Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '19

 
Kategori
Kültürler
 

Bu Hanımı Dinleyin Lütfen!

Şu gâvurları anlamak mümkün değil! Ya bizde bir eksiklik var, ya onlarda…

Yok canım, bizde niçin bir eksiklik olsun ki! Mutlaka onlardadır eksiklik! Biz niçin yanlış düşünelim,  biz niçin yanlış yapalım! Gelin, şu konuyu iyice bir deşelim:

Sözgelişi, hali vakti yerinde bir insansınız. Ve bir tek evladınız var. Oğlan ya da kız, ne fark eder! Diyelim ki, liseyi bitirdi; biricik varlığınız. Haklı olarak:

 “Haydi, çocuğum; sıra şimdi üniversitede…” diyorsunuz.

“Hayır, anne! Hayır, baba! Ben üniversitede okumayacağım” diyor.

Israr etmezsiniz elbet, değil mi? Liseyi bitirdiğine göre, 18 yaşını da geçmiş demektir ki, kendi kararlarını kendisi verebilecek özgür bir yurttaştır artık o. Bu durumda, söylenecek en doğru söz, “Hay hay çocuğum, sen bilirsin” demekten başka ne olabilir?

“Pekiyi, madem okumak istemiyorsun, o halde bir iş bul, çalış” der misiniz?

Dediğinizi varsayalım. Üç ay geçti, beş ay geçti ama iş bulmak için hiçbir çaba göstermiyor. Sizin bulduğunuz işlere de burun kıvırıyor.

“Aman, çalışmazsa çalışmasın. Benim gelirim ona da yeter. Zaten bir tek evladım var. Ne diye üzeyim onu?” mu dersiniz, yoksa:

“Bak canım, çalışmak her insanın hem hakkı hem görevidir. Ya üniversiteye gider okursun, ya iş bulur çalışırsın. İkisine de hayır dersen, bu evde yerin yok senin; çıkıp gidersin.” diyerek kesin bir tavır mı sergilersiniz?

İnanıyorum ki ben, ülkemizde hiçbir anne, baba; henüz 18 yaşındaki biricik evladına, “Ya iş bul, çalış; ya evi terk et” demez, diyemez. Sözgelişi böyle vicdansız bir anne baba olsa, başta en yakın akrabaları ve komşuları olmak üzere, bu yanlış karardan hemen döndürürler onları. Başkalarını bırakın da diyelim ki siz:

“Malınız var, mülkünüz var. Geliriniz de gayet iyi. Bu çocuğun çalışmasına muhtaç mısınız sanki? Kefenden başka kim, ne götürmüş ki mezara? Üzmeyin biricik evladınızı. Çok pişman olursunuz sonra. Vazgeçin bu yanlıştan. Bırakın şu inadı.” demez misiniz?

Ama şu gâvurlar, özellikle şu Almanlar, bizim gibi düşünemiyorlar, ne yazık ki! Nerden mi biliyorum? H. Esat Yavuztürk’ün Umut Peşinde adlı anı-romanında anlattığı bir anısından… Merak edeceğinizi bildiğim için, özetleyivereyim:

1960’lı yıllarda Almanya’da çalışan Kemaliyeli işçimiz Hüseyin, ay sonu, çalıştığı fabrikadan ücretini alır almaz, ev kirasını ödemek ister. Bu amaçla ev sahibinin kapısını çalar. Ev sahibi, 50 yaşlarında dul bir hanımdır. İçeri buyur eder Hüseyin’i. Hoşbeşten sonra, yurttaşımız:

“Madam, oğlunuz Karl nerde?” diye sorar.

“Karl evde yok.”

“Bir yere mi gitti?”

“Hayır, kovdum O’nu evden.”

Madam şaka mı yapıyor acaba, diye düşünüp duraklar Hüseyin. Öyle ya, maddi durumu iyidir; ev sahibi hanımın. Ve de Karl, evin tek çocuğudur.

“Affedersiniz, anlayamadım. Niçin kovdunuz ki?” diye sorunca Hüseyin, şu açıklamayı yapar Madam:

“Karl, liseyi bitirdi bu yıl. Üniversiteye gitmesini istedim. ‘Okumak istemiyorum’ deyip kabul etmedi. Ben de ‘Sen bilirsin’ dedim. Herhalde anasının varlığına güveniyor ki, üç aydır bir iş bulup çalışmadı. Ben de ‘Ya iş bulur çalışırsın, ya da bu evden gidersin’ dedim. O, çalışmayı kabul etmeyince, ben de evden kovdum.”

“İyi ama O sizin tek evladınız. Tüm miras O’na kalacak. Yani O’nun kazancına muhtaç mısınız?”

“Hayır, iş öyle değil. Konu, miras ve kazanç meselesi değil. Söz konusu, O’nun adam olması…” 

“Anlayamadım, nasıl yani?”

“Çalışmayan bir insan asalaktır. Başkaları kazanıyor, o yiyor demektir. Böyle bir insan hem kendine, hem topluma zararlıdır. Bir defa parazit yaşamaya alıştı mıydı, artık onu çalıştıramazsınız.  Bu insanlar, alışkanlıklarını devam ettirebilmek için, her kötülüğü de yaparlar. İşte bu açıdan, ben O’nun kazancı için değil, adam olması için çalışmayı öğrenmesini istiyorum. “

“Peki, şimdi nereye gitti? Ya perişan olursa?”

“Hiçbir şey olmaz. Biraz perişan olduktan sonra dönüp gelir. Yaptığına pişman olarak işe başlar. Hem niye çalışmasın ki? Burada, bu ülkede herkes çalışıyor. Çalışmayan perişan olur; hem de ayıplanır. Benim çalıştığım fabrikanın sahibinin çocukları da bir işçi gibi sabah gelip akşam gidiyorlar ve belirli bir ücret alıyorlar. Çalışmak, aynı zamanda bir yurttaşlık görevidir.”

Der ki, sizi bilmem de, ben yüzde yüz onaylarım; Madam’ın bu sözlerini. Dahası:

“Vatan sevgisi, millet sevgisi lafla olamaz; bağırıp çağırmakla, tumturaklı nutuklar atmakla olmaz. Yurdunu, ulusunu gerçekten seven insan, iyi bir insan, iyi bir yurttaş, en az tükettiği kadar üreten insandır” diye de eklemek isterdim.

“Pekiyi, Madam’ın yerinde sen olsaydın, aynı kararı verip cesaretle uygulayabilir miydin?” diye sorarsanız, yüzde yüz evet diyemem; bu sorunuza işte!

“Bu öykünün sonu nasıl bitmiş?” diye merak ederseniz, buyurun, okuyalım:

“Olaydan üç veya dört hafta sonra, bir akşam, ev sahibinin yüksek sesle konuştuğu duyuluyordu. Karl gelmiş, annesinden özür dileyerek çalışmayı kabul ettiğini söylemiş ve ertesi gün de İş ve İşçi Bulma Kurumuna giderek kendine göre bir iş bulmuş.

Gene eskisi gibi ana oğul beraber yaşamaya başladılar.”(*)

Başka söze gerek var mı?

Siz, beni değilse de Madam’ı dinleyin; bu hanımı dinleyin lütfen!

 

  • (*) Umut Peşinde, H. Esat Yavuztürk, Yön Yayın Dağıtım, İstanbul 1995

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinev.com.tr

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..