Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '13

 
Kategori
Siyaset
 

Çözüm ve barış süreci - (3-C)

Çözüm ve barış süreci - (3-C)
 

Öcalan'ın bu sivil giysili hali ile ne gibi bir mesaj veriyordu acaba?


ÖCALAN'IN BEKAA VADİSİ'NDEKİ BASIN TOPLANTISI..

Bir önceki bloğumda, başta Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmak üzere, Başbakan Süleyman Demirel, Hükümet ortağı Erdal İnönü, TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ve askeri kanadın, Öcalan'ın mektubuna karşı gösterdikleri tepkileri dile getirmiş ve genel bir karar olarak Öcalan'ın Bekaa Vadisi'nde yapacağı açıklamaları beklediklerini yazmıştım...

NOT- 1 : Bekaa Vadisi, Asi Nehri'nin doğduğu Lübnan'ın doğu kesiminde  ve Beyrut'un 30 Km. doğusunda yer alır. Lübnan'ın en önemli bir tarımsal bölgesidir.

Ancak, bu basın toplantısına geçmeden önce, bir önceki bloğumda da belirtmiş olduğum, Öcalan'ın Talabani aracılığı ile gönderdiği mektuptaki, Talabani'nin kendi özel notuna bir göz atmak gerekir, diye düşünüyorum.Talabani, özel notunda şöyle diyordu(1) :

"Ben, şiddet kullanımının, terörist eylemlerin ve kardeşler arasında kavgaların geride bırakılması konusunda uygun bir imkanın mevcut olduğunu şahsen görmekteyim. Bu nedenle, iyi niyetlerini gerçekleştirmesi konusunda Sayın Öcalan'ı teşvik ettim. Bir basın toplantısı düzenleyerek, dünyaya bu niyetlerini açıklamasını kendisinden istedim. Kendisi, olumlu bir şekilde, bu yönde davranacağı yolunda bana söz verdi" 

Şimdi bakalım, Öcalan, yapacağı basın toplantısında, Talabani'ye verdiği söz doğrultusunda mı konuşmuş?

17 Mart 1993, Bekaa Vadisi...

Öcalan, basın toplantısına sivil takım elbiseli ve kravatlı olarak çıktı. Talabani de onun yanında oturuyordu...Öcalan'ın sivil kıyafeti farklı şekilde yorumlanabilir. Ama herkese bir mesaj verdiği kesindi.

Öcalan net ve açık konuştu. Mesajları şöyleydi...:

"Ateş, 20 Mart'tan itibaren(basın toplantısından 3 gün sonra) kesilecekti. Öcalan artık terörden vazgeçtiğini ve demokratik siyasi mücadeleye atılmak, Türkiye'ye gelerek Güneydoğu Anadolu'da yerleşmek istediğini söylüyordu(Basın toplantısını neden sivil giysili olarak yaptığı biraz anlaşılıyordu). Ancak, Şeyh Said gibi idam edilmeye niyetli olmadığını belirtiyor ve bu konuda kendisine güvence verilmesini istiyordu. Öcalan, ayrıca Türkiye'den ayrılmak istemediklerini, Kürtlerin, federe bir devlet olarak haklarına, siyasi, kültürel ve insani haklarına kavuşturulmasını da şart koşuyordu. Son olarak da, antlaşma olmazsa  ateşi kesmeyiz, diyordu"(2)

NOT- 2 : Öcalan'ın, basın toplantısında, "Seyh Said gibi idam edilmeye niyetim yok" demesi,  1996 yılında görevli bulunduğum kamu kurumunda, benim "Şeyh Sait' İsyanı'ndan PKK'ya" adlı bir kitap yazmaya başlamama neden oldu. Ancak, o sıralarda çalıştığım kurumun yazdıklarımı onaylayacak ve yayınlayacak kadar hazır olmadığını düşündüğümden kitabı yarıda bıraktım...Dört yıl önce, burada yazdığım Şeyh Said İsyanı ile ilgili bloglar, bu kitabın başlangıç bölümlerimde yazdıklarımdan derlenmiştir. İsteyen arkadaşlar okuyabilir...

Görüldüğü gibi, Abdullah Öcalan'ın yaptığı bu açıklama, Talabani'nin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a getirdiği mektubun içeriğinden farklıydı. Öcalan, mektubunda "federe bir devlet" istemediği halde bu basın toplantısında, "federe bir devlet yapısı" istiyordu..

Öcalan, 20 Mart'ta başlayacağını söylediği ateşkesi de  15 Nisan'a kadar uzatıyordu...Bu süre içinde Türkiye'den olumlu izlenimler almak istediğini; aksi takdirde ateşkesi bozacağını söylüyordu...

Bu, mektubunda olmadığı kadar sert ve tehdit içeren bir söylemdi...

Öcalan'ın basın toplantısında yaptığı açıklamaya ilk tepkiler, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin  ve ANAP  lideri Mesut Yılmaz'dan geldi...

İçişleri Bakanı : "Türkiye'ye gelirse tutuklanır," derken, Mesut Yılmaz, daha şahin kesildi : "Eşkıya ile pazarlık yapılmaz" diyordu...

Sonraki 20 yıl boyunca hep bu ve benzeri sesleri duyduk durduk...Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Erdal İnönü'den ses çıkmamıştı...Bir önceki bloğumda da söylediğim gibi, bu üçlü sürece karşı ılımlı ama tedbirli bir tavır sergiliyorlardı...

21 Mart Nevruz Bayramı, Adana'da Nevruz'u kutlayanlara yapılan saldırıların dışında genelde sorunsuz ve  barış içinde geçtiği söylenebilirdi...

Ama hepsi bu kadarla kaldı...Neden mi?

