Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '07

 
Kategori
Anılar
 

Bu mu dangalak

Bu mu dangalak
 

Boğucu sıcaklar geride kalmıştı. Bazı ağaçların yaprakları sararmaya bile başlamıştı. Birkaç günlüğüne bir şair dostum gelmişti yanıma, yaz dinlencesi için. İki katlı taş evimin alt katında kalıyordu, eşiyle birlikte.

İkindi üzeri, limana doğru gitmiş, tarihî bir yolculuğa çıkmıştık antik Kelenderis’te. Ardından mendireğin ucuna kadar yürüyüp geldik. “Şu ağacın altındaki masaya geçelim de bir çay içelim” önerisinde bulundum. Oturduk. “Bu ağacı ilk kez görüyorum. Çok ilginç; baksana gövdesinde açık kahverengi çatlak kabukları var. Bir de şu sarı salkım meyveleri ne kadar hoş görünüyor, ”dedi misafirim. Yüzüne baktım ve bu ağacın yöredeki adı dangalaktır, dedim gülümseyerek.

Masa kendiliğinden şöyle bir sallandı sanki ve “Paşam, bu sözcüğü misafirlerin yanında lütfen bir daha kullanma. Ayıp oluyor. Ayrıca bozuluyorum bu lafa” diyen davudi bir ses gelir gibi oldu yukarıdan. Sürdürdü konuşmasını: “ Siz, insanlar, hangi densizliğimi gördünüz, hangi akılsız ya da düşüncesiz davranışıma tanık oldunuz da bana bu adı aktınız, yıllardır anlamış değilim. Gölgemde oturan insanların konuştuklarını sessizce dinler ve sürekli yeni bir şeyler öğrenirim. Oysa sizin dangalakların dili kaşınır durur. Dillerini bir türlü tutamazlar. Dangıl dungul, sözlerinin nereye varacağını düşünmeden konuşurlar. Yerli yersiz, şaka yaparlar. Her şeyi en iyi kendilerinin bildiğine öylesine inanmışlardır ki dediğim dedik, çaldığım düdük derler. Ne kalın kafalı bilgiçtir onlar! Sonra içleri de kurt doludur. Paşam, anladın mı şimdi neden dangalak lafına bozulduğumu?”

Evet. Adı dangalak, dedim ve ardından ağzımı elimle kapadım. Ağaca kusura bakma, dil alışkanlığı işte diyecekken nohut büyüklüğünde, soruşmuş meyvelerinden yağdırdı masanın üzerine.

Kızdırdım galiba bu lafla ağacı. Kim kendisine dangalak denilmesini ister ki! Ağaç haklı dedim arkadaşıma. Bu ağaçta kurt barınmazmış. Bu nedenle de en pahalı mobilyalar, en güzel müzik aletleri ondan yapılmış diye ekledim. “İlginç” dedi kucağına yuvarlanmış sarı meyveyi ısıran dostum. Aman, ne yapıyorsun? Bu tohumun zehirli olduğu söylenir sözleriyle uyardım onu.

Cebinden çakısını çıkardı, meyvenin kabuğunu soydu. Etli kısmının salgısıyla yapışır gibi oldu iki parmağı. Ardından kalktı yerinden; bir taş alıp bir başkasının üzerinde dikkatlice kırdı. İçerisinde iki adet çörek otunu andıran tohum vardı. Aldı eline inceledi, inceledi. “Tohumu zehirli demiştin değil mi?” diye sordu. Evet sözüm üzerine, “ Bu ağaç, mutlaka bir işe yaramalı” dedi.

