Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '06

 
Kategori
Anılar
 

Çevir bir sayfa, Ayşanım (!)

Çevir bir sayfa, Ayşanım (!)
 

Ayşanım ve eşim.


Ne kadar özen gösterilse, ne kadar güzel, anlamlı sözcüklerle ifade edilmeye çalışılsa yine de onu tam olarak anlatmaya yeterli olmayacaktır.. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan ilginç bir yaşam öyküsü ve kişiliktir Ayşanım.

Ayşanım 1984 yılında hayata gözlerini yumduğunda tam 97 yaşındaydı. Ancak resmi kayıtlar yaşını 94 olarak gösteriyordu, ( 1890-1984 ). Tüm yaşamı büyük acılar içinde geçmesine rağmen bu acıların hiç biri onun yaşam sevincini ve azmini kıramamış, aksine daha da kuvvetlendirmişti. Ailesine ve hayatı paylaştığı dostlarına yaşadığı acı olayları anlatırken öğretici ve bilgilendirici tavrı, gösterdiği sabır, itidal ve kabullenme gücü, kendi deyişi ile " Çevir bir sayfa Ayşanım "diye çağrılmasını ve anılmasını sağlamıştı.

Mavi gözlü, uzun lepiska saçlı bu güzel kız, ilk büyük acısını çocuk yaştayken yaşamış, savaşta anne ve babasının katledilerek denize atılmalarına tanık olmuştu. Bu sarsıcı olayla dünyası kararan güzel kız asla hayata küsmez. Ama bu acı ve unutulmaz anısı, onun ileride yaşayacağı tüm diğer acı olaylara karşı direncini ve dayanma gücünü arttıracaktır. Artık hayatı sorgulayan ve her olaydan dersler çıkaran, deneyim ve gözlemleriyle çevresine güven, moral aşılayan bir bilge kadın olma yolundadır o.

Yıllar çabucak geçer, kader gelinlik çağa gelen bu güzel kızın karşısına, uzun boylu, iri siyah bıyıklı ve çok yakışıklı Abdi efendiyi çıkarır. Kısa sürede evlenirler, Abdi efendi Ziraat Bankası Müfettişidir ve bu yüzden çok sık yer değiştirirler. Bir oğlan çocukları olur, ona Bahtiyar adını verirler. Tüm üzüntüler acılar geride kalmıştır. Eşinin müşfik tavrı ve sevgisi, oğlu Bahtiyar’ın doğumu ile hayata yeniden bağlanır.

Fakat onun yazgısı en mutlu ve beklenmedik anlarda karşısına yeni acılar çıkaracaktır. Eşi Abdi efendi çok genç yaşta böbrek yetmezliğinden vefat ettiğinde 6 yaşındaki oğlu ile hayatta yine yalnız kalmıştır. Bu olay onun hayata karşı olan direncini daha da arttırır, hatta kamçılar. O, her zaman zor günlerin kadınıdır , tüm zor yaşam şartlarına rağmen oğlunu okutmayı ve üniversite mezunu yapmayı başarır.

Çok çalışkan ve zeki bir çocuk olan Bahtiyar, iş hayatında da başarılı olur. Ayşanım biraz olsun huzur bulmuştur ve biricik oğlunu evlendirme şansını yakalar, nispeten bu dingin geçen yıllarda. Kendi gibi oğlunun da bir erkek çocuğu olur. Torununu bağrına basan Ayşanım çok mutludur, tek üzüntüsü sevgili eşi Abdi efendinin bu günleri göremeyişidir.

Bu güçlü kişilik çok geçmeden ve yine derinden sarsıcı bir olay yaşayacak, gelini ince hastalıktan geç yaşta hayata veda edecektir. Bahtiyar’ın doğumunda olduğu gibi şimdi de yine 6 yaşında annesiz kalan torunuyla ve daha ağır sorumluluklarla direnmek zorundadır hayata. Sayfalar bir biri ardına çevrilmektedir Ayşanımın yaşamında. Ama yukarıda yazdığım gibi, o artık bir yüce, bilge kişiliktir.

