Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '14

 
Kategori
Öykü
 

Bir uzun Hikâye O'nun Hikâyesi (ikinci bölüm- devam edecek)

Bir uzun Hikâye O'nun Hikâyesi (ikinci bölüm- devam edecek)
 

O çocuk


Sarışın oğlan, çocuğun “Okula gayıt için kasabaya gidiyoz.” dediğini duyunca dalıp gitti. Babasıyla kamyona bir gün önce gelip pazarında yayındıkları az ilerdeki kasabadan binmişlerdi.

Sarışın oğlan, ilkokulu bitireli dört yıl oluyordu. Okumayı çok istemişti. Ama yedi nüfusu doyurmak sadece babasının gayretiyle olmuyordu. İlkokulu bitirince babası anasına “Oğlan büyüdü, bazarlara birlikte gideriz. Tek başına indir bindir olmuyor. Hem o da ticarete alışsın gari.” demiş ve o günden sonra oğlanı pazarlara yanında götürmeye başlamıştı.

Sattığı şeyler ucuz giyecek, lastik çizme ve ayakkabılardı. Onları şehirdeki toptancıdan alır, pazar pazar dolaşır, satardı. Oğlan da işi kavramış, satışları artmıştı. Anasına “Oğlanı okutmadığımız iyi oldu, canavar gibi maşallah, iyi bazarcı olucak.” diye oğlunu kaç kere övmüştü.

Sarışın oğlan kendini bunlarla avutmuş, okula gönderilmeyişini neredeyse unutmuştu. Ama şimdi karşısındaki çocuk okula kayıt olmaya gittiğini söyleyince içinde küllenen okuma isteği yeniden depreşmişti. Çocuğa usulca “Bubanın gıymetini bil. Oku, hayat çok zor arkıdeş.” diye çok bilmişçesine fısıldadı.

Sarışın oğlanın bu fısıltısını babası da duymuş, çocuğunun okul özlemi çeken sözleri içini “cız” etmişti.

Çocuğun babası da duymuştu sarışın oğlanın fısıltıyla çocuğa “Bubanın gıymetini bil. Oku, hayat çok zor arkıdeş” deyişini duyunca derin bir iç çekmişti. “Koyacak bir yer bulamazsa oğlanın hevesi büsbütün kırılacaktı.”

Adam kendi kendine “Başıma iş aldım, çık bakalım işin içinden.” diye söyleniyordu.

Sarışın oğlanın babası usulca “Çok iyi yapıyon arkıdeş, bak benim oğlan heç belli edmiyo emme içinde uhde galmış. Okumayı bu gadar çok isdediğini bilsem ganımı satar okudurdum.” dedi.

İkisi de sarışın oğlan ve çocuğa baktılar. Onlar kendi aralarında sohbete dalmış, babalarını dinlemiyorlardı.

Çocuğun babası oğlanın babasına “Öyle deyon arkıdeş de bizimki hâlâ belli değil. Çocuğa bir yer bulursam okudcem, yoğusam kös kös geri gelcez. Valla netceemi şaşıdım.” diye dert yandı. Sarışın oğlanın babası “Valla arkıdeş, onu bunu bilmem, bak benim oğlan ilkokulu bitireli kaç yıl oldu. Bazarcılığa alışdı deyodum, duydun. Hâlâ içi yangın. Ben bileydim böyle oluceni valla ne yapar yapar oğlanı okudurdum.” dedi. Çocuğun babası “Öyle yapmak lazım, ben de çocuğu okutmak için ne gerekirse yapıcem.” dedi.

Çocuk, babasının sesi kulağına gelince dikkat kesildi. Babasının en son “Çocuğu okutmak için ne gerekirse yapıcem.” dediğini duyunca içi titredi. Ayıp olmayacağını bilse dönüp babasının boynuna sarılacaktı. Ama babası hep ciddiydi. Öyle ki kaç kez içinden babasının boynuna sarılmak geçmiş, onu öpmek istemiş ama hep çekinmişti.

Hâlbuki iyi hatırlıyordu. Daha okula gitmediği yıllar babası kaç kere onu kollarından tutup omzuna bindirmişti. Çocuk o sıralar babasının gücüne hayran kalıyordu. Ama okula başladıktan hele dördüncü sınıfa geçtikten sonra babası ona karşı çok değişmişt. Bir keresinde babasının anasına “oğlan böyüyo, artık çok şımartma, yoğusam Davut gibi sırnaşık bi şe olur” dediğini duymuş, babasının niçin böyle mesafeli olduğunu küçücük yaşına rağmen anlamıştı. İçinden kendi kendine ne olursa olsun anasının emmisinin kızının oğlu Davut gibi şımarmıyacağına, okuyup büyük adam olacağına söz vermişti.

