Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '08

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Bülbül Yuvası

Bülbül Yuvası
 

Objektifimin gördüğü


Bülbül yuvası denince aklınıza ne gelir?

Herhalde pek çoğunuzun aklına gelen bir tatlı çeşidi olduğudur.
Şöyle sarmalanmış haliyle ister fıstıklı, fındıklı ister cevizli nar gibi kızarmış, ağza tad boğaza feryat misali o meşhur tatlı.

Ama ben bu tatlıdan bahsetmeyeceğim size…
Gerçek bülbül yuvasını anlatacağım. Zira pek çoğumuz doğadan uzaklaştıkça neleri kaçırdığımızı önce anlayamıyoruz.

Yaşlar ilerledikçe, gerek şehir hayatı, gerekse iş, yaşam koşulları, çoluk çocuk büyütme telaşı, geçim derdi, seçim derdi derken , isteğimiz dışında olan - olmayan her tür stresten bunalmaya başladığımızda doğaya dönme arzusu duyuyoruz.

Rahmetli anneannem “Bir ayağımız çukura girince, toprağa özlem başlar” derdi. Haklıymış.
İnsan bunu yüzlerce kere duysa bile ancak yaşayarak öğreniyor.

Sözü uzatmayalım…
Bendeniz çocukluğumda doğa ile iç içe büyümüş olsam da hayatımda bir kez bile olsun bülbül yuvasını yakından görmemiştim. Ağaçlardaki kuş yuvaları içinde farklı olanın bülbül yuvası olduğunu yine hakkın rahmetine kavuşan dedemden öğrenmiştim ama dediğim gibi yakından görmemiştim.
Zira kuşlar yuvalarını her zaman yavruları emniyette olacak yükseklikte yaparlar.

Eşimin dedesinden kalan meyve bahçesinde zamanında çeşit çeşit ağaç varmış. Zaman içinde gerek bakımsızlıktan gerekse iklim değişikliklerinden olacak pek çoğu yitip gitmiş.
Şimdilere kalabilenlerse arazinin kıyıcığında ince ince akan derenin kenarındaki kavaklar, söğütler, yaşlı bir ceviz ve böğürtlenlerle hemhal olmuş mürdüm erikleri…

Eşim uzun zamandır gitmemişti o bahçeye…
Yurtdışından gelen kardeşi ile hatıralarını tazelemeye gittiler geçenlerde…
Dönüşte eşimin elinde bir kavak dalı vardı…
Bana "bu nedir biliyor musun" diye sorunca hiç tereddüt etmeden "bülbül yuvası" dedim.

Çocukluğuma döndüm bir anda, hem de heyecanlandım. Zira eskiden dedemin parmağı ile işaret ederek, “Bak şu dalın ağacındaki beyaz şeye işte o bülbül yuvası” dediğini duyar gibi olmuştum.
İlk defa bu kadar yakın olduğum , dokunduğum o yuva beni bir anda çocukluğuma götürüvermişti.

Bülbülün güle yanıklığını, o güzelim nağmelerini hepimiz biliriz. Ama eminim minicik bir kuşun ne kadar sabırlı olduğunu ancak bir bülbül yuvasına dokunduğumuzda anlayabiliriz.

O küçücük bedeni ile kim bilir kaç bin kez tarlalara uçuyor ve koyunların yünlerinin takılmış olduğu dikenlere pike yapıp, minicik gagasıyla o yünleri kopararak kavak ağacına doğru uçuyor.
Yünü usta bir dokumacı gibi öre öre yuvasını yapıyor. Bu yuva öyle sepet gibi bir yuva da değil üstelik.
Diğer kuşlar gagalarıyla en uygun çalı, çırpıları toplayarak yuvalarını sepet gibi örerler.Leylek yuvalarının miniklerini ağaçlarda görmüşsünüzdür. Kırlangıçlar ise ağızlarındaki özel tükürükle karıştırdıkları toprakla, çamurdan çok sağlam yuvalar yaparlar. Serçeler saçaklardaki deliklere taşıdıkları çöplerle emniyetli bir yerde yuvalanırlar.
Ama bülbül biraz da insan midesinin şekline benzeyen yuva yapıyor öre öre.
Belki tam anlatamam diye bir de resmini koyuyorum ki daha iyi anlaşılsın bülbülün çektiği çile.

Yumurtalarını koyduğu bu emniyetli torbada yumurtalar yünün verdiği sıcaklıkta emniyetle dururken çileli bülbül aşık olduğu güle besteler sunabiliyor belki de…
Yavrular yumurtadan çıktıklarındaysa yuvanın örülüş biçiminden dolayı aşağı düşme riski ise tamamen ortadan kalkmış.

İşin özü bizim yanık sesli bülbülümüz aynı zamanda iyi bir mühendis, akıllı bir mimar, şefkatli bir anne, uzman bir güvenlikçi olduğunu da ispat ediyor bizlere.

Ah bu mükemmelliğe Mevlâm neylerse güzel eyliyor demekten başka ne denilebilir ki…

 
Toplam blog
: 79
: 1982
Kayıt tarihi
: 17.07.06
 
 

Salyangozları bilirsiniz... Onları görmeseniz bile geçtikleri yerde bıraktıkları izlerden anlarsı..