Acılar biraz kabuk bağladıktan sonra oğlu ikinci evliliğini yapacak ve bu evlilikten iki erkek torunu daha olacaktır. Artık kocaman, 6 kişilik bir aile olmuşlardır. Ayşanım burada büyük bir şansa sahip olur; yeni gelini ile çok iyi anlaşmakta ve ilk torun da aynen öz evlat muamelesi görmektedir. Evde neşe ve huzur hakimdir. Oğlu mutludur, Ayşanım, yıllar sonra ilk defa çok daha fazla güvende hisseder kendini. Ne var ki, tüm bu yaşananlar o lepiska saçlı güzel kızın yüzünde derin izler oluşturmuştur. O, çocuk masumiyetini hala muhafaza eden, güzel tonton bir babaannedir artık Kalabalık ve eğlenceli ailede Ayşanım da gelininin en büyük yardımcısı ve desteğidir. Ayrıca üç erkek torunun her anlarını ve davranışlarını hissettirmeden kontrol altında tutan gizli bir otoriteye sahiptir.

Oğlunun memuriyeti dolayısıyla İzmir’den Ankara’ya taşınırlar. Altı nüfus ve kirada oturuyor olmaları giderek mali zorlukları da beraberinde getirir. Kolay değildir öyle bir maaşla kirada oturup üç çocuk okutmak. Oğlu zaman zaman bunalınca yine Ayşanım imdada yetişir. Zaten eşinden aldığı sembolik denebilecek maaşı da eve harcamaktadır. Bazen o da yetmez, Ulus’ta oturan ve büfe işleten bir akrabası vardır, eğri boyunlu Nedim der ona. Çok hürmet gördüğü ve sevildiği, sayıldığı bir dost evidir Nedim'in evi. Böyle zamanlarda ona koşar, bir miktar borç alır ve oğluna yetiştirir. Geçici de olsa oğlunun sıkıntısını gidermiştir ya, onunla sevinir huzur bulur.

Bu her zaman güler yüzlü, şefkatli, fedakar ve tatlı dilli kadının en büyük özelliklerinden biri sık sık ve yerinde kullanmakta ustalaştığı beyitlerdir. Bir kısmı belki anonim deyişlerdi fakat sanki hepsi sanki ilk kez onun tarafından dillendiriliyordu. En sık kullandıklarından biri şöyle idi; “mağrur olma deme yoktur ben gibi / bir deli rüzgar eser savurur harman gibi”. Bu sözleri duyan kişi artık kolay kolay gurur, kibir yapamazdı, yapmamalıydı ona göre.

Zaman zaman her ailede olabileceği gibi tartışma hatta münakaşalarda yaşanırdı pek tabi. Bu gibi durumlarda o çoktan kimin susmasına geri adım atmasına karar vermiştir bile, yüzünü o kişiye doğru dönerek eliyle ağzına kilit işareti yapar “çek fermuarı otur aşağıya” derdi, sözü her zaman dinlenir ve evin içindeki o gergin hava hemen ve tamamen dağılırdı.

Sadece ailesine karşı değil, herkese karşı son derece müşfik ve fedakar bir kadındır Ayşanım. Özellikle uzak yakın her hastaya karşı inanılmaz bir şefkat gösterir, yardımına koşar, beraberinde meyve,süt,yoğurt ne gerekiyorsa getirir, çorbasını yapar başında beklerdi. Tekrar tekrar gelir, hatır sorar bıkmadan usanmadan gücü neye yetiyorsa onu sonuna kadar harcardı. Böyle bir iyilik meleğini yanında gören hangi hasta kısa sürede iyileşmez ki.

