Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bozuk niyetler akademisi

Tuncay: Yahu bir kere olsun şu balık tutma hadisesinden elimiz boş dönmesek be abi. Yaptığımız onca masrafa yazık oluyor.

Okan: Bozma moralini. Bu sefer o kadar da zararlı sayılmayız serpeler yeterince iri, hem şu yengeci de hafife alma bence, akşam kuracağımız sofranın onur konuğu olacak kendisi.

Tuncay: Sen o yengeci pişirmesini becerirsen ben de yufka açacağım abi. Hiç umudum yok senden.

Okan: Heyt be mübarek kafam kadar eleman. Ehe eh gözlemeci Tuncay bacı, sen kayanın üzerinde el kadar likkozlarla uğraşırken kardeşin suyun içinden çekip aldı bu aslan parçasını be, yirmi dakika peşinden koştum bu kabadayının. Yalnız bunu nasıl pişireceğim onu bilmiyorum bak, o konuda haklısın. Neyse sonuçta önce haşlayıp sonrasında kızarttığımız zaman yenilecek bi hal alır, olmazsa da kedilere yarar. Tereyağında mı yapsam acaba bunu? Tereyağında çarığını kızartsa yer insan.

Tuncay: Bizim evde tereyağının ne işi var oğlum, iyice sapıttın sen de. Çarık esprin de iğrençti bu arada. Ben gidip İsmet amcayı çağırayım, hem yengeç konusunda enteresan fikirleri olabilir.

Okan: İyi olur babacan. Bilmediği .ok yoktur onun. Önce bakkala inip nevaleyi kotar, sonra da Saliha teyzeye çaktırmadan al gel İsmet amcayı, ben de o zamana kadar salata...

Tuncay: Oğlum bende hiç para kalmadı.

Okan: Onu biliyorum be Tuncay, başka şeyler söyle, yeni cümleler kur artık bana. Mesela ‘Okan bende para yok ama bu nevaleyi alamayacağım anlamına gelmesin, ben bir iki tatlı dille Yusuf abiye bağlamayı çeker hafta sonuna kadar veresiye defterinde beyaz bir sayfa açmasını sağlayabilirim’ de.

Tuncay: Ulan o veresiye, bu veresiye suratım eşek derisine döndü gitti. Özgüvenim sarsıldı be.

Okan: Bu sene eşek derisi modaymış Tuncay. Üzülme yani.

Tuncay: Neyse babacan ben gidiyorum operasyona sen de şu kısmen başarılı geçen avın, üzerinde yarattığı sevindirik etkiden kurtulup kendine gelsen iyi olur. Hiç komik değilsin yani.

Okan: ‘arabaya taş koydum hanımım, arabaya taş koydum, ben bu yola baş koydum hanımım’ hadi eller Tuncayım oturmaya mı geldik...

Tuncay: Anladım abi ben seni... ‘Kafayı yiyip kurtuldum’ diyorsun. Tanrı ıslah etsin o zaman.

(akabinde)

İsmet amca: ... Yine bir gece açık denizde avlanıyoruz, beyhude seyrediyorum etrafı derken çocuklar bir baktım suyun üzerinde iki tane kocaman göz beni gözetliyor sanki saatlerdir orada durmuş da ne yaptığıma bakıyor gibi. ‘Lan’ dedim ‘acaba bizim bacanak şaka mı yapıyor bana?’ Baktım bu da kayıkta oturmuş baragadi yemliyor, bi besmele çekip tekrar eğildim suya, meğer bana şaban şaban bakan şey Akdeniz fokuymuş, bir iki balık attım buna kuyruğunu vura vura alıp gitti... Yalnız serpeler mazot kokuyor çocuklar, yemeyin bunları. Hah yavrum getirdiniz mi yengeci. Aferin çocuklar yemek konusunda kendinize yetebiliyor olmanız iyi bir şey, ileride çok faydasını görürsünüz. Yengeç de tekerlek kadarmış ha.

Okan: Yeterince gördük zaten İsmet amca, ömrümüz; bisküvi, tavuk döner ve simit yiyerek geçti. Kırk yılda bir balığa gidersek de bu yaratıkları yiyoruz işte. Öyle deli gibi her şeyi yeme hevesini de kendime yakıştıramam gerçi. Allah ne verdiyse hesabı.

İsmet amca: Yine de öyle olsun. Eee Tuncay senin pek sesin soluğun çıkmıyor bu gün.

Tuncay: Şiir yazıyorum ismet amca. Balıklar ve deniz hakkında, tabi içinde aşk ta var.

İsmet amca: Evladım iki satır laf ediyoruz şurada, sırası mı şiirin, şarkının... Eee ne diyordum o zaman demiryollarındaki işimden daha ayrılmamışım, hiç unutmuyorum 82 anayasasının referandumu vardı benim ortanca biraderle İstanbul’dan, iki de bir freni patlayan Allahlık bir kamyonete atladık Antalya’ya geliyoruz. Kamyoneti birader kullanıyor, ben de nasıl olduysa uyuyakalmışım. Bir zaman birilerinin bağırışıyla açıverdim gözlerimi.

