Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '10

 
Kategori
Eğitim
 

Çocuğum ders çalışmıyor

Çocuğum ders çalışmıyor
 

sınav yolcuları


Sınavlar hayatımızın bir parçası olmuş durumda. Hatta hayatımızın merkezi konumundadır sınavlar. Genç bir çocuktan delikanlıya, delikanlıdan üniversite mezununa, üniversite mezundan iş hayatının ortasına kadar, kısaca hayat yolculuğunun yarısına kadar (35 yaş) sınavlara hazırlık zamanımızın %60’ını teşkil ediyor. Sınavın muhatabı kadar aileyi de etkileyen, içine alan bir konu haline geldi sınavlar. Sınavı gençler yaşıyor, aileler ve devlet yaşatıyor. Ancak sınavlar bir realite olup bundan kaçış şimdilik mümkün değildir. O halde hayat tarzımızı bu gerçeği göz önüne alarak dizayn etmek zorundayız. Eğer yaşam tarzımızı bu gerçeği öteleyerek tanzim edersek kuşkusuz sıkıntısını çekecek biziz. Hiçbir problem erteleyerek yok edilemez. Ertelemek problemleri artırmak, onları çözümsüz hale getirmektir.

Ne yapmalıyız?

Elbette yapılacak çok şey var. İnsanoğlu problem çözen bir canlıdır. Problemler çözülmek içindir. Bir kere hayatı iyi anlamalı geleceği iyi görmeliyiz. İnsanoğlu ölünceye kadar öğrenen (beşikten mezara kadar ), öğrenmesi gereken, hayatı anlamaya çalışan bir varlıktır. Her canlı kendisine yetecek kadar öğrenir. Ancak insanın öğrenmesinde sınır yoktur. Sınırsız öğrenme kabiliyeti insanoğluna yaratıcı tarafından verilen bir meziyettir. Başlangıçta öğrenmeyi kendimize bir görev, sorumluluk ve sonunda mutlu olacağımız bir uğraş olarak seçmek zorundayız. Herkes öğrenmeli, yeni doğan çocuklara da bu meziyeti aşılamak büyüklerin görevi olmalı.

“Sınavlar bilenlerle bilmeyenlerin yarıştırılmasıdır.” Okullar arası sınavlar olur, okulda yazılı sınavlar olur, televizyonda bilgi yarışmaları olur... Bölgeler arası folklor yarışmaları vardır. Bunların tümünde az bilenle çok bilen kıyaslaması yapılır. Gerçi ülkemizde bazı parazitlikler yapılır bu tür yarışmalarda. Demokrasi ve vicdan muhasebesi geliştikçe bunlar asgariye inecektir. Ancak ÖSS ve SBS sınavları hazırlık aşamasında adaletsizlik içerse bile uygulanış bakımından en gerçekçi sınavlardır.

O halde sınavların insan hayatında yer ettiği tek faktör bilgi birikimini mecbur hale getirmesidir. Bilgiyi edinen, onu sorgulayan ve kullanabilen her insan sınavda başarılı olur, sınavdan korkmaz. Burada insana düşen bu bilgiyi biriktirmektir. Bilgiyi biriktirmek iki şeye bağlıdır. Birincisi; bilgili olmayı sevmek, bilgili olmayı istemektir. İkincisi ise; öğrenmeyi hayatın her anına, uzun vadeye yaymaktır. Yani bilgiyi sabırla örmektir. Bu da doğuştan itibaren bu işin içerisine girmeyle mümkündür. Hücreler gelişmeye başladığı anda öğrenme kimyasını da geliştirmek, hücrelere enjekte etmek gerekiyor. Bu da anne-baba, dede ve nineye düşen bir görevdir. Dedeler ve nineler torunlarını çikolata ile oyalamak yerine onlara güzel güzel masallar anlatsalar, öğrenmenin temelleri atılmış olurdu.

