Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '13

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Cemal Süreya'ya

Cemal Süreya'ya
 

ADAM

Adam şapkasına rastladı sokakta
 Kimbilir kimin şapkası
 Adam ne yapıp yapıp hatırladı
 Bir kadın hatırladı sonuna kadar beyaz
 Bir kadın açtı pencereyi sonuna kadar
 Bir kadın kimbilir kimin karısı
 Adam ne yapıp yapıp hatırladı.

Yıldızlar kıyamet gibiydi kaldırımlarda
 Çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı
 Adam bulut gibiydi, hatırladı
 Adamın ayaklarının altında
 Yıldızların yıldız olduğu vardı
 Adam yıldızlara basa basa yürüdü
 Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı.

Cemal SÜREYA 1953

  

Bir Adam ve Bir Şapka ...

Meyhaneden çıkmıştı adam. Demlendik arkadaş diyordu sözde ikizi Suphi'ye. Demlenmedik mi söyle? Kaç yıldır demlendik sööle!

Bize soracak olursanız demlenmişten de öte bir hali vardı ya neyse. Biz hikayemize bakalım.

Rıhtımda karşılaşmışlardı tam tramvaya binerken. "Utanmaz adama bak sen!" demişti. "Şurada sıra varkene, iki adımlık yol için beni iteliyor deyyus..." Şöyle burun köküne yasladığı yakın gözlüklerinin üzerinden adama dik dik bakmaya niyetlenmişti gazetesini katlarken ve elbette en kokunç bakışlarını da atmıştı herifçioğluna...

Sokakta yakın gözlüğünün de ne işi var demeyin. Bizim kahramanımız duraklarda, metrolarda ve vapurlarda okuyanlar takımındandır.

Bi tarftan da "adamm ol beyefendi adammm " mı dese m' lere basa basa? Yoksa "Höşşt, höşşt" mü dese? "Aaa Suphi bu!" demişti görüverince misket irisi yeşil gözlerini arkadaşının. Yazık ki ne yazık, bukleli saçları dökülmüş ya, kendisine balkabağı gibi bir kafanın içinden de baksa Suphi'nin gözlerini nerede görse şıp diye tanırdı.

Mutlu olmuştu rastlamakla Suphi'ye. Kırk dört yıldan sonra ilk kez, ilk kez şeytana uyuvermişti. Meyhane kim, kendisi kim? Suphi teklif etmese, adım atarmıydı meyhaneden içeri a sevgili karıcığı?

Eve gidince anlatacağı bahaneleri böylesine bir mitik öykü düzeninde kurmalıydı. Epope mi denirdi, hay Allah hatırlayamıyor. Unutmadan arkadaşının adı da değişik olmalı. Suphi derse inanır mı karısı? Aptal mı ki inansın? Kırk yılda bir karşılaştığı, evet evet sözün gerçeği tam da kırk dört olacak, arkadaşı da adaşı mı olurdu insanın behey sersem. Hem köylüsü de olmasın bu arkadaş! Sonra bi sürü hikaye daha uydurmak zorunda kalabilir, inandırıcılık adına. Mitosların bu denli kişisel geyikler için kullanılmasına da karşıdır ya aslında. En iyisi üniversiteden bi arkadaş bulmalı, belki de liseden olmalı. Ummaktadır ki daha eskilerden, kişisel tarihinin sararmış da dokundukça unufak olan sayfalarından çıkıp geliveren bir kişi hakkında fazlaca soru sormaz karıcığı.

