Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '13

 
Kategori
Mizah
 

Bu Amerikan filmi ne zaman "the end" olacak

Bu Amerikan filmi ne zaman "the end" olacak
 

Uzun yıllardır vizyonda olan AmeriKAN filminde, senaryo çok bildik, oyuncular berbat, soundtrack'de vahşet ve savaş çığlıkları hiç olmamış. Bu film ancak , Altın Ahududu (Razzies) ‘a her dalda aday olur.

Önceleri, mavi üniformalarıyla, atlarının üzerinde dıgıdık dıgıdık gelir, borularını öttürerek Kızılderili kovalarlardı. Afilli bir duruşları vardı. Kafa derisi yüzen Apachi’leri (Aslında bu bir Kızılderili savaş geleneğinden çok, Eski Dünya'dan gelen Avrupalılar özellikle de İngiliz ve Fransızlar tarafından kullanılan bir işkence yöntemidir ama nedense filmlerde hep Kızılderililer tarafından yapılır) ya da biraz daha naif olan Siu’ları yakalarlardı. Biz de, Kızılderililere karşı kazanılan her savaşın ardından, destan yazan Amerikan askerlerini alkışlardık.  

Kızılderililer, ateş suyu içer, dostluk çubuğu tüttürürlerdi. Onları avlamak isteyen soluk benizli adam ise, kimi zaman kabileye  sinsice bir dost gibi yaklaşır, hatta birlikte dostluk çubuğu tüttürürdü. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise, ateş suyundan kafayı bulan ve derin bir uykuya dalan Kızılderili kabilesinin kampı basılırdı.  Biz de bir “oh” çekerdik. Malum, Amerikan askerleri yine şanlı bir zafer kazanırdı.

Bu kahraman askerler, her daim, oklara karşı tüfekle savaşan Kızılderililer kadar mert ve yiğit olmayan ve filmlerin sonunda hep galip gelen taraftı.  

Kızılderililer ise, hep kendi ülkelerinde, zor koşullarda yaşamaya zorlanan ve topraklarına el konulan, reisleri bilge, kendileri doğaya saygılı ama hep yenik düşen vahşilerdi(!)

Bizlere gelince, bizler ayakta uyutulanlardık. Bu senaryoların gerçekliğine inanırdık. Çocuk saflığıydı bizimki, kolay kandırılırdık. Sokaklarda hulo hop çevirirdik. Biz gören bazı çocuklar bağırırlardı, “Hüloooğğğ hoppp…. hüloooğğğ hop…” sonra da, “Beyaz desene, beyaz desene” diyerek bizimle kafa bulmaya çalışırlardı.  “ Ne içtiniz siz, ateş suyu mu?” diye sorardık. “Ayran” derlerdi. “ Hadi len," derdik, "Ayran bu kadar kafa yapmaz…” O yıllarda western izlemek bir keyifti…

Bazı Amerikan filmlerinde ise, Kuzey,  Güney’i yenerdi. Sevinirdik, çünkü kölelik sona ererdi…  Madalyonun diğer yüzünü yine göremezdik. Madalyonu diğer yüzünde perde kararırdı, olanları net izleyemezdik.  Ama hayal meyal anlardık ki, Amerika özgürlükler ülkesi olsa bile, dünyanın her yanında köle avcılığını sürdürmekten vazgeçmezdi.

Bir başka filmde ise, Japonya,  Pearl Harbor’da, Amerikan donanmasını vururdu, Amerikalılarla biz ağlaşırdık…  Ardından  kahraman Amerikan ordusu,  Nagazaki ve Hiroşima’ya atom bombası atar, ödeşir ve oyunu şah mat edasıyla bitirirdi. Bir mantar duman yükselirdi  göğe, yüzbinlerce insan,  yanarak ve buharlaşarak, aynı anda ölürdü ve kuşaklar boyu sürecek bir trajedi başlardı… Perdedeki dram ağlatırdı.

Vietnam ise tam bir kahramanlık destanıydı. Hey gidinin koca Rambo’su… Bıçağını bir sallar pir sallardı.  Nasıl da vatanını savunan Vietnamlıları  yerle bir ederdi. Eee ne de olsa, İtalyan asıllı bir Amerikalı, tüm dünyaya bedeldi…  Dram, macera peşinde koşardı.

Sonraları, kahramanlarının, petrol ülkelerini,  kendi tarihlerinden, kültürlerinden ve doğal kaynaklarından özgürleştirdiği onlarca film izledik . Toplumları önce,  bakteri misali böler sonra da imha ederlerdi. Bazen, sıra bize de mi geliyor diye irkilirdik. Yok sıra mıra  gelmezdi. Biz zaten koltuklarımızda uyuklarken sıramızı çoktan savmıştık…

Bu arada ben de, Türkiye’de yaşayan sade bir Türk vatandaşı olarak genellikle uyuklayarak seyrederdim filmleri… Yine bir gün uyuyakalmışım. Birden kendime geldim. Bir de baktım ki bir bilim kurgu hikayesinin içindeyim.

