Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '14

 
Kategori
Deneme
 

Bir uzun hikaye; O'nun hikayesi (üçüncü bölüm- devam edecek)

Bir uzun hikaye; O'nun hikayesi (üçüncü bölüm- devam edecek)
 

O çocuk


Babası çuvalları indirmeye yardım ettiği pazarcı ve oğluyla geldi. Hepsi sırılsıklam ıslanmıştı. Sobanın etrafında sıralanıp ısınmaya ve kurulanmaya çalışıyorlardı.

Daha önce kurunanlar da birer ikişer kahvenin içindeki masalara dağılıp sohbete başlamıştı. Kahvenin içi “vağıl vuğul” seslerle kaynarken kahvecinin garsonu da tepsinin üzerine koyduğu çayları masaların arasında müşterilere dağıtıyor, “değmesin beyler, yağlı boyaaa!” diye bağırıyordu.

Çocuğun şaşırarak garsona baktığını gören sarışın oğlan onun kulağına eğilip “Bu hep böyle bağırıp masaların arasında kendine yol açar.” diye açıkladı. Ama çocuk çayla boya arasındaki bağlantıyı bir türlü kuramamış, şaşkın şaşkın bakıyordu.

Sarışın oğlanın babasının “Oğlana alacağın şey bende varısa ucuza veririm” dediğini duyunca babasına baktı. Babasıyla göz göze geldi.

Babası bu sırada cebindeki parayı hesap ediyordu. Cebinde hepi topu kasaba verdiği keçinin parasından kalan on yedi lira vardı. Onunla oğlana bir ceket, bir kravat, bir şapka, bir de lastik pabuç alacaktı. Ama karısının tembih ettiği, kızların istediği şeylerden para artarsa aslında kundura alırdı, ama “Yok olunca yoku var etmek zor” diye düşünüyordu.

Bu düşüncelerle sarışın oğlanın babasına “Sağ ol arkıdeş, tabii önce senin sergiye bakarız, paranın yetdiği gadar bi şeyle alıcez” dedi. Bunları söylerken bir yandan garsonun getirdiği çayı karıştırıyordu. Oğluna da bir çay almıştı.

Onlar çay içerken biraz kuruyan sarışın oğlanın babası, oğlunu alıp sergiyi açmaya gitti. Yağmur da dinmiş, hava hafiften açıyordu. Adam oğluna masanın kenarındaki sandalyeye oturmasını söyledi, kendi de bir sandalye çekip oturdu. Yavaş yavaş çaylarını içiyorlardı.

Adam aslında çayı asker arkadaşının kahvesinde içmek istemişti. İlerideki kahve asker arkadaşınındı. Ne zaman kasabaya gelse mutlaka onun yanına uğrar, param ele gitmesin diye çayı orada içerdi. Gerçi asker arkadaşı her defasında “Ayıpsın bizim oğlan, goy o parayı cebine” dese de o ne yapar eder kahveden çıkarken çay parasını mutlaka adeta atar, kahveden öyle çıkardı. Bu asker arkadaşına çok değer veriyordu.

Askerliği cumhuriyetin ilk yıllarında birlikte yapmışlardı. O yıllar askerin “bitli piyade” diye nam saldığı, insanların bitten kırıldığı yıllardı. Askerlik yılları hep yoklukla geçmiş, o nedenle askerde herkes birbiriyle dayanışma içinde olmuştu. Hele bir de hemşeri olunca kardeşten ileri dostluklar oluşmuş, bu dostluklar askerlik sonrası da düğünde, bayramda, kederde, sevinçte sanki kardeşmiş gibi devam edip gitmişti. İşte çocuğun babasının asker arkadaşı, böyle yakın biriydi. Ama çocuğun babası arlı adamdı. ‘Haymedet arkıdeş deyi, varıp gayfesine kösülüp ver gelsin’ demiyordu.

Adam bu düşüncelerle, çocuk babasının alacağını söylediği ceket, boyun bağı ve parası yeterse alıvereceği lastik ayakkabının hayaliyle çaylarını içip bitirdiler. Adam cebindeki bozukluktan bir beş, iki iki buçuk kuruş ayırıp on kuruş olan çay paralarını verdi. Garson parayı alıp boşları götürürken adam oğluna “Hadi bakam, çıkam” dedi. Çocuk babasının arkasından çıktı. Az ileride, kahvenin hemen dışındaki sarışın oğlanın babasının sergisine yöneldiler.

Sarışın oğlanla babası çuvaldan çıkardıkları malları tezgâha sıralıyorlardı. Malların içinde neler yoktu ki? Ceketler, gömlekler, ayakkabılar, öğrenci şapkaları, hatta boyun bağı bile vardı.

Çocuk o boyun bağının adını akşamdan beri hatırlamaya çalışıyordu. Bir türlü hatırlayamadığı için de kafasına ağrı girmişti. Serginin yanına varmışlardı. Çocuk sabırsızlıkla boyun bağlarından birini eline alıp “bunlar kaça?” dedi.