Yıllar yılı kalıp gibi taşıdığı kravatı gevşemiş, kırk yıldır şef garsonlar belki de rahipler gibi boynuna kadar ilikli gezdiği gömleğinin üst düğmelerinin açık aralığından beyazlaşmış kırçıl kılları fışkıran göğsündeki ateş, rüzgârın esintisiyle bir mangalda çıtırdayarak yanan kömürler gibi közlenirken, etekleri iki yanına savrularak dizlerine vuran kalın paltosunun ağırlığı altında, boşalmaya hazır bozuk bir palanganın makaralarında sallanan hantal bedenini zorlukla dengeleyen romatizmalı dizleri, her an çözüleceğinin sinyallerini vererek, tehlikeyi önceden muştuluyan paslı bir tersane gereci gibi acılı gıcırtılar çıkarırken, yalpalaya yalpalaya yürüyordu. O sırada Zeus'un nefesi kadar güçlü sert bir Lodos esintisi, önce lacivert paltosunun eteklerini iyice havalandırdı, daha sonra boynunda bir dana dalağı gibi sallanan kırmızı kravatını savurdu yüzüne. En sonunda da başındaki fötr şapkasını aldı adamın. Yüzüne şak şak diye vurarak çekilirken yanaklarında ve dudaklarında iç gıcıklayıcı bir dokunuş bırakan, akrilik saten karışımı kravatla oynaşırken lacivert fötr şapkasının da havalanıp kendisini terk ettiğini hiç fark edemedi adamcağız. Şapka havalandığında adam eskiden Migros olan büyük kitapçı dükkanının önündeydi, Kumluk'ta köşede. Tam da babam mezarından kalksa, burlara gelse acaba bu Şehr-i İstanbul'u tanır mı, tanımaz mı gibisinden sarhoş hezeyanı sayılmasa bile tuhaf ve gerçekdışı, ölümlülerle ölüleri buluşturan oldukça da keyifli bir felsefenin derinliklerine kaptırmış giderken, bu arada rahmetlinin mezar yerinin nerede olduğu konusunda açtığı tek kişilik Zeytinburnu- Karacaahmet münazarası da belleğinin arka planında kendiliğinden sürerken, kim fark edecek fötr şapkanın uçtuğunu?

Şapka önce anaforla, kafesinden özgürlüğe uçan bir kağıttan kuş gibi yükseldi. Hanın üçüncü katının boş pencerelerinde, sanki nereye gideceğini bilemediği bahanesi ile önünden geçtiği evleri dikizleyen röntgenciymiş ya da bir uzaktan kumandalı oyuncak uçan daire gibi şöyle bir ileri bir geri salınarak aylakça oyalandıktan sonra, aniden pike yaparak alçaldığı yer seviyesinden bir metre yetmiş altı santimetre irtfayı sabit olarak koruyarak , sanki görünmez bir kafanın üzerinde yol alıkoyormuşçasına sular idaresine doğru, sol kaldırımdan Akdenizli'nin meyhanesinin önünden uçarak geçti lacivert fötr. O sırada sevgilisi çok önemli iş sms leri ile uğraştığı için, çay içerken oyalanmak amacıyla naylon camekanın arkasından tırnak etlerini yiyerek sıkıntıyla dışarıyı, gelen geçeni ve iri yağmur damlalarını seyretmekte olan buğday tenli Sevda ki muhtemelen arap kızıydı, sevgilisini dürtükleyerek "Bak, çabuk bak Tayfun!" dedi heyecanla.

"Başsız bi adam geçiyor sanki, çabuk bak!"

Cep telefonunda kırıştırmakta olduğu diğer bebeğe yazdığı mesajdan kafasını kaldırmadan "Hıı, Başsız adam mı dedin Leylacım hani nerede tatlım ?" diye soran Tayfun, daha ne olduğunu anlayamadan gözünde çakan yıldızları sayıyorken, bizim lacivert fötr şapka yolun başındaki çitlembik ağacının gölgeleri arasında gözden yitip gidivermişti.