Yaşam devam etmektedir. Zaman adeta insanlığa küskündür,ve yıllar hızla akmaya devam eder. Çocuklar büyür, zor yaşam koşulları oğlunu iyice yıpratmıştır. Aralıklarla iki mide kanaması geçirir. Oğlunun iyileşmesini sağlamak için bildiği bir karışımı sağlamak üzere tek başına otobüse atlar, çocukluğunun geçtiği Rize’de alır soluğu. Orada üretilen özel bir bal vardır, onu temin eder ve hemen geriye döner. Kısa bir süre oğlunu görür ama işi bitmemiştir daha. Bu kez bir dönem eşinin memuriyeti dolayısıyla bulunduğu İzmir-Karaburun’ a gelir. Dağlarda yetişen taze Kantaron çiçeği gereklidir ona, ihtiyacı kadar toplar ve yine koşar adım eve döner. Bal ve kantaron çiçeğinden oluşan karışımı hazırlar, sabah akşam birer kaşık yedirir oğluna. Bahtiyar bir süre sonra güçlenir, ayağa kalkar. Ayşanım bir kez daha zoru başarmıştır. Sayfalar çevrilmeye devam eder.

İki torun arka arkaya evlenirler. Aile biraz daha büyümüş Ayşanım yeni gelinlerin ve onların ailelerinin de sevgilisi olmuştur. Ancak bu sevinçli günler uzun sürmez ve oğlu hiç beklenmeyen bir anda İstanbul’a tayin olur. Bu olay kalabalık, birbirine sevgiyle bağlı, neşe dolu ailenin ilk ciddi ayrılığıdır. Ortada çok hüzünlü bir tablo vardır ve bu yeni duruma alışmak hiç de öyle kolay olmayacaktır. Büyük özlemlerin giderilmesi için bayram ve yaz tatilleri iple çekilecektir artık, üstelik kısa süreli bir soluklanmadan, hasret gidermeden sonra gelen ayrılıklar daha buruk olacaktır.

Soğuk bir kış günü zaten zayıf bünyeli bir çocuk olan ilk torun ciddi bir rahatsızlıkla hastaneye yatar. Ayşanım oğluyla beraber ve yıldırım hızıyla Ankara’ya torununa koşar. Ancak oğlu bu üzüntüyle yeni bir kanama geçirir ve aynı hastaneye yatırılarak hemen ameliyata alınır. Aynı hastanede iki canı yatmakta olan Ayşanım metanetini kaybetmemeye çalışır, fakat zorlandığının farkındadır. Tekrar ama zor günlerde bir araya gelen ailenin varlığı ona güç verir. Midesinin dörtte üçü alınan oğlunun kötü hastalığa yakalandığı, beş yıl içinde metastas (yayılma) yapmadığı takdirde daha uzun yaşayabileceği eşine ve hastaneden çıkarken büyük oğluna söylenir doktorlar tarafından. Birkaç gün sonra oğluna ve torununa tekrar kavuşmanın huzuru ile ve tüm ailenin sıcaklığını yanında hisseden Ayşanım Allaha’ a şükreder. Ancak büyük yaşam tecrübesi bazı şeylerin artık eskisi gibi olamayacağını ona hissettirmektedir. Yine de bir şey belli etmez, gülücükler dağıtır, beyitler söyler, herkesi kucaklayan tükenmez bir sevgi pınarı gibidir. O varsa her şeye katlanmak daha kolaydır.

Beş, hatta yedi yıl çabucak geçer. Artık endişeye yer yoktur her halde diye düşünülürken oğlunun hastalığı ilerler ve karaciğerine atlar. Tekrar ve endişe dolu hastane günleri bu kez İstanbul’da başlamıştır. Aile yine bütün fertleriyle bir arada dayanışma içinde ve ama daha çok onun etrafındadır.

Bir gece herkes yattıktan sonra Ayşanım eşi Abdi efendinin büyük ve çerçeve içindeki resmini iki eliyle kavrar ve onunla dertleşir. “Abdi bey, oğlumuz çok hasta, biliyorum. Yakında o sana doğru yola çıkacak, onu karşıla ve koru. Söz ver bana onu koruyacağına dair der ve ekler; ben de söz veriyorum yakında geleceğim, yine beraber olacağız”. Ayşanım göğsünde Abdi efendinin resmi ile oracıkta uykuya dalar.

