Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '14

 
Kategori
Deneme
 

Çeyrek elma

Çeyrek elma
 

Küçük küçük yaşamlarımız vardır

Küçük küçük lezzetlerle çoğalan

Ve

Küçük küçük acılarla

Kabuğuna çekilen.

*

Öykülerimiz vardır

Küçük yaşamlarımızdan

Çarpıcı frikikler veren

Büyük korkularımızın küçüklüğünü.

Küçük umutlarımızın büyüklüğünü

Gösteren.



Ş.U.





Yine erken saatte uyanıyorum.



Ağzım zehir gibi.



Masanın üzerinde duran dünden kalma çeyrek elmaya ilişiyor gözüm. Sapından tutup kaldırıyor ve ısırıyorum.



İnanılmaz güzellikte bir tat yayılıyor ağzıma.



Ilık, bol şekerli, kendine has aroması ile anlatılmaz ama yaşanır bir tat. Çok güzel de bir kokusu var.

Bir yandan bu yazıyı yazarken öte yandan elmayı yemeye devam ediyorum. Fazla sürmüyor sapını ve bir çekirdeğinin yarım kabuğunu bırakıyorum yanımdaki sehpanın üzerine.



Bu elmanın diğer dörtte üçünü önceki gün ve dün yemiştim.



Evet tadını beğenmiştim ama bu kadar çok keyif almamıştım o zamanlar.



Bu sabah onu yeni doğmuş bir bebeğin annesinden doyarken aldığı keyfe benzer bir duyguyla yedim.



Dünyada pek çok şeyin soyutlandığında başkalarına ayna olduğunu düşündüm.



Az önce keyifle yediğim çeyrek elma başka nelerin yansıması, anahtarı olabilir sorusuna yanıt aradım sonra.



Sabahın erken saatinde midem az da olsa aç ve ağzım acı iken yediğim elmanın bana verdiği mutluluk neye benzer ve nasıl benzer sorularını koydum masanın üzerine.



Aklıma daha önce okuduğum bir yazıdan kalan ve her şeyi birbirine benzetmeye çalışmanın, birbirine metafor kılmaya uğraşmanın yanlış olduğunu savunan yazar gelmiş olsa da bunu yaptım.



Sevdiğimiz insanlarla ilişkilerimizin kimi aşamalarına örnek olabilir dedim sonra.



Hani hep bir arada olduğumuzdan bazı tatlarının güzelliğini tam fark edemediğimiz insanlar vardır.



Elma hikâyemdeki gibi kısa bir süre ayrı kalırız onlardan. Ne bileyim bir saat, bir gün, bir yıl.



Sonra beklenmedik bir şekilde karşılaşırız. Benim elmamla karşılaştığım yarı aç olduğum bir sabah gibi zamanda karşılaşırız.



Tam da bir dosta, eşe, sevgiliye, kardeşe, anneye, babaya, dayıya, halaya gereksinim duyduğumuz anda karşılaşırız.



Sonra benim elmadan aldığım gibi yoğun bir tat, inanılmaz bir keyif alır, mutlu oluruz.



Eh onu tüketip sapını ve çekirdeğinin kabuğunun yarısını masaya koyamayız tabii.



Bu noktada da o metafor kuşkucusu yazar kazanır.

Çeyrek elmam daha başka neye ayna olur diyorum sonra kendi kendime. Hemen aklıma bir başka şey daha geliyor.



Hani uzun zaman kullanıp sonradan yenisini aldığımız için, alışkanlıklarımızı değiştirdiğimiz için bir kenara bıraktığımız eşyalarımız, aletlerimiz, giysilerimiz vardır.



Bir gün yenileri bozulur, kirlenir, kullanılmaz hale gelir ve panikleriz. Ne yapacağım sorusuna yanıt ararken aklımıza geliverirler. Koşar gider bulur çıkarırız bıraktığımız yerden.



Eski ütümüz, eski pantolonumuz, tişörtümüz, eski elektrikli süpürgemiz ya da radyomuz.



Almaz mıyız benim çeyrek elmadan aldığım tadı.



İzninizle biraz daha zorlayayım. Eski diye bıraktığımız fikirlerimiz, amaçlarımız, hedeflerimiz vardır. Bir gün yeniden farkına varır ve geri dönüp dokunuruz onlara. Belki yeni şeylere başlarız.



Onlar da çeyrek elma tadı vermez mi?



Oldu olacak sözün tam burasında aklıma gelen bir çocukluk anımı da paylaşayım sizinle.



Bana göre onda da bir çeyrek elma öyküsü var.