Ağaca otuz santimetre kala, fötr şapka sanki kilitlendiği avı yön değiştirmiş bir avcı gibi aniden sağa atak yaptı. Müzik kursları verilen sarı binanın yanından ve otopark bekçisinin kafası üzerinden teğetleme geçerek, kapıları pencereleri kalın kalaslarla çivilenmiş belki de yeni sahiplerinin miras kavgasına dalıp unuttuğu eski hüzünlü binanın giriş basamaklarında oturup, plastik şaşal şişelerden tiner çekerek kafa bulan hırpani gençleri bile güldürerek, İmge Kitapçısının vitrini önünden, sanki kitap okumayı çok seven ancak vakti de olmadığı için yavaşlayan bir kafanın üstünde geziyormuşçasına uçmaya devam etti. Yıl sonu sayımı için kitapçı dükkanında, alt kattaki kitaplarla haşır neşir olan kızcağız, gözü vitrine doğru kayıp da başsız bir şapkanın oradan öylece kendine bakarak yavaş yavaş ilerlediğini görünce bunun, metruk evin basamaklarını mekan tutmuş tinerci çocukların son saldırı stratejilerinden biri olduğuna karar vererek, kilitli kapıya rağmen, korku içinde yukarı asma kata attı kendini arkadaşlarının yanına.

Şapka öylece yoluna devam ederken, adamımız kararsız kalmıştı. Sular idaresine doğru gitse iki adım sonra evde olacaktı ya canı eve gitmeyi istemiyordu ilk defa, kırk yılda bir dedik ya...

Her taraf ıslanmış, vitrinlerde yanan minik süs lambalarının, eğri büğrü kaldırımda ve delikli asfalt yolda oluşan irili ufaklı binlerce yağmur göletinde yansımasıyla, yüksek yaylalardaki yaz gecelerinin göğündeki tüm yıldızlar, oraya, yere, ayaklarının altına yağmış duygusuna kapıldı.

Lodos da aniden kesilmişti yoksa şu ileride yapılamakta olan gökdelen inşaatı mı kesmişti yeli anlayamadı. Yahu galiba şu "Fenerini Kap da Gel!" diye Moda Burnundaki Mızraklı Kapının önünde, bir manga tam techizatlı polise karşı gitarları ile müzik yapan gençlerin hakkı vardı, dairedeki arkadaşının da. Her şey bir bir buharlaşıyordu, haklar, özgürlükler ve güzelim tarihi konaklar... Bu her an deprem beklenen kentte, tam da dolgu deniz kıyısında bilmem kaç katlı otelin işi ne ? Henüz inşaat aşamasındayken, havaalanı terminali gibi şakır şakır yanan ışıkları da binayı protesto edenlere sempatik gösterme çabalarının bir sonucu mu? Yıldızların çoğu aslında o binanın ışıklarından düşmüştü oradaki gölcüklere. Belki de otel değildi gördüğü de Samanyolu Gökadası bu önemli gecenin yüzü suyu hürmetine ayağına kadar inivermişti. Daha mantıklıydı yahu! Yakında merkeziyle, bankasıyla önemli bir dükalığa dönüşecek olan bu kentin uzay ötesi ziyaretçilerine tahsis edilen giriş kapısı olabilir mi bu yüksek bina? Neden olmasın yani? Tam da Hadesliler Tüpü'nün çıkışına inşa edilmesinde bir hikmet olmalı. Şimdi moderen çağda yaşamıyor muyuz? Eskidenmiş o çöllerde möllerde inermiş geyikler, koçlar ve kitaplar. Kaç kitap var tek tanrılı ve her birinin tanrısını diğeri sallamadığına göre aslında "modern denilen çağda kaç tane tek tanrı var ?" münazarası da arka planda bellekten data toplamaya başlamıştı çoktan. Sürprizlere fantastik olaylara hiç inanmasa da bu sıkıntılı günün gecesinde, bekliyordu ki bir sürpriz daha olsun. Köpüklerden doğan altın saçlı Tanrıça Afrodit çıkıverse karşısına, ona sarılırken, beyaz yumuşacık tenini duyumsarken teninde, kımıl kımıl karıncalanarak yanan göğsünde, kıravat yerine rüzgârda uçuşan altın saçları dövse yüzünü, böylesi bir sürpriz yaşatıverse tanrısı ah bir yaşatıverse, ne iyi olacak!

