Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '10

 
Kategori
Pazarlama
 

Çılgın Türk, samuraya karşı !

Çılgın Türk, samuraya karşı !
 

Her ay düzenli olarak yaptığım ve aramızdaki 8 saat fark nedeniyle sabahın erken saatlerinde gerçekleştirdiğim Japonya görüşmelerimden biriydi. Anlaşılan, o gün tanrı beni sevmeye karar vermişti !

"Ko... Konnichi wa, ogenki desu ka Bay Yasuaki Chiba?"

"Neden Japonca konuşmak için yırtınıyorsunuz Mr Sahin?"

Mübarek adam! Aylardır peşinde koşuyorum görüşebilmek için. Lütfedip telefona çıktın, iki kelime Japonca öğrenip sana şirin görüneceğim diye canım çıktı; şimdi de kalkmış, "Neden yırtınıyorsun?" mu diyorsun!

Bay Chiba, Japonya'nın önemli otomotiv devlerinden birinin satın alma direktörüydü. Kendisinden randevu almak zor değil, adeta imkansızdı. İyi bir çalışmayla senede en az 2 milyon sterlinlik mal satabilirdik. O nedenle büyük hedefti. Sekreteriyle artık kardeş olmuştuk. Kızcağız bıkmaksızın telefonlarıma çıkıyor, Bay Chiba'nın dünyanın neresinde olduğunu söylüyordu. Bazen adamın bulunduğu ülkeye gidip otelinde yakalamaya çalışıyordum, bazen de Tokyo'ya baskın yapıp; ancak sekreteriyle kahve içip dönüyordum! Rakibimiz olan firmayla çok uzun yıllardır çalışıyorlardı ve kemikleşmiş bağları vardı; ama benim için o bağlar vız gelir tırıs giderdi.

"Firmanızla ilgili dosyanın kalınlığını biliyor musunuz Mr Sahin?"

"Demek ki iyi çalışmışız efendim!"

"Size mevcut tedarikçiyle hiçbir sorunumuz olmadığını söylemişti arkadaşlarım."

"Efendim, ben hem fiyatlarımızın daha iyi olduğuna inanıyorum hem de teknolojik açıdan daha güçlü ve özellikli olduğumuza."

"Fiyatlarınızın daha iyi olduğunu nereden biliyorsunuz?"

"Bilmiyorum efendim, tahmin ediyorum. Rakiplerimizi iyi tanıyoruz."

"Anladığım kadarıyla sekreterim Ayumi'yi de benden iyi tanıyorsunuz."

"Evet, çok sabırlı bir bayan."

"Siz de epey inatçısınız."

"Ürünlerimizle ürünlerinize değer katacağımıza inandığımız için ısrarcıyız."

"Sizinle görüşmekte oldukça geciktik ve sabrınıza teşekkür ederiz; ama bizde bir atasözü vardır. Hızlı giden araba yana yuvarlanır."

O an aklıma ne geldi biliyor musunuz? "E be adam, bu yavaşlıkla siz nasıl dünya devi oldunuz?" Tabii ki soramadım. Sonra anlayacaktım ki bir Japon firmasına girmek ne kadar zorsa, çıkmak da o kadar zordu.

"Haklısınız efendim. Geçen bu sürede sizlerle çalışmayı ne kadar istediğimizi de görmüş oldunuz."

"Peki Mr Sahin, o zaman önümüzdeki hafta sizi ziyarete geleceğim ve bu ısrarınızın nedenini yerinde göreceğim. Çarşamba ya da perşembe olabilir. Nerede ve nasıl buluşacağımızın detaylarını Ayumi'ye bildirirseniz sevinirim."

Sesim kesilmişti! Bay Chiba ziyaretimize geliyordu. Bir Japonun bu onuru bahşetmesi yolun büyük kısmının alındığının işaretiydi.

"Ari... Arigatou Bay Chiba, arigatou! Detayları sekreterinize göndereceğim ve sizi havaalanında karşılayacağım efendim."

"Japonca merakınıza bakılacak olursa, toplantımız Japonca yapılırsa şaşırmayacağım."

Attığım Oleyyy çığlığı şirket koridorlarında yankılandı, arkadaşlarım yanıma koştu. Günlerden cumaydı ve hafta sonunu dahi boş geçirmemek gerekiyordu. Mükemmel bir program hazırlamalı, şık bir otelin süitini rezerve ettirmeliydik. Çok işimiz vardı çook!