Babası oğlunun kravatı tutup kaça demesine şaşırmış, biraz da densizlik sayıp kızmıştı.

Çocuk bunun farkında değildi, bir an önce adını öğrenmek için elindeki kravatı gösteriyordu. Sarışın oğlan “Ha kravatı mı soruyorsun?” deyip fiyatını söyledi. Ama çocuk fiyata hiç dikkat etmemiş, boyunbağının adının “kravat” olduğunu duymuştu sadece. Unuttuğu şeyi hatırlamış olmanın verdiği çok büyük bir rahatlama içinde kravatı elinde tutup içinden “Unutma salak! Bunun adı kravat.” diye tekrar ediyordu.

Babası çocuğun dalıp gittiğini fark etti. “Hadi bakam, gey şu ceketi” diye sarışın oğlanın babasının uzattığı ceketi gösterdi. Çocuk kendini topladı, içinden “kravat” diye tekrar ederek ceketi giydi. Ceket az büyüktü.  Babası “Az büyük olsun, bunla çabuk büyüyo.” deyince çocuk bu ceketin alınacağını anlayıp sevindi. Babası parasını sordu.

Sarışın oğlanın babası bu ceketi toptancıdan üç liraya almış, “tutturabildiğine” yedi, sekiz liraya kadar satıyordu. Ama adamın oğlunu okutmak için gösterdiği gayretini görüp canı acımıştı. Ayrıca adam o yağmurun altında canla başla gayret edip çuvalları indirmesine yardım etmişti. İçinden ‘Ramazan da yaklaşıyor, hayrım olur.’ diye düşünüp “Bu ceket benden oğlumuza hediye olsun. Büyük adam olunca beni hatırlasın.” dedi.

Satıcının bu sözleri üzerine çocuğun babasının içi titremiş, oğlan da şaşırmış bakıyordu. Çocuğun babası adamın sözlerine çok sevinmişti ama ceketi kapıp almak olmazdı. “Olmaz arkıdeş, sen kaç para, onu de” diye ısrarcı oldu. Satıcı “Tamam gardeş oldu tamam. Sen başka alcen şeyleri söyle. Ben onlardan gazanırım olur biter” diyerek para almak istememekte ısrar edince çocuğun babası “Sağ ol bizim oğlan, bu eyiliğini unutmecez” dedi. Sonra bir kravat, bir de şapka alacağını söyledi. Onları da çocuğa verdiler. Çocuk hemen şapkayı giydi. Sarışın oğlanın yardımıyla kravatı boynuna taktılar.

Adam ceket beleş olunca bir de ayakkabı almayı düşündü. Lastik pabuçlardan oğlunun giydiği numarayı bulup oğluna “şunları gey bakam.” dedi.

Çocuk sevinçle ‘cızlavet’ lastik pabuçları giyerken gözü az ilerideki bir çift kundura ayakkabıdaydı.

Sarışın oğlan çocuğun kunduraya baktığını görünce kunduraları eline aldı, babasıyla göz göze gelerek sanki anlaştı “al arkıdeş, bunla da benden olsun” dedi.

Satıcı adam, şaşkınlıkla bakınan çocuğun babasına gülümseyerek “Arkıdeş senin oğlanı ikimiz de sevdik, okusun büyük adam olsun yeter.” dedi. Ardından çocuğa ayakkabıları giymesini söyledi.

Çocuğun babası “Sağ ol arkıdeş, borcumuz ne?” diye sordu. Satıcı “Üç lira ver yeter” dedi. Çocuğun babası çok şaşırdı, ne söyleyeceğini bilemez hâlde cebindeki paradan üç lira sayıp satıcıya verdi. Sonra oğluna “öp amcanın elini” dedi. Çocuk sevinçle adamın elini öptü. Adam eğilip yanaklarından öperken çocuğa usulca “Oku, büyük adam ol, bubanın gıymetini bil” dedi. Çocuk “tamam” der gibi başını salladı. Sarışın oğlana da “sağ ol abi” dedi.

Adam da biraz ağlamaklı olmuştu. Burada kalmaya devam ederse sarışın oğlanın ve babasının boynuna sarılıp ağlayacaktı. Oğluna “Hadi bakalım, üst baş tamam. Şindi galıcek bir yer bulalım, sonra okula gaydolcen” dedi ve yürüdü.

Çocuk da arkasından elinde torbası ve kundurayı giyince çıkardığı eski ayakkabıları olduğu hâlde yürüdü gitti.

Bu sırada arkalarından bakan sarışın oğlanın babası, oğlunun okuma isteğine aldırmadan onu pazarcı yapmanın üzüntüsüyle oğlunun başını okşadı. “Okusan iyiydi emme sen iyi bi bazarcı olcen. Herkezden çok gazanıp rahat edicen. Biz işimize bakam” dedi. Baba oğul üzerlerindeki hüzünlü havadan çabucak sıyrılıp sergiye gelen müşterilerle ilgilenmeye koyuldular.

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..