Okan: Eşkıyalar mı bastı?

İsmet amca: Dur be yavrum, oralarda ne işi var eşkıyanın. Eee ne diyordum ben ... hah; jandarmayı ‘Biz Antalyalıyız memleketimize gidiyoruz’ diye ikna etmeye çalışıyorum.

Okan: İyi de İsmet amca jandarma nereden çıktı en son ‘gürültüden uyandım’ felan diyordun.

İsmet amca: İşte o patırtı jandarma erlerinden geliyormuş biz yolda adamın ineklerini zayi edince...

Okan: Kelime anladıysam terbiyesizim. İnekler nereden çıktı? Ya İsmet amca ben hikayenin serim, düğüm bölümünü öğrenmekten vazgeçtim sen direkt sonuca gelsen.

Tuncay: Babalar aranıza giriyorum ama ben İsmet amcanın anlattığı o hikayeyi biliyorum geçen gece sen Belek’teyken anlattıydı. Sonunda öyle pek matah bir şey olmuyor zaten, geceyi orada geçirip sabah ineklerini ezdikleri köylüyle beraber jandarma nezaretinde bir bankaya gidip adamın zararını ödüyorlar. Hepsi bu yani.

İsmet amca: Hepsi bu olur mu evladım. Adamla sonra ahbap olduk ‘Ya ben telaşımla size kabalık yaptıysam kusuruma bakmayın, bu iki inekten başka bir şeyim yok benim’ diye ağladı durdu garip. Gerçi o da biraz hatalı, gecenin bi yarısı insan ineklerine sahip olmaz mı? dua etsin bizim gibi ehlî namus insanlara rastladı. Başkası olsa o saatte Anadolu yollarında iki tane ölü ineğin sahibini arar mı?

Okan: Hayvanlara da yazık olmuş be. Ne güzel de kebabı olurdu oysa onların.

İsmet amca: Neyse ne diyordum.... o zamanlar bu oturduğumuz apartmanın yerinde bahçe içinde yüksek tavanlı ahşap bi ev vardı, biz burayı aldığımızda evin her tarafı kuyu. Su kuyusu, zeytin kuyusu, şarap kuyusu... Dedim ‘yahu hanım bizim bu kuyularla ne işimiz olur dolduralım gitsin’ çoluk çocuk içine düşer diye işkilleniyorum senin anlayacağın. Artık ne kadar derinse tonlarca taş attık içine ama dolmadı kuyular baktık olacak gibi değil üzerine betonla örtüverdik.

Tuncay: Eskiden kalma bir Roma dehlizi olmasın lan bizim apartmanın altında. İsmet amca sen bize izin ver yarından tezi yok kazalım Okan’la, bakarsın para edecek bir şeyler çıkar.

İsmet amca: Ooo sizden önce ne uyanıklar gelip kazdı buraları. Biri de bizim ortanca damattı. At kemiğinden, nal çivisinden başka bir şey bulamadılar.

Okan: Peki İsmet amca aslı var mı bu defile olayının, ilk taşındığımızdan beri burası için duyarız benzer şeyleri.

İsmet amca: Valla ben burayı dul bi kadından aldım, rivayete göre rahmetlinin kendisi de gömücülüğe meraklıymış, öldüğü zaman karısı, öldü diye değil de ‘altınların yerini söylemeden öldü’ diye feryat figan ağlamış durmuş.

Okan: Vay be. Meğer amma ilginç bir yerde oturuyormuşuz. Tuncay var mısın abi yarından itibaren verelim kendimizi definecilik olayına.

Tuncay: Ben verdim bile abi, şu an masanın üzerine bakıyorum altın var mı diye. Yarın gidelim şey alalım... Neydi lan o aletin adı, paratoner miydi?

İsmet amca: Detektör oğlum detektör... Gerçi bizim evde olacak bi tane, dedim ya damat meraklıydı bu işlere.

Okan: Yaşa be İsmet amca sen bize birkaç günlüğüne versene onu...

İsmet amca: Avucunu yala.

Tuncay: Aşk olsun İsmet amca be, ne olacak birkaç günlüğüne versen de kısmetimizi kovalasak.

İsmet amca: vereyim de hepimizin başını derde sokun değil mi? kendinizi iyi yetiştirin siz, ruhunuzun çalışmaya, öğrenmeye ayarlayın o zaman detektöre falan ihtiyacınız kalmaz zaten. Yok öyle ucuza hayaller kurmak. Eh neyse ‘pamuk eller çetesi’ ben yavaştan gidiyorum eve Saliha teyzeniz huylanmasın...

Tuncay: Rüyamda kırk haramilerin mağarasında olacağım.

Okan: Ben de Haliç’in dibinde.

Allah rahatlık versin...


Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..