Saat 08:35'ti ve Tokyo'da ofislerin kapanmasına 25 dakika vardı. Ne kadar hızlı olduğumuzu göstermeliydim. Hemen arkadaşlarımla konuşarak çarşamba günü davet etmeye karar verdik. Perşembe de kalırdı herhalde ve akşamına ya da ertesi sabah uğurlardık.

Saat 08:50'de davet mail'ini Ayumi'ye gönderdim.

Bay Chiba'yı çarşamba günü bekliyoruz. Kendisini havaalanında karşılayacağız. Kendisi de uygun görürse, perşembe de bizlerle olmasını arzu ediyoruz ve aynı akşam ya da cuma sabahı kendisini uğurlarız. Kendisi misafirimizdir ve otel rezervasyonunu da biz yaptıracağız. Lütfen varış saatini de bildirerek teyid ediniz.

Saat 08:57'de Ayumi'den cevap geldi.

Günaydın Mr Sahin. Öncelikle başarınızı ve tükenmeyen sabrınızı kutlarım; ama şunu da unutmadan söylemeliyim ki siz bir Türk olmasaydınız ve Bay Chiba da babam olmasaydı daha çookk beklerdiniz! Burada artık eve gitme vakti ve pazartesi sabahı seyahat planını göndereceğim size.

Bakar mısınız şu kıza! Aylardır herhalde en az elli kez telefonla konuşmuşuzdur ve üç kez de ziyaretlerine gittim, Bay Chiba'nın babası olduğundan hiç bahsetmemişti. Japonlar böyleydi. Size güven duymaya başladıkları anda bambaşka insanlar oluveriyorlardı.

Alınan yeni imalat makinelerimiz vardı ve hafta sonu onların montajına ağırlık verildi. Üst yönetim pazar günü toplandık, görev dağılımı yaptık.

Pazartesi sabahı yoldayken Blackberry'm bipledi. Sola çekip durdum. Mail Ayumi'dendi. Bay Chiba çarşamba akşamı saat 15:25'te iniyordu ve cuma sabahı 08:05'te dönecekti. Babasının cep numarasını da eklemişti. Program sıkışmıştı. Bay Chiba'nın havaalanından çıkması 16:00'yı bulacaktı ve şirkete gelmemiz de 17:30'u! O akşam; ancak yemek yiyebilirdik ve ertesi günün de çok verimli geçmesi gerekiyordu.

Bu sıkışık programa göre yeniden yapılandık. Perşembe günü dakikalarına kadar programlandı. Artık hazırdık. Salı günü Ayumi'ye özel bir mail göndererek desteğinden dolayı tekrar teşekkür ettim ve babasını heyecanla beklediğimizi belirttim.

Çarşamba sabahı erkenden şirkette olduk. Herkes bayramlıklarını giymişti. Normalde işe spor kıyafetle gelebiliyoruz, çünkü biz bir köyde yaşıyor ve çalışıyoruz. Hepimiz sosyal yaşamlarımızda da arkadaşız. Titrlerimiz sadece dışarıya karşı, yoksa şirkette herkes eşit. Neyse, VIP misafirimizin hepimizi lacilere sokması pek hoş oldu. Fırsat bu fırsat deyip fotoğraf da çektirdik.

Saat 12:00'de şirketten ayrıldım. M4'ten Heathrow'a mesafe 125 km'ydi ve sıkışık trafikte 2 saat sürebiliyordu. Ama korktuğum olmadı, 13:25'te vardım. Terminal 3'e girdiğimde müthiş bir rahatlık çöktü içime. Geliş Panosu'na baktıktan sonra kahve içerim diye düşündüm. JAL 16:35'te, ANA da 16:00'da iniyordu; ama 15:25'te Tokyo'dan gelen bir uçak yoktu! Son anda SQ'yu fark ettim. O da 15:30'da iniyordu. Belki de Singapur üzerinden geliyordu. Yine de içime kurt düştü ve Danışma'dan Terminal 5, BA varışlarına bakmasını rica ettim. BA de 14:45'te iniyordu. Risk alamazdım, T5'te beklemeye karar verdim. Oradan çıkmazsa yine T3'e dönecektim. Babasının hangi uçakla geleceğini söylemediği için Ayumi'yi andım; ama bunu mahsus yaptığından emindim! BA 14:40'da indi ve 15 dakika sonra, hoş geldiniz demek ve dışarıda beklediğimi söylemek için aradım, telefonu kapalıydı. 15:30'da telefonu hâlâ kapalıydı ve T3'e dönüp SQ'yu beklemeye karar verdim. SQ inmişti, beklemeye başladım. Telefonu kapalıydı. Saat 15:50'de o aradı ve "Ohh, nihayet." dedim içimden. Kâbus bitmişti.