Günümüzde anne ve babaların en büyük derdi çalışmayan çocuklarıdır. Özellikle annelerde bu dert daha yoğun yaşanıyor. Sağlık, para, ev-araba, dünyanın tadını çıkarma bir yana; çocuklarını çalıştırma, sınavlardan iyi bir sonuç almalarını görme bir yana. Ebeveynlerin eşleriyle olan ilişkileri; dinlenme, kazandığını ağız tadıyla yeme olayı lüks haline geldi. Aile büyüklerinin bunları düşünecek, gerçekleştirecekleri zamanları kalmadı. Varsa yoksa çocuklarının sınavlarda aldığı puan, karnedeki notları, ÖSS-SBS sonuçları. Bunlar tamamen zamanında çocuklara çalışma alışkanlığı kazandırılamamasından kaynaklanıyor.

“Ağaç yaşken eğilir.” Ağaca yaşken şekil vermek lazım. Biz fidanların ağaç haline gelmesini seyreden bir milletiz. Fidanın ne tür ağaca dönüşmesi gerektiğini düşünmeyen, planlamayan aile yapısına sahip bir millet haline getirildik. “Yaydım çayıra Mevla kayıra” ilkesi doğrultusunda sorumluluk ve işten kaçıyoruz. Belki becerebileceğimizden korkuyoruz, belki kendimizde o cesareti göremiyoruz. Bu durumda farkında olmadan burnumuzun dibindeki fidan ağaca dönüşüveriyor. Ağaca dönüşen bir fidanı istediğin şekle sokmak da mümkün olmuyor. Bu sorun aynı zamanda devletin sorunu haline geliyor. İyi yetiştirilemeyen çocuğun hem kendisine, hem ailesine hem de devletine zararı dokunuyor.

Bu seviyeye ulaşan çalışmama, çalışamama, bilgi yetersizliği gibi sıkıntıları ihale yoluyla çözmenin yolları aranmaya başlanıyor. Çocukları özel okullara, dershanelere, özel derslere gönderilince sorunun çözüleceği zannediliyor. Elbette sorun bir nebze çözülüyor. Ancak hazıra alıştırılmış bir gencin bu fırsatları tam olarak değerlendirmesi söz konusu olamıyor.

Peki, ne yapılmalı?

Ağaç olmaya yüz tutmuşlarla henüz toprağa ekilenlerin yetişme tarzı elbette farklı olacak. Henüz fidan olmuş veya olacaklar için birkaç söz söylemek isterim. Birincisi ebeveyn olacak veya yeni ebeveyn olanlara şunları söylemek isterim. Çocuk yetiştirmek bir sanattır, çocuğu yetiştirenler de birer sanatçıdır. Öncelikle bu sanatı öğrenmemiz gerekiyor. Karı-koca çocuk eğitimi konusunda birbirinin ruh ikizi olmaları gerekiyor. Hayatı algılama düşünceleri, doğru ve yanlış algılamaları, inançları, aynı dili konuşmaları gibi çocuğun psikolojik gelişimine etki edecek her türlü tutum ve davranışları aynı olmalı. Bu, çocuk için mutlaka yapılmalıdır. Bunu beceremedikleri durumda çocuk sahibi olurlarsa çocuğun sağlıklı büyümesi mümkün olmayacaktır. Başarılı gençlerin aile yapılarına bakıldığında bu özellik fark edilir. Yani ebeveynlerinin de başarılı oldukları gözlenir.

Çocukları olan anne-babaların çoğunluğu çocuklarını eğitmiyorlar. Onları çikolatayla, hamburgerle besliyor, marka giydiriyorlar, her türlü işlerini kendileri görüyorlar. Çocuğa sorumluluk vermiyorlar, sadece Fen, Matematik, Türkçe, Sosyal, İngilizce öğrenip öğrenmediklerine bakıyorlar. Hayatı öğrenemeyen, yukarıdaki derslerin ne işine yarayacağını algılayamayan bir genç ne adam gibi fizik, kimya… öğrenir, ne de herhangi bir sınava gerektiği gibi hazırlanır. O halde öncelikle çocuğa öğrenme isteği aşılanmalı. Bunun için anne babanın birer öğretmen olması şarttır. Bu öğretmenlik evde mutlaka yapılmalıdır. “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma” misali bir öğretmenlik olmamalı bu. Bir kere anne babanın ev içindeki davranışları, temizlik anlayışları, birbirine hitap şekilleri, devleti tanımlamaları, çalışkanlıkları, komşularıyla ilişkileri çocuğun ilk öğrencilik zamanında kendisini eğiten davranışlar olacaktır. Çocuğu SBS ve ÖSS’ye hazırlamaya buradan başlanmalı. Anne-baba çocuğa İngilizceden önce temizliği, sofra adabını, eşyaya zarar vermemeyi, fedakârlığı, yalan söylememeyi, kardeşleriyle paylaşmayı ve en önemlisi Türkçemizi iyi kullanmayı öğretmeli. Bunların süresi çok uzun ve tekrarlar şeklinde olmalı. Tıpkı bambu ağacının çekirdeğinin 4-5 yıl toprağın altında beklemesi, güçlenmesi gibi. Evet, öğrenmenin, çalışkan olmanın temelinde yatan budur. Çalışkan olmamanın, başarısızlığın temelinde yatan da yukarıdakilere önem vermemektir. Çocuk yukarıdaki meziyetleri kazandıktan sonra kendisine çalışma deseniz bile çalışacaktır. Bu öğretme ve öğrenme ortamında inanın ailede huzursuzluk diye bir şey söz konusu olmayacaktır. Tabii olarak bunun için televizyon ve internet denen araçların kontrol altına alınması şarttır.

