Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '11

 
Kategori
Anılar
 

Camcı Necati

Camcı Necati
 

Nuro ve Yusuf


Ortaokulu ve liseyi okuduğum küçücük kasabanın bir ana caddesi etrafına sıralanmış dükkânların arasında yaşadık birçok şeyi. Yaşadıklarımız hâlâ o günkü gibi aklımda. 

Yaptığımız muziplikler, yaramazlıklar o günlerden bizlere birer anı olarak kaldı. 

Yaptıklarımız o günlerde belki de çok büyük yaramazlıklardı. 

Bize çok kızmıştır kimileri. Kimisi de kızmamıştır. 

Bilemiyorum. 

“Ne günlerdi o günler, ” diyerek iç geçirdiğimde oluyor. 

İlçemizde, bir tek camcı vardı. 

Derme çatma bir dükkânda yapardı satışını. 

Yüzü gülen bir adam değildi, bizim camcı. 

Kendini yenileyebilecek kabiliyette birisi de değildi. 

“Satsam da olur, satmasam da olur” anlayışında olduğundan, müşteri memnuniyeti hiç önemli değildi. 

Dükkânına gelen, almak zorundaydı ona göre. Başka camcı mı var? 

Adam cam kırıklarını bile satacak kadar paragözdü. 

Dükkân tabelaları çok farklıydı, 70’li yıllarda. 

Tahta üzerine yazılır, kapının üstüne asılırdı. 

Bir tabelacı geldi. Dükkânın pencere camına yazdı gitti. Daha sonraları da birisi geldi. Plastikten harfleri camlara yapıştırıp, tabela yazmaya başladı. 

Bizim camcının oğlu, babasından habersiz harflerle bir yazı yazdırmış, dükkândaki en büyük camın üstüne. Yarım yay şeklinde, kırmızı renklerde. 

“Camcı Necati” 

Herkesin dikkatini çeken bir yazı. 

O güne göre. 

Harika. 

Bir akşam geziyoruz. Bir arkadaş, yazının önüne geldi. Şöyle bir baktı. Sonra etrafını kontrol etti. 

Yazının başındaki “C” harfini koparıp cebine koydu. 

O gece kimse okumamıştır, fark etmemiştir karanlıkta. 

Sabah okula giderken, herkesin gözü camcıya dönük. 

“…Necati” 

Gülen geçiyor. 

Hele kızlar, “Kikiikiiikiki!” Bir bakan, başını önüne eğip yok oluyor. 

Camcı Dayı, öğleye doğru işi fark etti. Ancak adı “…Necati” kaldı. 

Kolay mı bir ismi taşımak? 

Artık Necati Amca, camcılık yapmıyor. 

Ben ne zaman bir “camcı” dükkânı görsem, ilk harfi olmayan tabela geliyor aklıma. 

Ya, benim kalbim çok mu kötü? 

İlçemizde en büyük mobilya mağazası sahibi arkadaş bir gün geçerken beni çağırdı. 

“Söyle. Bak doğru söyle. Hiç sinemaya parasız girdin mi? 

Bizim ilçemizde 70’li yıllarda sinema salonu vardı. Şimdi yok. Günah! 

Kızılay’a ait bina, çok güzeldi. 

Her akşam bir film oynardı. Bazen de iki film birden. 

Biz parasız çocuklarda, sinemaya gelenlerin arasından çaktırmadan geçerek işi beleşe getirirdik. 

Bizde para mı var? 

Kapıda duran “dedeyi” atlatırdık. 

Cevap verdim. 

“Çok girdim” 

Dedenin ruhu duymazdı. 

Meğerse hepsi öyle yaparmış. 

Bir arkadaşta matbaadan birkaç koçan sinema bileti kapmış. Her akşam sinemaya girerlermiş. 

Sinemacı uyanık. Çeşitli renklerde bilet bastırmış. Bir akşam sinemacı sarı bilet kullanırken, bizim arkadaşlar mavi biletle girmeye çalışınca yakalanmışlar. 

Kimin daha çok dayak yediğini anlatıp gülüştüler. 

Dedim ki Sinan’a; 

“Ben izin evin arkasında bir barakada kalıyordum. Hatırladın mı?” 

“Evet” dedi Sinan. 