Hüzünlü bir kasım günü akşam saatlerinde, oğlu Bahtiyar hayata gözlerini yumar. Metanetle baş ucunda bekleyen Ayşanım önceden hazırladığı tülbent’i koynundan çıkarır ve oğlunun çenesini bağlarken herkesi hayrete düşüren şu sözler dökülür ağzından; “oğlum Bahtiyar güle güle, sen hızla bizlerden uzaklaşıyorsun, bizler hızla sana yaklaşıyoruz”.Böyle bir söz söyleme olgunluğuna erişebilmek büyük ve yüce bir kişiliği gerektirir. Ayşanım sondan bir önceki sayfayı çevirdiğini bilmekte ve hayatta ilk defa kendisini çaresiz hissetmektedir. Geride onu çok seven daha canları olduğu halde o gün hayatla ilgili bağları kopmuş gibidir.

Sonraki yıllar bir elinde eşinin diğer elinde sevgili oğlunun fotoğrafları ile ve göz yaşları içinde geçecektir artık. Başta gelininin ve torunlarının olağanüstü sahiplenmesiyle ara sıra dengeler kendini. Torunlarına ve onların çocuklarına yine aynı fedakar duygular içinde kol kanat gerer. Bu onun çok derin acılarını bastırmasına yardımcı olur bir süre.

İçi kan ağlasa da Allah vergisi inanılmaz bir irade ve yaşam gücü onu ayakta tutar. Doksanlı yaşlarda bile vapur iskeleye tam yanaşmadan ayağını karşıya atacak kadar cesur ve atik bir kadındır Ayşanım. Fakat içten içe yaşanan ve bastırılan acılar bir yandan da yaşlılık hafiften hafıza kaybına yol açar. Ailenin büyük dikkat ve kontrolüne rağmen her nasılsa bir gün evden tek başına çıkar gider. Akşam olduğunda ortalarda yoktur. Endişe ve telaşla tüm eşe dosta, hastanelere, karakollara haber salınır aile tarafından. Üzüntünün doruğa çıktığı bir anda, inanılması zor ama gerçek; Cibali karakolundan bir telefon gelir, Ayşanım akşam sokaklarda tek başına dolaşırken polislerce fark edilir ve karakola getirilir. Hiçbir şey hatırlamıyor olmasına rağmen sabaha kadar anlattıkları ile polisleri gülmekten kırıp geçirmiştir. Aile Ayşanımı teslim almaya geldiğinde polisler göz yaşları içinde sarılıp elini öperler. Aile onu bağrına basar İstanbul sokaklarında, vapurda, trende kahkahalar atarak eve dönerler.

Söz vermesine rağmen oğlunun ölümünden sonra 9 yıl daha geç kalır Ayşanım eşi ile randevusuna. Eğer yaşlılık nedeniyle düşüp leğen kemiğini kırmasaydı daha da uzun sürebilirdi yaşamı. O güçlü ve muhteşem kadın böyle bir yenilgiyi asla kabullenemez. Yine hüzünlü bir sonbaharda, sağlığında söylediği gibi, “iki gün yatak,üçüncü gün toprak” sözüne uygun olarak son sayfasını çevirdiğinde başucunda bekleşen aile, söz birliği etmişcesine mırıldanır bir ağızdan, “Güle güle Ayşanım, sen hızla bizlerden uzaklaşıyorsun, bizler hızla sana yaklaşıyoruz”.

Yaşamına Rize’den başlayıp, Tokat, Erzurum, Halep, Foça, Karaburun, İzmir, Ankara, İstanbul’a kadar ayak basmadık yer bırakmayan bu dünya tatlısı kişilik, sevgili babaannem Ayşe Törün’ ün ta kendisidir.

“Anlayarak bir usta kitap gibi

Bir sevda şarkısı gibi duyup

Bir çocuk gibi şaşarak YAŞAMAK”

Üstat Nazım Hikmet’in bu dizeleri, onun her bir anı büyük sabırlar ve mücadelelerle dolu dolu geçen yaşamını ne de güzel anlatıyor.




 
















 

 
Toplam blog
: 220
: 2018
Kayıt tarihi
: 02.07.06
 
 

Yazmak, ufkun da ötesine taşan engin bir serüven gibi gelir bana ve gençlik yıllarımdan bu yana v..