Tabi bu çocuğun duygularını babası hiç bilmeyecekti.

Bunlar aklına gelince kendini tuttu.

Sarışın oğlan usulca tekrar “Buban gıymetini bil” diye fısıldadı. Babaları kendi aralarında sohbete daldıkları için sarışın oğlanın çocuğa “Bubanın gıymetini bil” dediğini duymamışlardı. Çocuk sarışın oğlana gözüyle “Tabii bileceğim” der gibi baktı.

Çocuk sarımsak kokusundan kurtulmak için brandayı hafif aralayınca gökyüzünün bulutlandığını gördü. İçinden ‘Yağmur yağıcek, rahmette hayır varımış’ diye geçirdi.

Bulutlar havada hızla oradan oraya savrulup “dalazlanıyordu”. Bu sırada havalanan bir gurup keklik hızla tepelere doğru uçtu. Üç dört kırlangıç hemen kamyonun yanında belirdi. Sanki kamyonla yarış eder gibi bir süre uçtular, onlar da sola kıvrılıp gittiler.

Kırlangıçları görünce çocuğun aklına büyütmek için aldığı kırlangıç yavrusunun ölüşü gelmiş, hüzünlenmişti. Köyde kuş yavrusu bulunca alıp getirir, büyütürdü. Kaç kere kerkenek, karga yavrusunu büyütüp uçurmuştu. O kırlangıç yavrusunu da bir ağacın dibinde bulmuştu. Bir süre anası gelir uçurur diye beklemiş, gelen giden olmayınca kırlangıç yavrusunu alıp eve getirmişti.

Zaten kanadı da kırıktı. Ne kadar uğraştıysa olmamış, sonunda ölmüştü. Kuşu götürüp bulduğu ağacın dibine gömmüştü. Kırlangıçları görünce aklına bunlar gelmişti. İçinden ‘Emme bende günah yoğu ki, elimden geleni yapdım.’ diye kendini teselli ediyordu.

O yıllar henüz vara yoğa bilinçsizce tarım ilacı kullanılmıyordu. Her yerde dolu, çeşit çeşit kuş vardı. Kerkenekler, kargalar, sığırcıklar, bülbüller, ebabil kuşları, atmacalar, aşağıda çayırda üveyikler, yaban ördekleri, kara mekeler olurdu. Arada bir kartalların süzüldüğünü bile görürdünüz.

Köyün aşağısında tarlalarda çil keklik sürüleri vardı. Tepelerde ala keklik de olurdu. Hele güze doğru bıldırcınlar sökün eder, aşağıda, biçilen arpa tarlalarında dolu bıldırcın olurdu. Köyde gençlerle daha büyükler keklik avına, bıldırcın avına giderdi.

Çocuk, avcıların el kadar bıldırcınlardan ne istediğini bir türlü anlayamazdı. Yiyorlar desek, her biri bir lokma bir şeydi. Bıldırcınların avlandığını görünce uykuları kaçar, kendi kendine eline hiç tüfek almayacağına, kuş avlamayacağına söz verirdi. Hatta gençlerin tepelere karatavuk, cırrık avlamak için kurdukları av sepetlerini kaç kere gidip bozmuş, bu yüzden yakalanıp gençlerden dayak yemekten zor kurtulmuştu.

Bunlar aklına geldi. Sonra köyde aşağı yukarı her evin damında mutlaka yuvası olan leylekler aklına geldi. Mübarek hayvanlar her yıl mutlaka bir yıl önceki yuvalarına gelip yerleşir, kışın rüzgârla bozulan yuvalarını tamir eder, sonra yumurtlayıp yavru çıkarırlardı.

Artık o sıralar köydeki öküz, inek, at, eşek seslerine özellikle akşamüzerleri leylek takırtıları da eklenirdi.

Köyleri hemen dağın dibindeydi. Kışın evlerinde sıcacık odalarında otururken dışarıdan dağdan gelen kurt, çakal ulumalarını duyunca ürperir, köpek havlamalarını duyunca da hoş bir güven duyarlardı.

Zaten her evin mutlaka bir köpeği olurdu. Onların da boz bir köpekleri vardı. Çocuk bu köpekle çok iyi anlaşmış, adeta arkadaş olmuştu. O yıllar her çocuğun mutlaka bir kuş yavrusu olurdu. Çocuklar onunla oyalanır, kuşu beslerler, sonra uçururlardı. Birbirleriyle kuşların güzelliğini yarıştırırlardı.