“Bizim evde odun olmadığında, sizin evin önündeki odunları çalıp yakardık, geceleri.” 

Sinan; 

“İnanmam” dedi. 

“ İster inan ister inanma. Öğrenciyiz. Soğuktan ölecek değiliz ya. Aldık yaktık, ısındık.” 

O sırada İbram Dayı geldi. Sinan’ın babası. Anlattık yaptıklarımızı, İbram Dayı’ya. 

Helalleştik. 

Bir gün sinemaya gideceğiz. 

Cepte para yok. 

Bir arkadaşa köyden yumurta gelmiş. Bir sepet. 

Tamam, yumurta var, var da! Yumurtaların hepsi kaynatılmış. Satıp sinemaya gidebiliriz miyiz? 

Yumurtalar kaynatılmış! 

Kaynatılmış yumurtayı, satamazsın ki! 

Arkadaş dedi ki; 

“Ne olacak, kaynatılmış olarak satalım.” 

Haydaaa! Olur mu len? 

İlçemizin en açıkgöz bakkalı, “Deveci” 

Her şeyi satardı, “Deveci” 

Öğrencilere tek tek zeytin bile satardı. O kadar hokkabaz. Aldatmak kolay mı, Deveci Osman’ı? 

Yumurtaları götürdük. Bir sepet yumurta. Yumurtalar pırıl pırıl. 

Deveci Dayı, yumurtaları bir bir kulağına götürüp sallamaya başladı. Salladığı yumurtayı alıp bir yere koydu. Yumurtalar testten geçti. Hiç vukuat yok. 

Nasıl olsun ki? 

Kaynamış yumurtanın içi sallanır mı? 

Sattık yumurtaları. Aldık parayı. 

Girdik sinemaya. 

Hafta sonuna kadar hep salçalı ekmek yedik. 

Deveci, yumurtalardan kâr etti mi? 

Bilmiyoruz. 

Bilmiyoruz da. 

Hepsi kesin geri gelmiştir. 

Bir birkaç ay uğramadık Deveci’ye. 

Bizim ilçede, “Gazozcu Mümin Dayı” vardı. 

Gazoz yapardı. Okulun önündeki kuyuya gazozlar indirilir. Soğutulur ve satılırdı. Okul kantininde uygulanan taktik buydu. 

Buzdolabı mı vardı, sanki o günlerde. 

Buzdolabı çok pahalı bir eşyaydı. Beyaz eşya değil, kara eşyaydı. Bir memur altı aylık maaşıyla, anca bir buzdolabı alabilirdi. 

Kuyuda soğutulan gazozlar. 

O yıllardaki gazozlar sanki bu günkülerden daha iyiydi. 

Bize öyle geliyordu belki de. Çocukluğumuzla birleşiyor bazı şeyler. Ondan bize öyle geliyor. 

Hangimiz masumuz, öğrencilik yıllarımızda. 

Mümin Dayı’nın dükkânı çarşının ortasında bir köşedeydi. 

Bir gün, tam Mümin dayı’nın dükkânının önündeyim. 

Mümin Dayı’nın dükkânın önünde, dallı budaklı bir çam kozalağı durmakta. 

Çam kozalağı, bir küçük top gibi bana bakmakta. Vuruş yapmaya o kadar müsait ki, sormayın. 

Gerildim gerildim, bir patlattım kozalağa. 

Kozalak havada döndü, döndü… 

Köşeden çıkan birisinin suratında patladı. 

Adam kozalak yüzüne vurunca, telaşla bir hopladı bir zıpladı. 

Şut attığım adama bir baktım. 

İşte şimdi, hapı yuttum demektir. 

Adam bana baktı, ben adama baktım. 

Ben iyice kızardım. 

Morardım. 

Hiçbir şey demedi adam. 

Sakince, “Dikkatli olun biraz” dedi. 

Özür de dileyemedim. Dilim tutuldu sanki. 

Ertesi gün okula gittim. İdareden beni çağırırlar diye bekliyorum. 

Beni iyi bir ıslatırlar diye bekliyorum. Alıştırdım kendimi. 

On gün geçti. Kimse çağırmadı. 

Kafasına çam kozalağı attığım adam gözümde iyice büyüdü. 

O adam okul müdürüydü. 

Ortaokul müdürü Naci Gezer. 

Ne günlerdi o günler. 

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..