oluşurdu ya… Öldürülmüş insanlar, bebekler, kadınlar ve bir bir yok edilen köyler… Sonra… Sonra büyük kentlere göç… İstemeye istemeye, zorla, baskıyla, işkenceyle… Ya da başka bir seçenek… Al silahı eline, çık dağların doruklarına!

Her ikisi de uyardı… Ya silah alıp isyan bayrağının yanan ateşine bir çentik atacaktı, ya da belaları okuyarak büyük kentin kıyılarına yelken açacaktı. En nihayetinde ölüme bir kalmaktı atılacak adımın kendisi…

Onca haberler yapıldı, onca şeyler yazılıp çizildi ve bu topraklar tarihin en büyük göç bunalımını yaşadı. Bundan daha somut bir gerçek var mı? Milyonlarca insan yerlerini yurtlarını bırakıp kentlere bir sel gibi aktı. Buldukları boş arazilerin üzerinde, kafalarını sokacak bir kulübe yaptılar. Altyapısız, yolsuz, kaldırımsız… Evlerin çatısı dahi yoktu, sıva halindeydi evler. Kimi aileler dükkânlarda yatıp kalkıyorlardı. Çoğuna şahit oldum… Banyo dahi yapamıyordu çocuklar. Üzerlerine giyecek elbiseleri bile yoktu. Bunların hepsi gerçekti. Yaşanılan en somut, en yalın gerçeklerdi.

Karşımda oturan çocukla konuşuyorduk. Gülerek “Kürtler olmasa, Antalya’da inşaat denen sektörün vay haline” diye söylendi. Güldüm ve gülerek karşılık verdim “Evet”. Yalan değil, gerçek. Sadece Antalya mı? Pek tabii ki hayır… Türkiye’nin dört bir yanında durum bu… Hangi altyapı inşaatından bahsediyorsak, hangi üst yapı inşaatından bahsediyorsak, kol gücünü ortaya serenler Kürtler. Ucuz iş gücü, ucuz emek… Yevmiyesi hepi topu seksen lira… O seksen lira karşılığında ölesiye, bitesiye çalışmak… Kış geldiğinde ise işsiz güçsüz dolaşmak…

Ya kaldırım kenarları…

Eminönü, Sirkeci civarları işportacılarla doludur. Her biri köyünü terk edip İstanbul’a gelmiş ve yapabileceği birkaç işten birisi olmuş işportacılık. Zabıtanın adını duyar duymaz tezgâhlarını nasıl da kaçırdıklarına şahit olmuştum. Ne zor bir durumdu aslında. Ne yalan söyleyeyim, yerlerinde olmak istemezdim.

Halen gündemimizin başucu konusudur “Taş atan çocuklar”. O küçücük çocukları devlete karşı bu denli nefretle dolduran sebepler nedir acaba? Onca psikolojik aygıtlar el altındayken, televizyonlar, gazeteler, radyolar ve saireler, bu çocuklar neden devletin resmi ideolojisine karşı bu yaşta tavır almış durumdalar? Her halde durup dururken değil. O basitleşmiş, utanç ifadesi olan “Çocukların beynini yıkıyorlar” zırvası hiç değil. Düşünseniz e, henüz daha ergenlik çağında olan çocuklar, polise taş savuruyor ve hiçbir memleketin kulu da dönüp, bu çocukların nefretinin altında yatan sebeplere kafa yormuyor. Bu çocukları bilmem kaçar yılla yargılanmak üzere kodese tıkmış bir devlete sahibiz, unutmayalım. Bu çocuklar kodese tıkıldıkları için okullarına dahi gidemiyor. Bu devlet, henüz daha oniki yaşındaki bir çocuğu terörist belleyip, bedenine onlarca kurşun yağdırmış bir devlettir. O kurşunları yağdıran devletin mensupları, sadece ama sadece “Yanlışlık oldu” diyerek, bu trajedinin üstünü örtmeye çalışmışlardır. Bu trajedi, hukukumuzun, mahkemelerimizin el yordamı ile bir daha açılmamak üzere kapatılmıştır. Şimdilerde bir döneme ışık saçacak itiraflarda bulunan Özel Harekâtçı Ayhan Çarkın “Hakikat Komisyonu kurulsun, her şeyi bir bir anlatacağım” diyor. İnsanları nasıl öldürdüklerinden, insanların onurlarıyla nasıl oynadıklarından bahsediyor Ayhan Çarkın. “Bilinen şeyler” dediğinizi duyar gibiyim. Bilinmesi bir yana da, bizzat tetiği çeken bir kişinin ağzından bunların itiraf edilmesi başka bir şey.

İstanbul’da yaşadığım dönemler, Doğu, Güneydoğu’dan göç edip, İstanbul’a gelen onca insanla ahbaplığım olmuştur. Bölgeden gelen her insanın ağzından çıkan en yalın ifade “Zulüm çoktu” şeklinde olurdu. Kimdi bu zulümleri yapanlar? diye sorduğumda, aldığım cevap hiç değişmezdi, “Devlet” diye kestirmeden ifade edilirdi. Neden bir Allah’ın kulu çıkıp da, “Bize zulüm eden PKK’dır” diye bir ifade kullanmamıştı. Doğrusu bu ya ben hiç böyle bir şey duymadım. Bölgeden göç ederek İstanbul’a gelmiş bir tane bile Kürt vatandaşın ağzından PKK’nın zulüm yaptığına, baskı ve şiddet uyguladığına dair tek bir kelime dahi duymadım.

Tuncelili bir personelim, uzun yıllar Tunceli’de yaşamış ve köy de çobanlıktan tutunda, birçok değişik işler yapmış, lise sonrası Akdeniz Üniversitesini kazanıp, tümü ile Antalya’ya yerleşmiş. “Asker ve polis bizi sık sık köy meydanında toplar, bir güzel dayaktan geçirirdi” diye anlatmıştı. “Asker ve polis gider, bu defa PKK’lılar gelir, propaganda yapıp giderlerdi. PKK’lılardan bir kez bile şiddet görmedik” demişti. “Her şeye rağmen iki arada bir deredesin” diye devam etmişti. “Bizim oralarda yaşamak zor, en iyisi oralardan kurtulmak” diye bağlamıştı konuşmasını. Aynen böyle…

Sabahat Tuncel polise tokat atmış ve Ankara tokat yüzünden gerilmiş.

Ankara ve memleketin dört diyarı, tokat yüzünden gerileceğine, “Biz nerede hata yaptık?” diye kendi kendisini bir sorgulasa diyorum. Zira o tokat o denli çok şey anlatıyor ki… Bir tarafta hizmet aşkı ile yanıp tutuşan vekillerin ihale takiplerini, iş bitiriciliklerini bilirken, diğer taraftan o marjinal vekillerin, seçmenleri ile nasıl bütünleştiklerine tanık oluyoruz.

Sizce hangi vekil, vekilliği haketmiştir?

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..