Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ağustos '07

 
Kategori
Blog
 

Blog No: 100, Henüz herşey yeni başlıyor

Blog No: 100, Henüz herşey yeni başlıyor
 

Yaklaşık yedi ay önce başladığım blog serüveninde üç basamaklı bir sayıya ulaşmanın heyecanı var bugün.

Zihnimi o kadar sorgulamama karşın bir türlü Milliyet Blog’la ilk ne zaman karşılaştığımı hatırlayamıyorum. Belki de ilk yayına girdiği tarihlerde bile karşılaşmış olabilirim. Milliyet Gazetesi’nin web sayfasının müdavimlerinden sayılırım ne de olsa. Ama galiba blog kelimesinin anlamını ilk çözmeye çalıştığım vakitlerde, Radikal Gazetesi’nin Pazar eki olan Radikal İki’nin, 2007 Ocak’ın ilk sayılarında yapılan “blog özgürleştirir mi?” sorusuna cevap arayan tartışmaya denk gelmem, beni bu mecra ile daha fazla ilgilenmeye sevk etti. Aslında o günlerdeki tartışma ve üzerinde durulan “etkileşimli sanal ortamla” ile ilgili de bir blog yazmayı isterim. Özellikle o tartışmalarda geçen ve büyük olasılıkla blog yazanları tanımlamak için kullanılan “vatandaş gazeteciler” tanımı çok ilgimi çekmişti.

Şu anda Milliyet Blog’la kurduğum ilk bağın, 14.11.2006 tarihli olduğunu, kayıt tarihinden öğrenebiliyorum. Ancak bu Milliyet Blog’la aktif ilişki kurduğum tarihi ifade etmiyor. Çünkü ilk yazımı 31.01.2007 tarihinde kaleme almışım. Yani kayıt tarihinden bir buçuk ay sonra. Bu dönemde kısa zaman aralıkları ile yazıları takip ettiğimi hatırlıyorum. Ve yazı yazmak için uzun süre cesaret bulamadığımı, cesaret bulduktan sonra yazacağım yazıya karar veremediğimi, yazıya karar verdikten sonra bir türlü karalamaya bile başlayamadığımı ve neticede zoraki bir yazıyı yayına vererek ilk adımımı atmış olmamı rahatlıkla hatırlıyabiliyorum. Zihnim utançla hatırlayacağım anılarımı kaydetme konusunda büyük bir beceri sergilemiş her zamanki gibi.

O yazıyı tekrar her okuyuşumda, ne kadar köşeli, kalas ve zorlama bir yazı olduğuna daha fazla kanaat getiriyorum. Ve ne yazık ki, bu sınıfa soktuğum yazılarım bu yazımla sınırlı değil. Hatta oldukça fazla olduğunu da söyleyebilirim ama şu ana kadar beğenmemiş olmamdan dolayı herhangi bir yazımı yayından çekmiş değilim. O yazıların kendimin aynası olduğu düşüncesi ile korumaya devam ediyorum. En azından başka bir yerde arşivleyene kadar şimdilik Milliyet Blog arşivimde durmasında bir sakınca yok bence.

Evet, kısacası Milliyet Blog’da blog yazmaya başlayalı 7 ay, diğer bir ölçü ile 213 gün olmuş. Ve bugün yüzüncü blogumu yazıyorum.

Açıkçası kendimi uzun bir serüvenin ilk dönemlerinde gibi hissediyorum. Hani bir roman okumanın, ilk dönemlerinde karakterleri, hikâyenin geçtiği mekânları kendi zihninizde şekil şemaile soktuğunuz, yavaş yavaş kendinizden bir şeyler katmaya başladığınız ve ilerledikçe kendinizin de içinde var olduğunuz bir maceraya dönüşmesi gibi.

Yüzüncü blog bu maceranın belki de henüz ilk sayfası gibi. Bütünden oldukça kopuk, henüz olgunlaşmamış, kıvama gelmemiş, karakteri oturmamış, tarzını yaratamamış ilk dönemi. Anlayacağınız blog kavramı uzun ölçekli bir proje benim için.

Bu dönemi daha çok bir disiplinin yaratılması süreci olarak görüyorum. Roman okuma işinden örnek vermeye başladığımıza göre devam edelim; Bir roman okumaya başladıktan sonra ilk yirmi sayfasını devirince gerisinden korkmam. Çünkü romanı beğenmemiş bile olsam romanla aramda sıkı bir bağ oluşmuştur. Kitabı elime almadığım her gün bende bir huzursuzluk, bir eksiklik hissi hep kalır. Ve bu yarım kalmışlık hissi bir şekilde romanı bitirmeme vesile olur. Şimdi blog ortamında da benzer bir bağı kurduğumu düşünüyorum. Belli bir sürenin üzerinde yazı yazmadığım veya yazı okumadığım zamanlarda bir eksiklik hissi fazlasıyla oluşuyor.