Bunun nedenini anlamak o kadar zor değildi...O günleri yaşayanlar(ki ben de onlardan biriyim, cd) biraz da medyayı takip edenler bunun nedenini kolayca anlayabilirler...

Ateşkes önerisinin sonucu beklendiği gibi oldu...

"Türkiye'yi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan idare etmiyorlardı: bunların üzerindeki kuvvetler, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Kurulu idi...Demokratikleşme paketi buralarda askeri kesimce tepkiyle karşılandı. Ordunun baharda kesin bir operasyona hazırlandığı, ateşkes teklifinin de bundan korkulmasından dolayı ortaya atıldığı belirtildi"(3)

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, PKK ile Kürt halkını ayırmıyor ve örgüte şu veya bu nedenle destek verenlerin -isteyerek ya da tehditle- ezilmesi gerektiğini savunuyordu.

Siyasi partiler de, ana muhalefet partisi Mesut Yılmaz'ın en başından karşı çıkmasıyla, demokratikleşme paketi ve anayasal haklar üzerinde anlaşamıyorlardı...( Aynen, iktidarın dışında diğer partilerin günümüzdeki tavırları gibi...)

Bu arada dünyanın gözü de Türkiye üzerindeydi ve Amerika açıkça, ateşkes ilanının siyasi çözüme gitmesini destekliyordu...Bu da gayet normaldi; bu konudaki ilk bloglarımda  bu açılımın, muhtemelen, Amerika, Turgut Özal, Celal Talabani(Öcalan'ın sözcüsü, Amerika'nın bölgesindeki memuru) arasında geliştirildiğini yazmıştım zaten...

Turkish Daily News gazetesinin bir sorusuna, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın verdiği yanıt bunu açıkça doğruluyordu :

"Geçmişte olduğu gibi, şunu tekrarlamak isteriz. Bu sorunun çözümü, sadece askeri yollarla sağlanamaz. Türk Anayasa sistemi içinde, bütün Türk vatandaşlarının insani haklarının korunması çerçevesinde siyasi kolaylıklar da buna dahil edilmelidir"(4)

ABD Dışişleri Bakanlığı verdiği yanıtta "Kürt" sözünü kullanmıyor ama, konun itibari ile "Türk vatandaşı" derken, vatandaşlık kavramı içinde Kürtleri de dahil ettiği söylenebilir...

Bu arada Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 4 Nisan 1993 tarihinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'ne bir geziye çıktı...

Bu gezinin ikinci günü Taşkent'te bir çiğ köfte partisi düzenlendi. Sofrada geziye katılan tüm milletvekilleri(kimse farkında değildi ama, Özal'ın bizzat seçtiği milletvekillerinin ortak özelliği, hangi partiden olursa olsunlar, tümünün Kürt kökenli olmalarıydı) ve gezide Özal'a eşlik eden Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin bulunuyordu...Özal'ın amacı, bu gezide onlara Kürt meselesini çözmek için neler yapacağını anlatmak ve onları ikna etmekti.

Gecenin ilerlemiş saatlerinde Özal, birdenbire şunları söyledi :

" --- Beyler, bu Güneydoğu meselesini artık kesinlikle çözmemiz gerekiyor. Allah'ın izniyle bu işi ben çözeceğim. Bu çok riskli bir  iştir. Bu riski alacağım, sizin yardımlarınızı bekliyorum."(5)

Kimseden ses çıkmamıştı...

Bu arada, Turgut Özal'ın Orta Asya gezisine çıkmadan bir gün önce, oğlu Ahmet Özal'a "Beni indirmeye çalışıyorlar. Aslında ne yapmaya çalıştıklarının farkında değiller. Ben ölsem ya da beni buradan indirseler, asıl zararı onlar görür...Beni indirmek Türkiye'yi batırır"(6) dediğini hatırlatmalıyım.

NOT : Özal'ı indirmeye çalışanların, kendisinin sık sık ifade ettiği şekilde, siyasi partilerin ve hükümetin üstünde ülkeyi idare edenlerin "sivil ve askeri bürokratlar" olduğunu anlamak için fazla bir araştırma yapmaya gerek yoktur...

Gerçekten riskli işmiş...

17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal öldü ya da öldürüldü...

24 Mayıs 1993'te, Elazığ-Bingöl yolunda, terhis  olan 33 askerimizin, sözüm ona(!?)  Öcalan'ı dinlemeyen bir PKK birliği tarafından pusuya düşürülerek kurşuna dizilmesiyle, Turgut Özal'ın başlattığı Kürt açılımı sona erdi.

Bu olay da Turgut Özal'ın ölümü gibi tartışıldı...

Ateşkes bozuldu...

PKK, kısa bir süre bıraktığı terörü yeniden başlattı.

Türk ve Kürtler arasında başlayan yakınlaşma bozuldu

Ülke kaynakları, silah ve mühimmat olarak Güneydoğu'ya akmaya devam etti...

İçimizi burkan, milletin canını yakan şehit cenazeleri birbiri ardından gözyaşları ile karşılanmaya yeniden başlandı.

Analar, babalar, nişanlı  genç kızlar, taze evli genç eşler, yetim kalan küçük çocuklar ağlamaya  devam ettiler.

Aynen, zamanımızın  6-7 ay öncesinde olduğu gibi...

 Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın, ABD özendirmesi ile olsa da, başlattığı bu Kürt açılımından ne bekliyordu?

Bunu da bir sonraki bloğumda anlatmaya devam edeceğim...

cdenizkent

 __________________ :

(1) Yavuz Gökmen, Turgut Özal Yaşasaydı, Ankara, s.270

(2) A.g.y. s.273

(3) s.274

(4) Türkish Daily News'ten A.g.y. s.274

(5) A.g.y. s.280

(6) s.283

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..