 Filmde, 1900’lerin başlarındaki sığırtmaçlar ülkesi, 2000’li yılların dünyasına doğru,  en büyük süper güce dönüşme yolunda  hızla ilerliyordu.

Senaryo, fantastik gerçekçilik akımının izlerini taşıyordu. Grey ya da Gri adıyla tanıdığımız uzaylı varlıkların negatif olanlarıyla,  teknolojik işbirliğine gidilmişti.  Griler, oksijenli ortamları sevmiyorlardı. Karbon salınımının artması onlar için daha yaşanabilir bir gezegen oluşturacağından önemliydi.  Duygularını yitirmiş ve dünya insanları üzerinde deneyler yapmak isteyen bu negatif uzaylılar, fosil bazlı yakıtları kullanan bir teknolojiyi Amerikalıların paylaşımına sunmuşlardı. Dünyanın doğal kaynaklarına zarar vermesi garantili bu teknoloji, atmosferik dengeyi bozma açısından da oldukça etkiliydi. Etkiler, Dünya’yı negatif Griler için daha rahat yaşanır bir gezegen haline dönüştürecekti.

Bu teknoloji, Griler için oldukça ilkel ama dünyalılar için bir o kadar ileri düzeydeydi. Dünya insanlığı bu teknolojiyi ayakta alkışladı ve teknolojik devrim başladı.

Duygusuz negatif uzaylılar da başarılarını, donuk  bir edayla alkışladılar.  Her şey yolunda gidiyordu. Eninde sonunda, Dünya Gezegeni’nin doğal kaynakları hızla tükenecek, radyasyon yayan santraller, elektronik aletler, kimyasallar nedeniyle insanlar kanser ve türevi hastalıklara yakalanacaklar, bundan kurtulanlar ise, laboratuvarlarda üretilen suni virüslerin yaydığı salgın hastalıklarla yok edileceklerdi. Bu ve benzeri çalışmalarla, Dünya Gezegeni, negatif uzaylıların kullanımına hazır hale gelecekti.  Bir de nükleer bomba denemeleriyle kutup buzları da erdi mi iş tamam olacaktı. Suçu da ineklere at gitsin… Metan gazı yayıyormuş hayvanlar  ve  bu nedenleymiş miş miş..  atmosfer ısınıyormuş muş muş muş… buzlar bundan eriyor muş muş muş… yersen miş miş miş… Bazı insanlar yerdi ama diğer pozitif uzaylı varlıklar hatta, “Dünyayı Kurtaran Adam” filminin pelüş uzaylıları bile zor yerdi bu palavraları. Palavralarla dolu olsa da film, bilim kurgunun dibiydi.

Film, “Küreselleşme” adı altında “Maskeli Süvari”ler kıtasından dünyaya hızla yayılıyordu. Amerika, tüm dünyayı küre küre ilerlerken,  dünyanın her yanından, yolunacak kazlar akın akın izlemeye gidiyordu. Tüm zamanların hasılat rekorları kırılıyordu.

Dünya yükselmiş insanlığı ise, “Bu kadar da değil yuh artık!” yorumlarıyla  izliyordu filmi. Onlara göre bu film, herkesin bildiği, sıkıcı bir senaryo üzerine kurgulanmıştı. Bilim kurgu falan da değil, basbayağı fantastik bir komediydi.

Ben  şu sıralar, filmi hala izlemeye devam ediyor ve  hevesle, romantik komediye dönüşmesini bekliyorum. Dünya “Altın  Çağa” kanat açtı, gidiyor. Bu gidiş engellenemez. Negatif uzaylılar pılılarını pırtıların toplayıp, çırpı bacaklarıyla, yavaştan yavaştan sahneden çıkma zamanları geldi.  Hissediyorum ki, film, bundan sonra, yükselmiş bilinçli insanların, ışık ve sevgiyle bezedikleri, tüm kainatla  birlik, barış içinde yaşadıkları bir platoda geçecek. 

Mısırları patlattım bekliyorum. Osho’da yanımdaki koltukta oturmuş bekliyor. Biraz sıkılacak olsam, “ Hayat bir film, koltuğunda rahatça otur ve keyifle izle. Tuzu uzatır mısın dostum, mısırlar gdo’lu galiba tadı kaçmış,” diyor.

Film, inanıyorum ki, dünya insanlığının öpüşüp barıştığı, bir öpüşme sahnesiyle “The End” olacak… Bu romantik son kareyi yakalamayı başaramadığımız bir son ise, yandığımızın resmidir. İşte o zaman, gerçekten negatif uzaylılar öpecek hepimizi.:)

 
Toplam blog
: 65
: 722
Kayıt tarihi
: 18.07.09
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo- Televizyon Bölümü'nü bitirdi. 1987 yılından bu yan..