"Hoş geldiniz Bay Chiba. Ayumi bana 15:25'te ineceğinizi bildirmişti. Hangi hava yolu şirketiyle geleceğinizi bilmediğim için varış tablosunda inişinizi göremedim. Neyse, geldiniz ya ben sizi dışarıda bekliyorum efendim."

"Merhaba Mr Sahin. Avusturya Hava Yolları ile geldim. Güzel Viyana'nıza ilk kez geliyorum. Fırsat bulursak Beethoven ve Mozart'ın evlerini de ziyaret etmek isterim!"

Etrafımdaki sesler kesildi birden! Yerde yuvarlanan çocukların dahi çığlıkları duyulmuyordu! Şu çatı üzerime çökse, incecik bir cheddar haline gelip yanlardan taşsam ne iyi olurdu diye düşünüyordum. Yoksa, bungee jumping yaparken kauçuk halat kopsa ve saatte 150 km hızla yere çakılsam daha mı iyi olurdu! Olduğum yere yığıldım. Beynim kırmızı alarm veriyor, sirenler çalıyordu. Nasıl yani! Şaşkın adam!! Ne Viyana'sı, ne işin var orada? Canın Viyana'ya gitmek istedi diye şirketi oraya mı taşıyacaktık! Bu nasıl olabilirdi? Belli ki bir yerde hata yapılmıştı; ama o hatanın aranacağı zaman değildi.

"Paul, bizim paket Viyana'ya gitmiş! Bilmiyorum, sorma bir şey. Akşam yemeğini unutun. Yeni gelişmeleri paylaşacağım sonra."

İçimden Ayumi'yi arayıp fırçalamak geçiyordu; ama Tokyo'da gece yarısıydı.

Aklıma soğuk savaş zamanlarındaki casus hikayeleri geliyordu!

"Johann, n'aber? Çok acil yardımına ihtiyacım var dostum. Hiçbir şey sorma. 2 dakika içinde o koca Audi'ne bin ve havaalanına doğru sürmeye başla, sonra da hemen beni ara."

Çocuk gık diyemedi, 5 dakika sonra da aradı.

"N'oldu, bir şey mi unuttun bizim burada?"

Geçen hafta Bükreş dönüşü Viyana'ya uğramış ve Johann'la havaalanında 1 saat kadar görüşmüştük. Son 4 yıldır iyi müşterimizdiler ve aramızda sıkı dostluklar kurulmuştu. O anda aklıma bir şey geldi. Blackberry'mde Ayumi'ye gönderdiğim mesajı buldum. Başlarda bir gariplik yoktu; ama mesajın sonuna doğru geldiğimde felaketin nedeni çıktı ortaya.

Pick-up Point : Vienna Airport

Ya korkunç yorgunluğumdan dolayı ne yazdığımı fark etmemiştim ya da Johann'ın mail'i üzerine yazmıştım. Gerekli yerleri düzeltmiş; ama Johann'a olan mesajın sonunu silmeyi unutmuştum. Bilemiyordum ve bunları düşünecek halde de değildim. Benim hatamdı ve kâbus yeni başlıyordu.

"Johann, lütfen Sabine'i ara ve özür dilediğimi söyle. Çünkü bu akşam karınla yemek yiyemeyeceksin. Sonra da hemen Korso Bei Der Oper'i ara ve saat 20:00 için 3 kişilik bir masa rezerve ettir. Mozart Evi'nin kaça kadar açık olduğunu da öğren. Bunları yaptıktan sonra beni yine ara."

Ceketimi çıkardım. Şakaklarımdan, alnımdan çağlayan ter selleri gözlük camlarımı yıkamaya başlamıştı.

"Afedersiniz, ben uçak kiralamak istiyorum." dedim Danışma'daki şirin suratlı siyahi kıza.

Yüzümün aldığı şeklin onu çok ürküttüğü belli oluyordu. "Şu numaradan FlyMeNow'ı arayabilirsiniz."

"Karıma yemeğe yetişeceğime söz vermiştim de!"

Yani, şu halimde bile millete espri yapmaya halim oluyordu ya!

"Bayım, ben Heathrow'dayım ve acilen Viyana'ya gitmeliyim. Gece yarısına doğru da Londra'ya geri döneceğiz."

