Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çay tabağındaki hüzün

Çay tabağındaki hüzün
 

Seni seven oğlan neylesin canı
Yumdukça gözünden döker mercanı
Burnu fındık, ağzı kahve fincanı
Şeker mi, şerbet mi, bal acem kızı

Çok çok eski bir millet ....
ve çok çok eski bir kültür...

Batılıların dediği gibi pers'ler.
Ya da arapçadan aldığımız haliyle fars'lar,
ama genel olarak halk arasında kullanıldığımız şekliyle acem'ler ....

Binlerce yıllık kültürü olan,
binlerce yıllık komşularımızdır onlar...
Bildiğiniz bugünkü İran yani ....

Pek çok ünlü bilim adamı ve şair yetiştirmişlerdir.
Ömer Hayyam'ları vardır mesela, çok ilginçtir...
Hem matematikçi, hem astronom (yıldızlar, ah yıldızlar...)
hem şair, hem de filozoftur...

Şu dünyada sevgi ile dolmamışsa yüreğin
Tekkelerde, manastırda hiçbir yere eremezsin
İçtenlikle gönül verip sevdin mi şu dünyada
Tüm cennetin cehennemin çok çok üzerindesin.

Neyse...
Derin mevzuu...
Geçelim .....

Bir de Hasan Sabbah vardır...
Hasan Sabbah, Alamut kalesi ve Haşhaşin'ler ...
Selçuklu'nun başına bela olan,
haşhaş çekip çekip, kafayı bulduktan sonra,
Cennete gideceğiz diye,
ölmek için saldıran, Hasan Sabbah'ın Haşhaşin'leri...
Bugün ingilizce'ye assassin (suikastçi) olarak geçen kelimeye,
isimlerini veren Haşhaşin'ler...

Neyse bu da derin mevzu...
Belki daha sonra...
Geçelim....

Bu Acemler çok etkilemişlerdir bizi ...
Mesela Nedim şöyle yazmıştır bir beytinde :

"Bu şehr-i Sitanbul ki bi-misl ü beha dır
Bir sengine yek pare Acem Mülkü fedadır

O çok sevdiği İstanbul'u (bir tek taşını) ancak ve ancak Acemistan ile karşılaştırıyor Nedim ....

Neyse, o kadar eskiyi bırakalım da, gelelim daha yakın bir tarihe...
70'li yıllarda İran bugün bildiğimiz İran değildi.
O zamanlar başta Şah vardı, Rıza Pehlevi ....
Şah'ın, bir de güzel mi güzel, hanım mı hanım
ve üstelik akıllı mı akıllı bir zevcesi vardı,
Farah Diba Pehlevi...

Şah ve Şahbanu,
Türkiye'de çok sevilirdi...
O zamanlar İran ile çok yakın ilişkileri vardı Türkiye'nin ...
Türkiye'ye çok sık gelirdi Şah ve Şahbanu
ve tabi ki Türkiye'den de çok sık misafir ağırlarlardı ...
Çok ihtişamlı bir hayatları vardı...
Malum o dönemde, pek çok saltanat süren aile vardı dünyada,
ve Türk kadınları da dizi film izler gibi,
bu kraliyet ailelerinin, hayatlarını izlerlerdi o dönem ...
(en son Diana'nın ölümü ile kraliyet reytingleri tavan yapmıştı,
ama bir daha da o eski izleyici kitlesini bulamadı maalesef kraliyet aileleri)

Ne diyorduk....
Çok ihtişamlı bir hayatları vardı ....
Ama günlerden bir gün,
siyahlar giyinmiş aksakallı bir amca çomak sokuverdi bu gidişe ...
"Sülaleni de al git" dedi, Şah'a ...
Şah duramadı,
Şah - mat oldu, gitti ....
Devrildi...

Neyse....
Bu da ayrı bir mevzuu....
Geçelim ....

Biz gelelim asıl Acem Kızı'na...
Yani yazımızın konusu olan Acem Kızı'na...

Aslında oraya gelmeden önce birisinden daha bahsetmemiz lazım.
Eksik kalmasın ve de ruhuna ayıp olmasın...

Şah'ın ilk eşi Farah Diba değildi...
İlk eşi, Mısır'ın son kralı Faruk'un kızkardeşi Fevziye idi...
Dünyanın en güzel kadınlarından biri olan Prenses Fevziye...

Prenses Fevziye o kadar güzeldi ki, "Asyalı Venüs" olarak anılırdı.
Dönemin Hollywood yıldızlarına benzetilirdi.
Resimlerini çeken Fransız Fotoğrafçı Cecil Beaton O'nu şöyle anlatıyordu:
"Eğer Boticelli yeniden dünyaya gelip, tekrar Venüs'ün resmini yapmak istese,
buna hiç gerek yok, işte Venüs burada zaten.
Mükemmel bir kalbin yansıdığı yüz,
solgun ama delici mavi gözler,
mükemmel kıvrımlara sahip koyu kırmızı dudaklar,
ve o güzel alnı çevreleyen koyu kestane saçlar..."

Fevziye çok güzel bir kadındı, ancak,
Taht için bir varis veremedi Şah'a.
Erkek çocuk istediler ama Şehnaz adını verdikleri bir kızları oldu sadece.
Üstüne bir de ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar eklenince,
9 yıl süren evlilik boşanmayla sona erdi...
Güzeller güzeli Fevziye ülkesine döndü,
Şah sarayda bir başına kaldı ...

Dedik ya;
O yıllarda Kraliyet ailelerinin yaşantıları Türkiye'nin de gündemindeydi.
Hatta Aziz Nesin, "Pamuk Prenses Doğurdu"
ve 'Krallar İşi Azıttılar" başlıklı yazıları nedeniyle,
İngiltere Prensesi Elisabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi
ve Mısır Kralı Faruk tarafından dava edilmiş,
mahkeme sonucunda da 6 ay hapse mahkum olmuştu.