Açıkçası bu disiplini kurmak için kendimi zorladığımı ve bu zorlamalar esnasında oldukça anlamsız, içeriksiz yazılar yazdığımı da itiraf etmek istiyorum. Ancak eğitimini aldığım mesleğim dolayısı ile eskiz çalışmalarının önemini fazlası ile biliyorum. Büyük tasarımlara genellikle küçük eskiz, karalama çalışmaları ile ulaşıyorsunuz. Yani büyük fikir bir anda zihninizde parıldamıyor, önce küçük kıvılcımlar aracılığı ile ateşi yakmaya çalışıyorsunuz ve şansınız yaver gidip de barutun yanından yakınından geçecek olursunuzda, o büyük fikirler, eserler, tasarımlar ortalığa şaşalı bir patlama ile saçılıyor.

Bu nedenle yazılarımın büyük bir çoğunluğunu beğenmesem de, bir kısmındaki fikirlerime sonradan okuduğumda katılmasam da, hatta bazılarını çok saçmada bulsam müdahale etmemeyi uygun buluyorum. Şu ana kadar hiçbir yazımı, ilk yirmi dört saat haricinde ve dilbilgisi hataları dışında düzeltmedim. “Edebi anlamda son derece kötü bir yazı da olsa, içerik anlamda hata da barındırsa, bu beceriksizliklerin ve hatanın sahibi benim ve bu olsa olsa benim geçirdiğim bir aşamanın tanığıdır” anlayışı ile hareket ettim.

Ancak elbette bu hatalarımı görmezden geldiğim ya da önemsemediğim anlamına gelmez. Bence yazı yazma konusunda ciddi sıkıntılarım var. Öncelikle kullandığım dilin, yani Türkçenin kurallarını yeterince iyi bilmediğimi fark etmemi sağlayacak, bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Özellikle uzun cümle kurma özentisi içinde olan birisi olarak, dilbilgisi noksanlarımı yazılarımda fazlası ile sergilediğimi biliyorum. Hala neredeyse her açtığım yazımda ifade hatalarına rastlıyorum. “-ki” ve “-de, -da” ayrımları ise ayrı bir sıkıntı ama yazılarımı öncelikle kural ölçebilen bir metin programı ile yazınca bu sorunu kısmen de olsa aşabiliyorum. Ancak bu programlar bile, benim uzun cümlelerim karşısında büyük olasılıkla dumura uğrayıp, kuralları işletemez hale geliyorlar. Ya da henüz teknolojinin ulaştığı seviye ürettiğim problemleri çözebilecek seviyede değil.

Aslında daha önceki 99 blogumun tek tek arka plan hikâyelerini de aktarmak isterim. Neticede onlarında bir şekilde “kamera arkası görüntüleri” var. Ancak çok ilgi çekeceğinden emin değilim.

Ancak genel olarak ele aldığımda, bu 100 blogluk serüvende, oluşturduğum disiplin dışında belli ilkeleri de kendi adıma geliştirebildiğimi düşünüyorum. Öncelikle “tiraj”ı önemsesem de, “tiraj”ı yükseltmeye ön plana alan yazılar yazmadığımı düşünüyorum. Bu anlamda cinsel öğelere, figürlere ve konulara yazılarımda, başlıklarında ve görsellerinde yer vermedim. Enerjimi, blog platformu, onun üyeleri üzerinde tartışma çıkaracak şekilde yoğunlaştırmamaya özen gösterdim. Yazılarımda, hakaret, küçük düşürücü ifade, küfür barındırmadım ve bu nedenlerle herhangi bir yazım yayından çekilmedi. Ve bundan sonrada bu ilkeler doğrultusunda devam edeceğimi düşünüyorum.

Bu ulaşılan blog sayısı üzerinden yazı yazarken, aslında blogun tek yönüne bakmış oluyoruz. Çünkü blog ortamının bir yönü yazı yazmaksa diğer yönü de yazı okumaktır. Ben bu konuda ne kadar yeterliyim açıkcası bilemiyorum. Şu an “Blog Habercim”de yaklaşık yirmibeşe yakın blogcu kayıtlı ama bir günde bu isimlerden dolayı en fazla 10 adet yazı düşüyor mail kutuma ve ne yazık ki zaman zaman bunların dahi tamamını okuyamıyorum. Ancak bu, bu isimler dışında kimseyi okumadığım anlamına da gelmiyor. Ana sayfadan da gözüme çarpan yazıları okumaya çalışıyorum ama keşke daha fazla vaktim olsa ve daha fazla yazı okuyabilsem. Ve elbette daha fazla yorum yazabilsem. Bu konuda ki en büyük kusurum kısa yorum yazamıyor olmam ve bundan dolayı da beğendiğim veya eklemede bulunmak istediğim yazılara dahi yorum yazmaktan üşenmem.

Neyse topu topu yüzüncü blog için fazlaca kafa şişirdim zannedersem. Bu kadar lafın kısası ve özü; daha uzun süreler, daha çok blogda buluşmak dileği ile, kendim ve hepimiz adına teşekkürler Milliyet Blog,
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..