Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '09

 
Kategori
İstanbul
 

Bunu da başaracağız !

Bunu da başaracağız !
 

 

Bir trafik hayal edin ki... adlı blog'umun sonunda, “bir gün ezileceğim.” demiştim! Neredeyse bu gerçekleşiyordu dün! İstanbul’daki nadir günlerimin akşamlarında ya batıya Kadıköy’e ya da doğuya Suadiye’ye yürürüm. Dünkü güzergâhım da Kadıköy’dü. Okul zamanı cıvıl cıvıl olur Marmara Üniversitesi'nin önü. Genç insanların arasına karışır, o günlerimi hayal ederim. Oysa şimdilerde bize kalan, o korkunç sesli minibüsler! Motoru mu daha gürültülü, kornaları mı anlamak mümkün değil. Kuyubaşı’ndan sonra da otomobil galerileri başlar. Etrafa bakarak, insanları izleyerek, nasıl vardığımı anlamam Kadıköy’e. Ziverbey’e yaklaşıyordum ki az ötemde kaldırımı tamamen kaplamış devasa bir otomobil gördüm. Avrupa’da olsam; önce tampona ve bagaj kapağına, sonra tavana, daha sonra da kaputa basarak yürüyüşüme devam ederdim. Sonra da polise şikayet eder, ceza yazdırırdım. Çünkü kaldırım yayaya aittir. Ama mümkün mü bu protesto ülkemde! Dayakla atlatırsam ne ala!

“Ah benim güzel ülkem.” deyip, mecburen yola adım attığım anda sol kolumda müthiş bir acı hissettim. Kolum yoktu adeta! O acıyla dizlerimin üzerine çöktüm. Elimin üzerinde yaklaşık 5 cm uzunluğunda bir kesi vardı. Başımı kaldırdım. Arka tekerleklerinin üzerine yatmış, burnunu kaldırmış, korkunç motor sesiyle kornasına düet yaptırarak uzaklaşıyordu yolların fatihi! Durup, bana koştuğunu hayal ettim şoförün. Ne diyebilirdim ki ona! Yola çıktıysam ezilmek boynumun borcuydu. İtirazım olamazdı. Suçlu kimdi? Yaya kaldırımına park eden lüks araç mı mecburen yola çıkan ben mi? Freni, sinyali olmayan; ama eminim 4-5 çeşit kornasıyla senfonik bir orkestrayı çağrıştıran minibüs mü? Bana çarptığında muhtemelen şoför kafasını arkaya çevirmiş para alıyordu!

Oturdum kenardaki duvara. Acıdan yaşaran gözlerimi sildim. 35 yıldan bu yana İstanbul’da yaşıyorum ve son yıllarda artık Avrupa ülkelerine özenmekten vazgeçtim. Çünkü muhteşem bir İstanbul yaratılıyor. Birkaç ay gitmediğim bir muhit varsa, yolları bulmakta zorlanıyorum. Çünkü mutlaka bir alt-üst geçit yapılmış oluyor. Belli ki müthiş bir beyin takımı var belediyenin. Her saniyeleri halkın hayatını kolaylaştırmaya yönelik fikirler üretmekle geçiyor. Biliyor musunuz, son aylarda nostalji yaşıyorum. Uzun yıllar boyunca otobüse binmemiş ben artık Metrobüs’ten inmiyorum! Köprü trafiğine takılıp kalmış insanlara da üzüntüyle bakıyorum. Otobüs içinde mutlaka birkaç kişiden, “Allah razı olsun bunu yapanlardan.” sözlerini duyuyorum. Zincirlikuyu-Söğütlüçeşme hattının yapıldığı günleri hatırlıyorum. Gününde yetiştirebilmek için 24 saat ayaktaydılar. Bizler sıcacık yataklarımızda uyurken ya da heyecanlı bir film izlerken, bizi mutlu etmek için o insanlar uyumadan var güçleriyle çalışıyorlardı. Delicesine yağmur yağdığı, saatin 03’e yaklaştığı bir gecede sağa çekip onları izledim. Mümkün değildi kuru bir yerlerinin kalması. Sırılsıklamdılar; ama ellerinde kürek, şevkle çalışıyorlardı. Şimdilerde onların eserini kullanıyorum diğer milyonlar gibi. Ahmetlere, Mehmetlere dua ediyorum. Deniz Otobüsü + İspark konforundan ise daha önceki blog'larımda bahsetmiştim.

