- Kategori
- Anılar
Çakılı kalmış çocukluğum
Misket evrelerimiz oldu. Yırtık terliklerle, kanayan parmaklarla. Kağıt helvalar yedik tuzlu suratımızla, kumlu ellerle hep birlikte. Mercanlara baktık; mercanlardan daha parlak, umutlu gözlerle. Kancaların ucuna sevgi taktık, merak taktık, çocuk yolladık denizlere. Boş oldu geldi kancamız, üzüldük balıkçı ağızlarıyla...
Bisikletlere bindik. Tekerlekler hep geride kaldı, biz hep bir adım öndeydik...
Gece olunca bulamazdık birbirimizi. Her birimiz bir kum tepesinin arkasında, bazende bir tanesi yetti saklanmamıza. O kadar küçülebiliyorduk ki kutsal saydığımız o bakir gecelerde... Biliyorduk, sabahları doğuran gecenin ardından gün ışığıyla bir can daha, bazen de kan belki... Hüzün çöküyordu bizlere. O yüzden dudağımızı bile değdirmezdik geceye.
Evet, çocuk olduk günün birinde. Gençliği düşlememiştik bile. Bir düştü herhalde göz açıp kapatıncaya değin, ruhumuzu okşamaya değmeyecek kadar serin. Kapıyı çalacağını nereden bilebilirdik? Dudaklarımızıda kaçırmıştık bir kere. İlk aşkımız geceyle sarmaşıp yatardık sadece. Kayan yıldızlarıyla yanağımızı okşar, uyumamız için ışığını salardı denize. Güzelliğiyle kandırır, kötülüklerden uzak tutardı bizi.
Bir denize, bir geceye, bir bisiklete, misketlere rengarenk, bir de bize aşık olmuştuk sadece.
Şimdi çatlamış eller, yaralı parmaklar, kırık kalplerle bi dolu umudumuz var. Yine kancalara yetecek kadar çocukluğumuz var bizim. Hiçbir şey kaybetmedik dünden. Hala sevgi takıp boş çekiyoruz. Balıkçı ağızlarıyla atışıp, yetişkin elleriyle kum tanelerinin arkasındayız gece...