"Peki efendim. Şu anda size tahsis edebileceğimiz iki tip uçağımız var. Beechcraft Premier uçağımızın kiralama bedeli 15,600 sterlin ya da Cessna Citation olabilir ki daha lüks donanımlıdır ve onun da fiyatı 26.000 sterlin. Neredeyseniz sizi aldıralım, 15 dk içinde havalanabilirsiniz efendim."

"Beechcraft olsun ve T3'ün kapısından alın beni lütfen. Lacivert takım elbise, bordo kravat var üzerimde. Cep numaramı da vereyim size."

"Ata, Sabine seni öldürmeyi düşündüğünü söyledi. Restoranda yerimiz hazır. Mozart Evi de 19:00'a kadar açık. Neler oluyor dostum, endişeleniyorum!"

"Johann, Bay Yasuaki Chiba. Japon vatandaşı, zayıf, beyaz saçlı, 60 yaşlarında şu anda Viyana Havalimanı'nda ve beni de orada sanıyor. Bir karışıklık oldu, sonra anlatırım. Şimdi ben onu da arayacağım. Sen onunla buluşuyorsun ve Mr Sahin de buradaydı; ama sizin için çok özel bir gece hazırladık ve dayanamayıp yine restoranı kontrole gitti. Ben de bu arada sizi, görmeyi çok arzuladığınız Mozart Evi'ne götüreceğim. Daha sonra da yemeğe gideceğiz ve Mr Sahin de bizi orada bekliyor olacak. Yemekten sonra da özel uçağımızla Londra'ya uçacaksınız." de. Sen fazla konuşma, bırak o konuşsun. Ben de az sonra uçuyorum ve 19:30 gibi restoranda olurum. Bizim Avusturya Temsilcimiz gibi davran. Sakın kartını filan da vermeye kalkma."

"Ne o, bu Chiba iltica filan mı ediyor?"

"Sorma şimdi bir şey Johann; ama Sabine'le sana bir Gastein tatili borçlandım."

"O-hhoo Sabine sana fena taktı dostum, öyle termal havuzlarla, radon mağaralarıyla filan kurtulamazsın. Swarovski'ye sokacaktır seni mutlaka."

"Alo, Bay Chiba, sanırım bavulunuzu bekliyorsunuz. Bu ziyaretiniz çok kısa olduğu için programınızı özenle ve sizi yormayacak şekilde hazırlamaya çalıştık ve bir aksaklığa meydan vermek istemiyoruz. Biliyorsunuz, aslında fabrikalarımız İngiltere'de; ama sizin Viyana'yı da çok görmek istediğinizi biliyordum ve o nedenle sizi özellikle Viyana'ya davet ettik ki akşam yemeğimizi burada yiyelim. Restorandan beni aradılar ve tekrar oraya gidip son hazırlıkları kontrol etmem gerekiyor; ama arkadaşım Johann sizi alacak ve önce Mozart Evi'ni ziyaret edeceksiniz, sonrasında da ben sizi Korso Bei Der Oper'de bekliyor olacağım. Yemekten sonra da özel uçağımızla Londra'ya uçacağız."

"Sahi mi Mr Sahin? Çok duygulandım ve size karşı kendimi çok mahcup hissettim. Ne büyük emekler harcıyorsunuz benim için. Elinizi sıkmak için sabırsızlanıyorum."

"Siz olağanüstü bir iş adamısınız Bay Chiba ve aslında sizin şirketinizle bu kadar çalışma isteğimin altında yatan asıl neden sizin kişiliğinize ve başarılarınıza olan saygım." (Ahh samuray, bir bilsen ne işler açtın başıma ve bunca masrafın hesabını bakalım nasıl vereceğim Paul'e.)

"Ben Türkleri çok severim ve Ayumi de sizi çok sevmiş. Neyse, bavulum da gözüktü. Görüşürüz Mr Sahin."

"Johann, neredesin? Adam çıkmak üzere. Tamam, hadi göreyim seni."

16:25'te Heathrow'dan havalandım. Viyana saatiyle 19:00'da inme sözü verdi kaptan. Karşılıklı dört koltuktan, kokpiti gören, sol arkadakine oturdum. Kendimi Bill Gates gibi hissettim. Olanlara inanamıyordum. Özel uçağımdaydım ve patronu arasam iyi olacaktı !