Yıldızlar kıyamet gibi kaldırımlarda,

Yıldızlar kıyamet gibi sevgilim bak hepsi,

Senin için indirdim yere

haydi bi kere, ne olur bi kere

sevdiğini söylesene.

kırk dördüncü yıldan sonra

bu gece,

gelsene.

altın saçlarını ,

bağrıma sersene...

Başını kaldırıp düşmemiş yıldız kaldı mı diye gökyüzüne baktı, düşen yıldızlardan kalan pembe boşluğa gülümserken, metruk apartmanın en üst katında perde aralığından kendisine bakan o cıbıl beyaz tenli kadını gördü, camı açmış. Afrodit mi gelmiş ne...

Bağırmasa olmazdı:

Kibilir kimin karısısınız, sevgili bayan.

Yıldızlar kıyamet gibi kaldırımlarda .

Kimbilir kimin karısısınız ama bakın yıldızlar kıyamet gibi kaldırımda,

haydi siz de gelin yanımda...

Tuhaf bir şey oldu o anda. Gözüne camda ilişen kolları süt beyazı kadın, mermer beyazı değil ha çatlaklı mermerden nefret eder, sonuna kadar beyaz kadın, beyaz tenli, altın saçlı kadın elini uzatıverse kollarına dokunuverecek, sıkıverecek kadar yakınındaydı. Elini uzattı ama süt beyazı kadın da paten giymiş bir genç kız kadar kıvrak bir reveransla, hızının yeliyle altın saçlarını savruraraktan uzaklaşıverdi, uzun upuzun leylak moru köpüksü giysisisinin şeffaf etekleri kıyıdaki kayalıklarda uçuşurken.

Kaçmayın güzelim diye seslendi adam ardından. Köpükten geldiniz yine köpük olmaya koşmayın. Köpüksü geceliği ile ne kadar da Afroditsel yoksa gerçek Afrodit miydi bu?

Kimin karısı olduğunuzun ne önemi var?

Neden kaçıyorsunuz benden,

Yoksa hatıralar mı kaçırdıklarınız

yoksa yıldızlarımı mı çaldınız

zaten size indirdiğim..

bilseydiniz yine de

çalar mıydınız?

Gerçekten de sokağın o bölümünde kadının pırıltılı şeffaf köpüksü geceliğinden başka parıldayan hiç bir nesne yoktu. Anlayacağınız zifiri karanlıktı yolun sonu. Öyle tünelin ucunda aydınlıklar filan da ancak romanlarda olur, bilmez misiniz?

Kimbilir kimin karısı şimdi de yıldızları çalmış. Olur mu? Herşey olur. Tanrıça bile. Herkes çalar. Tanrılar da. Hatta doğrusunu söylemek gerekirse, büyükler daha iyi çalar.

Şimdi kulaklarında çalgılar...

Karanlıkta başı dönüyor adamın, belki de çalanlardan. Işıksız ve yıldızsız bir direk aradı tutunmak için. Ne kadar ışıksızsa o kadar sağlam olur en azından çalınmaz, koparılmaz yıldız avcılarınca yerinden.

Bulut gibiydi bulut. Biraz soluklanmak isteyen bir bulut. Kırk dört yıllık bir bulut adam.

Bu incecik gecelikle sen üşümüyor musun sokaklarda. Üstelik yıldızlara basarken kayıp düşceksin güzelim. Belki de ayaklarını kesecek yıldızların sivri uçları. Kanayacak tabanların ve ak bileklerin, belki de düşeceksin ve kolların da çizilecek, köpüklere dönemeden.

Bekle beni bebeğim, beni bekle .

Sevdiği ak tenli kadın kimbilir kimin kadını

önüsıra koşuyordu yarıçıplak.

Adam bulut gibi sarhoş ve bulut kadar hafiflemiş

kadın, hatta ipek bir yelken gibi kayıyordu havada

şeffaf leylak moru köpüksü giysisini de saymazsak

çırılçıplak.

aman allahım dedi adam aman allahım!

Göğsü karıncalaşarak...

"Bu kadın Afrodit ve çırılçıplak!"