Evet, aklın yolu birdir. Okul çağına kadar çocuğumuza hayat öğretilmezse, onun temizlik, düzen, saygı, sevgi, aşırı tüketmeme, kaliteli yemek yeme, bir yaratıcısının olduğu ve tüm canlıları çok sevdiği… şeklindeki melekeleri geliştirilemezse okula başladıktan sonra başarılı bir çocuk olmasını beklemek boşa kürek çekmektir. Yeni evlenecekler, henüz çocuk sahibi olmayanlar veya yeni çocuk sahibi olmuşlar; yarın dizinizi dövmek istemiyorsanız, hayatınızın çocuklarınız yönünden sıkıntılı geçmesini istemiyorsanız bu düşüncelere kulak verin.

Gelelim okul çağında çocukları olup da tembellik yapanlara. Bir kere şunu bilmeliyiz ki çaresi olmayan hiçbir dert yoktur. Henüz bulunamamış olsa bile kanserin de mutlaka bir tedavi yolu vardır. Öncelikle anne ve baba bir araya gelip bir yol haritası çizmeleri gerekiyor. Kavgasız ve gürültüsüz bir şekilde meseleyi halletmeye karar vermeliler. Kendi hayatlarının da önemli olduğunu düşünmeliler. Daha sonra çocuklarını yanlarına alıp güzel bir muhabbetle birbirlerini anlamayı, hayatın geri kalan kısmını birlikte planlamasını yapmaları gerekir. Başarının aile mutluluğunda yattığını, çalışmanın faziletlerini güzelce analiz etmeleri, herkesin sorumluluklarını belirlemeleri gerekir. Burada herkes sorumluluklarını bilmeli ve kendisine düşen görevleri yerine getirmeye söz vermeli. Televizyonun sağlıklı kullanılmasına, evde kitap okunmasına, problemlerin sürekli ve ortalıkta konuşulmamasına karar verilmeli. Ev hayatının normalleştirilmesi sağlandığında çocuğun da çalışma gayreti içerisine gireceği muhakkaktır.

Kısaca anne-baba çocuğunu muhatap almadan bir süre kendi hayatlarını düzenlerse, sıra çocuğa geldiğinde çocuğun itiraz edeceği bir şey kalmaz. Söylenilenlerin etkili olması için öncelikle onların yaşanması gerekiyor. Takdir gören küçük işler, küçük çalışmalar daha sonra büyük işlere, büyük çalışmalara mutlak dönüşecektir.

Sorunların çözümü kendimizden başlanarak gerçekleşir. Yanlış alışkanlıklar, yanlış tutum ve davranışlar terk edilmeden bir şeyi düzeltmek mümkün olamaz. Aksi takdirde; sürekli çalış, soru çöz, bu gidişle bir şey kazanamazsın…gibi telkinlerin hiçbir faydası olmaz. Sadece çeneniz yorulur, canınız sıkılır.

 
Toplam blog
: 137
: 1557
Kayıt tarihi
: 23.06.08
 
 

1963 yılı Trabzon Of doğumluyu. Emekli Öğretmenim Eğitimle ilgili konulara ilgim uzun yıllar önce..