Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '07

 
Kategori
Tarih
 

Çanakkale içinde vurdular beni…

Çanakkale içinde vurdular beni…
 

“Bu toprağı Türk’ün kanı yoğurdu

Annem beni bugün için doğurdu”

Yukarıdaki şiir, “ırkçılık” girdabına sürüklenmiş “aşırı” milliyetçi bir çocuğun dizesi değil. Süleyman Nazif’in “Çimentepe” yazısından alınmış dizelerdir.

Süleyman Nazif bu yazıda, Türk yurdunun “kilidi” olan Çanakkale’ye yedi düvel çöktüğü zaman okullarını terk ederek savaşa koşan ve Çimentepe mevkiini işgal etmek isteyen İngiliz kafirine bu türküyü söyleyerek saldıran ve tepenin kurtuluşuna vesile olan altı yiğit Türk Subayının hikayesini eder.

Çanakkale’nin hikayesi çokça budur; Gençlik, mektep, vatan, hikaye ve türküler…

Bir savaşı destana dönüştüren şey onun içindeki “destansı” hikayelerdir. Ve bu hikayelerin içindeki “özne”dir. Yani insan…

Çanakkale önlerine koşan yiğitler ordusu “mutad” bir görev için gelmişlerdi: vatan muhafazası. Yıllarca cepheden cepheye koşan Anadolu’nun bu gariban, çilekeş ve fukara insanları, mekteplisinden mektepsizine kadar hepsi bir destan yazmak için değil olanca sadeliği içinde ülkelerinin işgal edilmemesi için göreve koşmuşlardı…

Vatan namustu nihayet. Çanakkale’ye gelen Diyarbakır’a da girerdi, Ankara’ya da, Rize’ye de…

İşte bütün bu “basit” insanlar mektebini, tarlasını, çoluğunu, çocuğunu bir kenara bırakarak “torunlarının” topraklarını muhafazaya koştular.

Tek tek ülkenin dörtbir yanından kopup Kilitbahir’de, Kumtepe’de, Çimentepe’de buluştular.

Birbirlerinin mektuplarını yazarak, yavuklularından gelen mektupları okuma bilenlerle paylaşarak, çocuğunun her nasılsa çektirebildiği fotoğrafını arkadaşlarına gösterip “koçum büyüyecek, vatana kurban olacak” böbürlenmeleri ile göstererek, aşlarını, ekmeklerini bölüşerek ve nihayet koyun koyuna ölmesini bilerek torunlarına bu coğrafyayı bıraktılar…

Her 18 Mart’ta “sizi unutmadık diye” başlayan nutukları düşünmeyerek öldüler. Neticede, “onlar bizi dinliyor” teranelerini üfürsek bile onlar bizi duymayacaktı.

Kınalı Hasan’dan Mülazım Evvel Niyazi’ye kadar 250 bin şehit ve kayıp, bir o kadar sakat ve hasta hiç biri gelecekte söylenecek nutuklar için ölmedi. Basitçe; vatanını, toprağını, inancını ve namusunu korumak için öldü…

Bu basitlik veya “sıradanlık” Türk’ün karakterinde olan bir şeydi ve eğitimle kazanılamayan bir tavırdı, doğuştan geliyordu…

Çanakkale’nin hikayesi sonuçları ve içinde barındırdığı unsurları itibari ile destansı bir hikayedir. Tüm bu “destansı” özelliği ve savaşın “hengamesi” içinde “insani” ögeye bu kadar güçlü vurgunun yapıldığı başka savaş yoktur desek yanılmış olmayız.

Bu güçlü insani vurguya “Çanakkale Türküsü” tek başına bir delil gibi duruyor… Böylesine önemli bir kader savaşını yürüten insanların özlemlerini, acılarını ve dramını ne güzel yansıtır Çanakkale türküsü:

“Çanakkale içinde vurdular beni

ölmeden mezara koydular beni

of gençliğim eyvah.

Çanakkale içinde bir dolu testi,

analar babalar mektubu kesti,

of gençliğim eyvah.”

Evet, bugün 18 Mart. Muhtemelen birileri çıkıp nutuklar atıp, atalarımızın ne büyük iş başardığını anlatıp onların “en sıkı” takipçileri olduklarını iddia edecekler…

Bu gün kimileri için “iddia” günü olsa da çoğunluğumuz için “muhasebe” günü olmalıdır. Kınalı Hasan’ın, Yarbay Şefik Bey’in, Koca Seyit’in “ne için savaştığını”, “savaşmayı değil ölmeyi emretmenin” ve bu emre sorgusuz itaat etmenin ne anlama geldiğini idrak etme ve gittiğimiz yolun Çanakkale yolu olup olmadığını muhasebe etmenin günü olmalıdır.

Yazıya, Çanakkale sırtlarında bıraktığı babasının mezarına 35 yıl sonra kavuşan Mülazımevvel Abdulhayır'ın kızının babasına hitabı ile son vermek istiyorum. Hepimizin bu hitaptan alacağı bir şeyler olmalı:

“Uğrunda severek canını verdiğin topraklarımızda ebedî uykusunu uyuyan babacığım. Bugün seni ziyarete geldim. Yüzünü görmediğim, sesini duymadığım baba, senin silah arkadaşlarınla yarattığın binbir menkıbeyi dinleyerek bugün Çanakkale'ye geldik. Ve şimdi dönüyoruz. Dünden beri elimizde aziz ordunun taziye kartı ile seninle omuz omuza harp etmiş arkadaşlarını aradım. Ve ben senelerden beri ulaşamadığım emelime ancak bu muhterem topluluk arasında böylece ulaşabildim. Nitekim seni gayet iyi tanıyan Sayın Ali Bey'den karşılıklı ağlaşarak hatıralarını dinledim. Şimdi çok büyük bir huzur içinde dönüyorum.

Annem anlatıyordu; ben o zaman dünyada yokmuşum. Çanakkale'ye vatan müdafaası için çağrıldığın zaman düğüne gider gibi koşmuşsun, heyecandan uçmuşsun. Bilhassa vazifeni yaparken şehit olmak, senin için önüne geçilmez bir emelmiş... Baba, Allah sana bu muhteşem mertebeyi nasip etti. Ben de sana lâyık bir şehit kızı olmaya çalışmış bir insan olabilmem için uğraşıp durdum. Ömrümün sonuna kadar da uğraşacağım.

Eğer bir gün vatan müdafaasına mecbur kalınırsa hisseme düşenlerden fazlasıyla vazifemi tamamlayacağım. Nasıl sen de, bundan eminsin değil mi? Damarlarımda senin kahraman kanın var. Ve ben omuzlarda cephane taşımış nice Fatmaların, Ayşelerin kızı değil miyim? Rahat uyu baba. Bu toprağın altı senin gibi yüz binlercesiyle ekili... Onların meyvaları da elbetteki sizlere benzeyecek..." Bundan emin olmalısınız.”

Mekânları Cennet, umarım Ruhları şâddır…

 
Toplam blog
: 31
: 1153
Kayıt tarihi
: 06.07.06
 
 

Memleketi ve kendini ilgilendirenler üzerine yazmayı "tutku" edinmiş bir fen bilimci, konuşmaya v..