Neyse....
Bu da ayrı bir mevzuu....
Geçelim ....

Biz gelelim artık Acem Kızı'na...
Yani bu yazının konusu olan Acem Kızı'na...

Farah Diba, İran Şahı'nın ikinci eşi de değildi.
Süreyya isminde bir kız vardı...
Süreyya Esfendiyari Bahtiyari...
İran Şah'ının ikinci eşiydi Prenses Süreyya...
Yani Fevziye'den sonra, Süreyya ....
(tamam uzatmayalım artık, Farah üçüncü eşiydi... )

Prenses Süreyya....
Yani hikayemizdeki Acem Kızı...

Uzaklara dalarmış gibi bakan Yeşil gözler, siyah saçlar, beyaz bir ten...
Çok güzel bir kadındı Süreyya...
İran Şah'ı Rıza Pehlevi onun bir fotoğrafını görüp aşık olmuş,
sonra da evlenmişlerdi...
(eeee, şah istedikten sonra...)

Şahane bir sarayda, muhteşem bir yaşam sürüyordu Süreyya...
Heyhaaaaat....
Hayat....
Çok kısa sürdü...
Çünkü güzel prensesin çocuğu olmuyordu....
Tahta varis veremeyecekti....
Fevziye'den sonra bir darbe de Süreyya'dan yemiş oldu böylece kraliyet ailesi...

Gelenekler ve ailenin baskısı ile Şah çok sevmesine rağmen,
istemiye istemiye Süreyya'yı boşadı....
Yüklüce bir nafaka ve değerli takı ve mücevherlerle birlikte,
Süreyya saraydan ayrıldı,
Avrupa'ya sürgüne gitti...

Güzel prenses Süreyya bundan sonra "Mahzun Prenses",
ya da "Sürgündeki Prenses" olarak anılmaya başlandı ...

Bu çok güzel kadın o kadar çok sevildi ki Türkiye'de (ve dünyada)
güzel başlayan hikayenin,
bir de böyle hüzünlü bir hale dönüşmesi de bunda etkili oldu elbet.

Süreyya'nın bir resminin yeraldığı çay tabakları,
En zengin muhitlerin villalarından,
en kıyıdaki köy kahvelerine kadar her yerde kullanılır olmuştu Türkiye'de.

Uğruna kitaplar yazıldı Süreyya'nın...
Hatta hayatı filme çekildi...
Avrupa sosyetesinin en aranan, en gözde ismi olmuştu Süreyya...
Evinden dışarı adım atsa, ertesi gün gazete manşetlerindeydi...
Özel "Süreyya Haberleri Masaları" kurulmuştu onun için...
80'li yıllarda Prenses Diana nasıl popülerse,
O yıllarda da Süreyya aynısıydı, hatta çok daha fazlası ...

Birkaç kez nişanlandı ama hiç evlenmedi.
Evliliğe çok yaklaştığı bir nişanlısı uçak kazasında öldü....
Hüznün kraliçesi yine kalabalıklar içinde yalnızlıkları yaşarken,
O sırada Şah çoktan başka bir kadınla, Farah Diba ile evlenmişti...

Farah, diğer eşlere kıyasla belki daha az albeniye sahipti,
ancak daha kültürlü idi,
batılı okullarda okumuştu ve birkaç dili anadili gibi konuşurdu.
Komple bir sporcuydu, önderlik yeteneği vardı,
Kaptanı olduğu basket takımı şampiyonluklara ambargo koymuştu.
Üstelik de anaç bir yapısı vardı...
Fevziye ve Süreyya'ya nazire yaparcasına,
evliliğinin hemen daha ilk yılında bir erkek çocuk doğurdu,
yaklaşık üçer yıllık aralarla
2 oğlan, 2 kız, tam 4 çocuk verdi Şah'a...
Rıza, Farahnaz, Alirıza ve Leyla ...

Bu sırada Süreyya, sosyetik partilerin gözdesiydi.
Servetini su gibi harcıyordu...
Ancak zaman da hiç durmadan akıp geçiyordu...
Gençliği ve güzelliği onu yavaş yavaş terkedip gitti,
ve onlarla beraber serveti de eridi bitti...
Süreyya artık gazete manşetlerinde değildi...
Unutulmuştu....

ve 2001 yılında gazete köşelerinde minicik bir yazı:
"Prenses Süreyya Paris'teki evinde ölü bulundu,
69 yaşında ölen prensesin ölüm sebebi açıklanmadı."

Sokağa her adım atışında,
arkasından bir paparazzi ordusunun geldiği,
o güzel kadının ölümünü,
şimdi kimse umursamamıştı bile....

Bazı hayatlar böyle işte...
İhtişam içinde, derin bir yalnızlık ve hüzün...
Şah'ın her üç eşi için de,
mutlu başlangıçlar maalesef mutlu devam edip, mutlu sonlanmadı...
ve bir devir böyle kapandı ...

Herşey yerinde durur,
Gidenler unutulur....

Çırpınıp da şanovaya çıkınca
Eğlen şanovada kal acem kızı
Uğrun uğrun kaş altından bakınca
Can telef ediyon, gül, acem kızı

Seni seven oğlan neylesin canı
Yumdukça gözünden döker mercanı
Burnu fındık, ağzı kahve fincanı
Şeker mi, şerbet mi, bal acem kızı

 
Toplam blog
: 7
: 7977
Kayıt tarihi
: 12.02.10
 
 

Bir kamu kuruluşunda çalışıyorum. Ankara'da yaşıyorum. Sinema, kitap, tarih, felsefe, şiir, müzik ve..