Ben anlatayım, kararı siz verin.



İlkokul yıllarım. Babam benden iki yaş büyük ağabeyimle ikimizi yaz aylarında aylak aylak dolaşmayalım diye bir tanıdığın çay ocağına sözde çalışmaya gönderiyor. Ocak sahibi iyi yürekli bir yakınımız ve bizden başka bir çalışanı daha var. O da ikimizden de birkaç yaş büyük olan oğlu İsmail.



Bilenler bilir, Van’da İskele Caddesi üzerinde, Karayolları Bölge Müdürlüğü’ne ait bir işçi çay ocağı işletiyor yakınımız. Bölge Müdürlüğü şehir merkezi ile Van İskelesinin arasında bir yerde bulunuyor.



Bir Cumartesi akşamı mesai sonrası bizim ısrarlarımızı da dikkate alan patronumuz, kahveci yakınımız oğluna yeteri kadar para vererek “yarın bu çocukları denize götür” diyor. Çok seviniyoruz.



İkinci günü zor getiriyoruz. Sabah biraz açık ekmek, otlu peynir alıp pencerelerinden püfür püfür serin hava gelen belediye otobüsü ile İskele’ye gidiyoruz. Hafiften esen rüzgârın bize getirdiği deniz kokusu keyfimizi ikiye katlıyor.



Bir yerde oturup taze açık ekmekle otlu peynirimizi yedikten sonra soyunup kendimizi Toprak Mahsulleri Ofisi’ne ait tahıl silolarının karşısından Van Gölü’nin serin sularına bırakıyoruz.



Ben ve kardeşim bir yandan yıkanır, bir yanda kumda oynarken bir ara İsmail Abi’nin ortalıkta olmadığını fark ediyoruz. Sağa sola bakınca onun köşeye tezgâh kurmuş olan oyun masasının yanında bulunduğunu görüyoruz.



Tahtadan masanın üzerine yarısı sarı yarısı kırmızı büyük bir daire çizilmiş, kenarlarına çiviler çakılmış. Hemen yanında da sarı ve kırmızı iki dikdörtgen bölüm var. İnsanlar paralarını bu bölümlere koyuyorlar, tezgâh sahibi elindeki boyalı tahta topu hızla çivilerle dairenin etrafındaki çember şeklinde çıta arasında yuvarlıyor, top hangi renkte kalırsa kazanan o oluyor.



Abimiz paranın az bir kısmını çoktan kumara yatırmış bile. Biz yanına geldiğimizde “merak etmeyin kazanacağım, çok paramız olacak” diyerek oyuna devam ediyor.



Öğlene kadar yüzmüş olduğumuz için acıkmış durumdayız. Paranın yarısı elden gitmiş. Diğer yarısı ile ancak otobüse binebiliriz. O durumda da eve gidinceye kadar aç kalacağız. Abimiz bizi aç bırakmak niyetinde değil. Oyuna devam ediyor. Paranın tamamı buharlaştıktan sonra da orta yerde kalıveriyoruz.



Şimdi tek çaremiz bir an önce çay ocağına ulaşmak. Orada bir gün önceden kalmış ekmek ve çörek artıkları ile limonata olduğunu biliyoruz.



Normalde denizden çıkmayı düşündüğümüz zamandan çok daha önce çıkıyoruz. Yaklaşık dört kilometre yolu yürüyüp çay ocağına ulaştığımızda tamamen bitkin bir haldeyiz.



Bir yolunu bulup birimiz arka pencereden içeri giriyor, diğerlerini içeri alıyoruz.



O bir gün önceden kalmış kuru ekmek ve çörek parçalarını yine bir gün önceki limonatada yumuşatıp yerken benim bu sabah çeyrek elmadan aldığım tadı alıyoruz. Hayatımızda yediğimiz en lezzetli şeymiş gibi hissediyoruz. Hepimiz aynı durumdayız, biliyorum çünkü paylaşıyoruz.



*



Saatimin sabahın yedisini gösterdiğini görünce sehpanın üzerinde, cep telefonumun ve kitaplarımın yanında duran elma sapını ve elma çekirdeği kabuğunu çöpe atmak üzere elime alıp kahvaltı için yatağımdan çıkıyorum.



Siz sevgili okurlarımın da benim gibi çeyrek elma tadında öyküleriniz olduğunu düşünüyorum bu defa da.



Belki biriniz, birkaçınız bu yazıyı okuduktan sonra onları anımsar ve bizimle paylaşırsınız, başka örneklerle bizleri çoğaltırsınız diye bekliyorum.

23 Mart 2012 Cuma

07.04

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..