İlla da arabayla karşıya geçmem gerekiyorsa, Harem-Sirkeci arasındaki araba vapurunu tercih ediyorum. Yoğun saatlerde en fazla 20 dk bekliyorsunuz kuyrukta. Saydım 6 vapur çalışıyor ve 15 dk’da geçiyorsunuz karşıya. Sadece 5 lira ve deniz manzaralı çay da 50 kuruş. Ne keyif, değil mi ? Oysa Harem araba vapuruna son bindiğimde sanırım yıl 1969’du. O dönemlerde köprü yoktu ve seyahat otobüsleri de araba vapuruna binerlerdi!

Fark ettiğim bir şey daha var İstanbul’da. “Çiçekler koparılmıyor.” Oysa eskiden mümkün müydü bu! Ebeveynler, öğretmenler çiçek sevgisiyle yetiştiriyorlar çocuklarını. Nisan ayıydı galiba. Yabancı bir misafirimi havaalanından almış, sahil yolunda ilerliyordum. Yol boyunca laleleri görünce çok şaşırdı. İstanbul’a ilk gelişiydi ve renk cümbüşü onu şaşkına çevirmişti.

Ve şimdi güzel İstanbul’umuza artık yakışmayan, mutlaka çözüm bulunması gereken tek bir sorun kaldı.

“Minibüsler.”

Herhangi bir Avrupa ülkesinde böyle bir toplu taşıma aracı göreniniz var mı? Göremezsiniz. Minibüs taşımacılığı sadece toplu taşımacılığı çözememiş, az kalkınmış, kalabalık oryantal ülkelerde bulunur. Pakistan, Hindistan ve Mısır’da ise bizimkileri ararsınız! Oysa bir de İstanbul’umuza bakın. Toplu Taşımacılıkta, kara-deniz-hava yollarında devrimler yapılıyor. Tramvay, Metro, Metrobüs, İDO, Marmaray da geliyor. 3'üncü köprü yolda. Dolayısıyla artık hepimiz düzenli ve güvenli Toplu Taşıma Araçlarını kullanmalıyız.

Bir an İstanbul trafiğinden o korkunç gürültülü, kendi trafik kurallarını uygulayan binlerce minibüsü çıkardığınızı düşünün. Sessizliği ve trafiğin rahatlayışını hayal edin. Başıma gelen kaza ve benzerlerinden ise bahsetmiyorum hiç. Metrobüs’ten dolayı zaten binlerce özel araç trafikten çıktı ki bunlardan biri de benim. Ne hoş bir hayal, değil mi? Ama eminim bu hayalimiz de gerçekleşecek.

Yalnız yanlış anlaşılmasın. Ben, “vurun kellelerini.” demiyorum. Herhalde İstanbul’da 10.000 civarında minibüs vardır. Ailelerini de düşünecek olursak 40-50 bin kişi eder bu işten ekmek yiyenler. Bir de malûm plaka rantı var. Metrobüs’ten dolayı Küçükçekmece-Topkapı hattı nasıl kapatıldı, eminim ki belli bir zamana yayarak maksimum 10 sene içinde bu garip taşımacılığın geri kalanından da hem kendimizi hem de trafiğimizi kurtarırız. Sokak arası değnekçiliğini İspark’la bertaraf eden belediyemizin, Marmaray ve 3'üncü köprünün tamamlanmasıyla ki tren de geçecekmiş; halkımızı çağdaş ve hızlı bir yolla taşıyacağından ve minibüs esnafını da mağdur etmeyecek bir çözüm yolu bulacağından eminim.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..