Anlatmaya başladım bildiklerimi. Madagaskar’da pirinç tarlasında kullanılmış geçen yıllarda. Tarımsal bir ilaç, insan sağlığına zararlı olduğu için, piyasadan kaldırılmış. Bir Madagaskarlı, tohumları önce güneşe sermiş. Kuruyunca etli kısmın yapışkanlığı gidiyormuş. Soymuş meyveyi. Sonra da kabuklu tohumu dövüp bir kazana doldurmuş ve eklemiş suyu. Bir gün sonra tohumluk pirinci atmış kazana. Sabahleyin gidip ekmiş pirinci. Hiçbir kurt yememiş tohumluğu. Fideler çıkınca topraktan onların üzerine de süpürgeyle serpmiş kalan suyu. İyi ürün almış köylü. O günden sonra bu yöntemle bir süre daha kullanılmış bu tohumlar. Bu arada geçenlerde Adana Ziraat Fakültesi’nden bir öğretim üyesi konferansa gelmiş buraya. O da uzun, oval, kenarları tırtıklı yapraklarının toprağa gömülmesini önermiş seracılara.

“Kış görüntüsü nasıl olur, bu ağacın” diye sordu. Kışın yaprakları döker yanıtını verdim. Salkım halinde kalan meyveleri, ağaca kış boyunca ayrı bir güzellik verir. Bu meyveler tespih yapımında kullanılırmış. Bu nedenle bitkinin bilimsel adı tespihağacıdır, Latince ismi ise melia azedarach.

“Çiçekleri nasıl, hangi renk” dedi. Çiçekleri gövdeden çıkan bir sap üzerindedir ve nisan ortalarında açar. Önceleri tomurcuklar, mor kapsül şeklindedir. Daha sonra bu uzantıların etrafında 1 cm boyunda beş yapraklı beyaz ve hoş kokulu bir çiçek kendini gösterir.

Dostum, gözlerini ayıramıyordu tespihağacından. “Görüntüsü de güzel. On metre var yanılmıyorsam yüksekliği. Şuna bak, kumsalın kenarında kendiliğinden yetişmiş bir fidan.” Daha sözünü bitirmemişti, kahveci geldi yanlarına. “Çay demini aldı. Getireyim mi” dedi.

Biraz sonra mis gibi kokan iki tavşankanı çay kondu masaya. “Ayrıca zevkli bir ağaç bu. Oh, be! Denize karşı yaşıyor. Hem de Akdeniz’e karşı. Pırıl pırıl bir su. İçinde oynaşan balıklar. Dalına konan kuşların şarkısını da dinliyor” diyen arkadaşım, başını yukarı kaldırdı ve duyguları dile geldi: “Bu ağaç, dangalak olamaz, kardeşim. Çevresine güzellikler saçana nasıl dangalak denir, anlamış değilim.Canım ağaç, insanlık adına senden ben özür diliyorum. Senin kadar çevresine, insanlığa hizmet etmeyene adam demişler, sana da bu ismi layık görmüşler. Onlar adına özür diliyorum senden.”

Bir yaprak süzülerek indi masanın üzerine, kondu tam misafirimin önüne.

Arkadaşım, “Sohbet çok güzeldi ama bizimkiler çoktan meraklanmıştır” deyince kalktık. Çay parasını masanın üzerine bıraktım. Eve doğru yürürken yosun kokulu serin bir güz yeli esiyordu arkamızdan. Havadaysa beyaz martılar izliyordu bizi.

“Emeklilik sonrası yaşantını, gözlemlerini, anılarını içeren bir kitap yazsan ve adını da “Dangalak Ağacıyla Sohbet” koysan nasıl olur? Böyle bir şey kesinlikle aklından geçmiştir” dedi. Kitabı hazırlamak sorun değil. Ana sorun, basımını kimin üstleneceği. Sen bunları benden çok daha iyi bilirsin sözleriyle yanıtladım onu.

Anayola henüz çıkmıştık. Şehir içerisinde aşırı hızla giden son model bir aracın şoförü, bastı kornasına ve fren bile yapmadan uzaklaştı yanımızdan. Acelesi neydi, tabakhaneye bir şeyler mi yetiştirecekti, bilmem. Edepsiz neredeyse bize çarpacaktı. “İşte bir dangalak. Kitabının baş kahramanı olabilir” dedi arkadaşım.

Az önceki korkunun yerini şimdi ise bir gülüşme almıştı…

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..