İşte kırlangıçları görünce hep bunları hatırlamıştı. Birden köyünü özlediğini fark etti. İçinden ‘Akıllım köy yerinden gaçımyon, anan tatillerde gelirsin dedi ya o zaman guş beslersin’ diye kendine söyleniyordu.

Bu sırada araba yavaşlamış, inleyerek gidiyordu. Babasının “Dokuz dolaşıma geldik” dediğini duydu. Araba da çok yavaş dönerek inmeye başladı. Kafasını tekrar brandanın altına soktu. Babasıyla öteki yolcuların usul usul dua ettiğini gördü. Korkuyla başını brandadan çıkardı. Dokuz dolaşımda kaç kez arabaların devrildiğini duymuştu. Kaç kere köyde anasının, büyüklerin dokuz dolaşımdan korkuyla bahsettiklerine şahit olmuştu. Hemen bildiği Süphaneke ve Fatiha dualarını okumaya başladı. Bu sırada kenardaki çamlar bir yakınlaşıp bir uzaklaşıyordu.

Çocuk arabanın her dönüşünü içinden sayıyordu. Sekize gelmişti ki araba birden hızlandı. Bir eksik saydığını, dokuz dolaşımın bittiğini fark edip sevindi. Tekrar havaya bakmaya başladı.

Araba hızlanınca kasanın kenarından gözüken ağaçlar ve telefon direkleri hızla geriye gitmeye başlamıştı. Telefon direklerini saymaya dalmıştı. Bu sırada hava koyu kurşuni bir renge bürünmüştü. Uzaklarda şimşekler çakıyor, gök gürlüyordu. Burnuna bir, iki derken daha hızlı damlalar düştü. Yağmur başlamıştı. Babası brandanın altından dürttü. “Brandayı ört, şindi yağmır hızlancek” diye seslendi. Çocuk brandayı örtüp altına girdi. Sarımsak kokusunun azaldığını fark etti.

Bu sırada yağmur çok hızlanmıştı. Brandanın üzerinde yağmur damlalarının tıpırtısı arttı. Bu sesler çocuğun uykusunu getirmişti, kafası sallanıyordu. Babası çocuğun uykusunun geldiğini görünce gülüp çocuğu dürttü. “Efendi uyuma, okucem deyodun, her gün erkenden kalk, okula git de gör bakam okumak neymiş” dedi. Çocuk babasının dürtmesiyle kendine geldi, babasının sözlerine gülümsedi. Öteki adamlar ve sarışın oğlan da gülümsüyordu.

Çocuk onların da güldüğünü görünce utanıp başını yere eğdi. Uykusunu kaçırmak için gözlerini ovuyordu. Bu sırada yağmur suları brandanın kenarından süzülüp kasaya doluyordu. Pazarcı, çuvallarına su gelmesin diye brandayı çekiştirirken hepsi altları ıslanmasın diye çömelmişti. Kamyonun hızından kasabaya girdikleri anlaşılıyordu. Çocuk merakla brandayı aralayınca yol kenarındaki evleri görmeye başladı.

Kamyon gitti gitti bir yerde durdu. Hep beraber hızla kamyondan indiler. Babası ve öteki adamlar sağanak altında pazarcının çuvallarını indirirken o, kenardaki kahveye yönelmişti. Onu gören kahveci el etti. Çocuk kahvecinin el ettiğini görünce babasına baktı. Pazarcının çuvallarını indirmesine yardım eden babası “İçeri gir, ben şindi gelcem” diye seslenince kahveye girdi.

Kahvenin bir köşesinde soba vardı. Henüz kış değildi; sonbaharın başındaydılar ama havalar erkenden soğumuştu. Kahveci sobayı yakmıştı. Dışarıdan ıslanıp gelenler sobanın kenarında kurulanmaya çalışıyordu. O da brandadan siyen sudan biraz ıslanmıştı. Diğerleri gibi o da kurulanmaya başladı.

Anası gömleğin üstüne bir şey giydirmemişti. Gömleğini geçen bayramda babası, pazarda sattığı peynir parasıyla bayramlık diye almıştı. Anası sabah giydirirken “Okula giderken boyun bağını dakar, öyle gidersin. Buban sene bi de ceket alıvecek. İşde o zaman dokdur gibi olucen valla.” demişti.

Sırtındaki gömleği kuruturken bunları düşünüyor, babasının bir an önce o ceketi almasını istiyordu. Çünkü gömlekle hafiften üşümeye başlamıştı.


 


 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..