Kadının sert baldırlarını, biçimli silüetini, ıslak saman rengine dönüşmüş altın saçlarını görüverince, bulut gibiydi, plasmaya dönüştü, iyonlaştı adamcık.

Önüsıra uçarak uzaklaşan leylak gecelikli kadına kilitlenmiş bir skut füzesi gibi sağa sola aldırmadan, düşe kalka, Moda'ya doğru çıkan tramvay yollu caddede, koşturuyordu şimdi.

Fötr şapka ile kadın da sahildeki kırmızı şeritli koşu yoluna varmışlardı şimdi birlikte İnciburnu'na doğru ve ardlarında dili dışarıda, gömlek düğmeleri göbeğine kadar çözülmüş, kırmızı karavatı yüzünden olsa gerek yoksa meyhanedeki kokoriç kokusundan mı, köpek ordusu tarafından kuşatılıp kovalanan bir adam koşuyordu şapkasız ve tıknefes.

Şapkasız olduğunu bilmeyen bir adam.

Şapkasını kaybettiğini fark etmeyen adam.

Kendi şapkasını tanımayan bir adam.

Şapka yerine karısı sözcüğünü koysanız değişir mi anlamı?

Aslında iki sokak ötede ak tenli bir kadın bekliyordu ardına kadar açık camda gece boyu titreyerek,ve beyaz bembeyaz damarlı mermer beyazı kolları vardı kar taneciklerinin çarpıp eridiği, leylak moru köpük geceliklere bürünmüş bir kadın ki saçları ıslak saman rengiydi kaygılı gözleri kadar.

Lodos Karayel'e çevirmeye başlayınca mevsimin ilk karı düştü o gece İnciburnu'na gökten yağan erik çiçekleri gibi. Yıldızların hepsi beyaz çiçek çuvallarına saklandı o gece, hep yaşanası arzuların, dileklerin tıkıldığı kardan, buzdan çuvallara.

Sabah Kadıköy Kız Lisesi öğrencileri kartopu oynamaya çıktıklarında sahilde taşların arasında yatan lacivert paltolu adamı buldular. Şapkası da adamın yanında eliyle uzanmasına bir karış uzaklıkta karlara karışmıştı. Ceplerine baktı bekçi Adem.

Kaymaklı kağıttan gösterişli bir zarfa konmuş mektubu buldu, bir de küçük bir tanrıca heykelciği alçıdan yapılmış, sarılmış yaldızlı kağıtlara.

"Oku Adem abi oku!" diye bağırdı kızlar heykelciğe aldırmadan, aralarında Sevda öğretmen de vardı.

Muzip bir kız bağırdı:

“Bu da Ergenekonculardan olmasın sakın!”

Bekçi Adem en hüzünlü sesiyle hecelemeye başladı:

Bay Suphi Noktanokta

Müessesemize 34 yıl boyunca yaptığınız bunca çalışma için size en derin şükranlarımızla bu teşekkür belgesini sunuyoruz.

Tam da eşinizle kırk dördüncü evlilik yıl dönümüne rastlaması günün anlam ve önemini katmerliyor.Size ve sevgili eşinize mutluluklar diliyoruz. Ekteki küçük mitolojik heykel çalışma ve özverinizin bir nişanesi olarak inanıyoruz ki her zaman kitaplığınızın mutena bi köşesinde duracaktır.

Büyük buhranın öngördüğü yeni yapılanma nedeni ile gelecek yıl birlikte olamayacağımızı üzülerek belirtiyoruz. En derin saygılarımızla. Yönetim Kurulu adına ...

Sevda öğretmen birden şapkayı anımsadı, dün gece gördüğü o başsız şapkayı ve mektuptaki o iki cümleye aradaki italikleri ekleyiverdi hayal gücünün hüzünlü Lodoslarından esen.

 

ezgi umut 8. 1 2009 Kadıköy

Not bu öyküm Ekin Sanat Dergisi'nin Aralık 2009 sayısında yayımlanmıştır. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

http://blog.milliyet.com.tr/bir-adam-ve-bir-sapka/Blog/?BlogNo=223178 

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..