"Nerede miyim! Yerden 35.000 feet yüksekte Viyana'ya uçuyorum! Nasıl mı telefon ediyorum! Tarifeli uçakla gidecek halim yoktu ya, adamım beni Viyana'da sanıyor! Paul boğma beni, karışık işler bunlar. Git evine, karınla huzur içinde yemeğini ye. Biz de Japon kardeşimle güzel bir Viyana akşamı geçirip Londra'ya döneceğiz. Merak etme, adamımız çok mutlu. Neden mi Viyana'ya gitmiş! Sanırım ben bir görüşmemizde sekreterine şaka yollu, Bay Chiba isterse Viyana ofisimizde de görüşebiliriz demiştim çünkü Viyana'yı görmeyi çok istiyormuş! Belli ki sözlerimi ciddiye almışlar! Siparişi alamazsam kendime iş mi bakayım! Çok kötüsün!"

Restorana vardığımda saat 19:40'tı. Benden 10 dakika sonra da onlar geldiler. Johann sadece Mozart Evi'ne götürmemiş, vakit kalınca bir de Stephan's Dom'u ziyaret etmişlerdi. Bay Chiba karşıdan hızlı adımlarla bana doğru geldi. Bir elinde Mozart çikolataları, diğer eliyle elimi sıktı ve de sarıldı; "Beni çok mutlu ettiniz Mr Sahin. Siz harika bir insansınız ve çok kibarsınız. Size daha önce güvenmeli, bu kadar vakit kaybetmemeliydik." dedi.

Bay Chiba şinitzel yemek isteyince biz de ona katıldık. Bilseydik, Figlmüller'e giderdik. Üçüncü kadeh Chardonnay'den sonra dili dönmeye başladı. Johann'a, beni çok uğraştırdığını; ama artık bana ve firmama çok güvendiğini, uzun yıllar birlikte çalışacağımızı söyledi. Havalara uçmadım. Çünkü sabah ayıldığında ne düşüneceği önemliydi.

Johann bizi havaalanına bıraktığında saat 23:00'e geliyordu ve 15 dakika sonra havalandık. Yol boyunca uyudu Bay Chiba ve oteline vardığımızda saat 02:00'ye geliyordu.

"Bu muhteşem program için tekrar teşekkür ederim dostum." deyip yine sarıldı. Nispeten ayılmıştı.

Ne gündü. Bir felaketi atlatmış görünüyorduk; ama sabahki toplantıdan önce sevinmek doğru değildi.

Sabah kahvaltıda ona eşlik ettim. Akşamki düşüncelerini koruyordu ve şirkete geldik. Dünkü lay lay lom adam gitmiş, o soğuk yüz geri gelmişti. Paul'le tanıştırdım.

"Mr Sahin'in benim için hazırladığı sürpriz müthişti. Hatta inanılmaz! Ne kadar takdir ettiğimi bilemezsiniz." dedi. Paul'ün bana bakışı, ahh sen yok musun der gibiydi!

Toplantı odasına girerken aklıma gelen şey yine beynimden vurulmuşa döndürdü beni. E bu adam yarın sabah Viyana'dan dönecekti, tekrar oraya gidemezdi ya! Hemen internet'ten uçuşlara bakıp Ayumi'yi aradım.

"İyi akşamlar Ayumi, ofisten çıkmadan yakalayamadım seni; ama yardımına ihtiyacımız var. Yoo, baban çok iyi ve mutlu. Yalnız, ben onu İngiltere'ye getirdim dün gece ve yarın da Tokyo'ya Heathrow'dan uçması gerekiyor. Uçuşunu değiştirir misin lütfen? NH6532 13:45 uçuşu olacak. Hadi, hallet hemen ve bana da sms'le bildir lütfen."

Bol kahkahalı iki toplantı, nehir kıyısında-çimenler üzerinde öğle yemeği ve 500 yıllık bir binada akşam yemeğinden sonra Bay Chiba kendini dünyanın en mutlu insanı hissettiğini söyledi.

Paul uçuş faturasını görünce renk değiştirdi ve "Çılgın Türk, ailendeki kaptanlardan birini getir de şirkete bir uçak alalım. Senin bu beklenmedik sürprizlerin bize pahalıya patlayacağa benziyor." dedi.

Chiba döndükten iki hafta sonra 300.000 sterlinlik ilk siparişimiz geldi. Bu sene onlarla 1,800K sterlin ciroya ulaşmayı hedefliyoruz. Ayumi de sık sık arayıp, "Babam seni sorup duruyor, ne zaman geliyorsun?" diyor.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..