Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Değişim başladı mı ne?

Değişim başladı mı ne?
 

Hani bir reklam var son günlerde, mutlaka izlemişsinizdir, "Değişim başladı" diyor. Hayatta bir şeyler sürekli değişim içinde. Günler, aylar ve hatta yıllar öyle çabuk gelip geçiyor ki... Elli yıl insan ömrü için önemli bir dönemeç. Bir süre demir atılan orta yaştan çıkma zamanı. Söylemesi belki zor ama yaşlılığa doğru atılan ilk adımlar.

İnsanlar, doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Sadece insanlar mı, bütün canlılar için geçerli bir kural bu. Şu anda sonsuza kadar yaşayan bir canlı sanıyorum henüz keşfedilmedi.

Devletler, şirketler, kuruluşlar, örgütler de, zamanla işlevini bitirip o "son"la mutlaka tanışıyorlar.

Avrupa Birliği bildiğiniz gibi ellinci yılını kutladı. Aslında birliğin temelini İkinci Dünya Savaşı sonrasında sanayi açısından önemli iki temel hammadde olan çelik ve kömür sektörünü güçlendirmek amacıyla 1951'de kurulmuş Avrupa kömür ve Çelik Topluluğu oluşturuyor.

Belçika, Almanya, Fransa, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya arasında imzalanan Paris Antlaşmasına, 25 Mart 1957 tarihli Roma Antlaşmasıyla kurulan Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu da eklenerek Avrupa Ekonomik Topluluğu meydana geldi.

Türkiye Topluluğun kurulmasından çok kısa bir süre sonra ortaklık başvurusunda bulundu. Tarih 31 Temmuz 1959. Ama Topluluğa bugüne kadar pek çok ülke dahil olmasına rağmen, Türkiye hâlâ üyelik müzakerelerine başlasın mı başlamasın mı diye tartışmalar devam ediyor.

Bir süre topluluğa girmeyi çok istedik. Eğer Birliğe katılırsak Avrupalılaşacağımızı sanıyorduk. O zamanlar milliyetçi ve muhafazakâr kesim, topluluğun bir Hıristiyan kulübü olduğunu, eğer biz de bu topluluğa katılırsak manevi değerlerimizin tümünü kaybedeceğimizi söylüyordu.

Aradan yıllar geçti, köprünün altından çok sular aktı ve Akparti iktidara geldi. Avrupa Birliğine karşı çıkan bir düşünce yapısından doğduğu düşünülerek, Akparti Türkiye'nin AB'ye girme hayallerine son verecek diye çok endişe edildi. Fakat Akparti inanılmaz bir şekilde Avrupa Birliği için uğraş vermeye başladı.

Akparti'nin yaptığı her şeye karşı olmayı kendilerine bir siyasi hedef olarak koyanlar, madem öyle, biz bu Avrupa Birliğine girmeyelim, yani girmesek de olur filan demeye başladılar.

İki tarafın birden bu ani dönüşleri vatandaşın kafasını da allak bullak etti. Bugün en cahilinden en aydınına kadar, büyük bir çoğunluğun kafasında Avrupa Birliği'ne girme fikre çok net değil. Girdiğimiz zaman lehimize mi aleyhimize mi sonuç alacağımızı ise kimse kestiremiyor.

Biz kendi içimizde bu ikilemleri yaşarken, Avrupa Birliği üyeleri ise bizi alıp almamakta üçlemler, beşlemler yaşıyorlar. Zaman zaman bizim girmemizin hayal olduğunu söyleyenler de çıkıyor, Avrupa'nın bize ihtiyacı olduğundan bahsedenler de...

Bunların da doğru mu söyledikleri, yoksa bizim anlayışımızda mı bir hata olduğu belli değil. Hele samimiyeti ölçü olarak alırsanız o hiç belli değil. Zaman zaman konjonktür gereği orada burada yapılan konuşmalarda, herkes kendine göre bir şey söyleyiveriyor bizim için...

Ancak dün yapılan Ellinci yıl kutlamalarına Türkiye'nin çağırılmaması, gerçeği biraz daha net şekilde su yüzüne çıkarmış gibi. Niyetler açıkça gösteriyor ki, Birlik üyeleri, –en azından bugün yönetim kademesinde bulunanlar– Türkiye'yi aralarında görmek istemiyorlar.

Ben de bir vatandaş olarak doğrusu Avrupa Birliği konusunda net bir bilgiye sahip değilim. Kâh girmemizin iyi olacağını düşünüyorum, kâh bundan zarar göreceğimizi... Öyle bir fasit daire ki, Türkiye kendi içinde toplumunu belli bir ekonomik düzeye getirebilse, kültürel ve sosyal açıdan belli bir seviye yakalayabilse, Avrupa Birliği'ne girmeye ne gerek var diyorsunuz.

Ancak bir kısmımız da bunları yapabilmek için Avrupa Birliği'ne girmemizin gerektiğini söylüyorlar. Tavukla yumurta hikâyesi gibi bir şey. Bu konuda ben sadece bir vatandaş olarak görüşümü söylüyorum. Konunun uzmanı değilim.

Zaten konunun bu tarafına da değinmek istemiyorum. Bu yazıyı yazmamın sebebi, dünkü Ellinci Yıl kutlamalarına bizi çağırmaya tenezzül etmeyen dönem başkanı ve Almanya Başbakanı Merkel hanımefendinin, 2057 yılında Birliğin durumu ne olur diye soran bir gazeteciye verdiği cevapta, elli sene sonra da Türkiye'nin burada yer alamayacağı gibi bir cevap vermesi.

Bu cevap bana bir reklamı hatırlattı da kendi kendime glümsedim. Ve bu yazıyı yazmaya öyle karar verdim. Elli sene sonra acaba Avrupa Birliği olacak mı?

Hani bir reklam verdi hatırlarsınız. Cem Yılmaz Telsim'in reklamını yapıyordu. Güya bütün telefon operatörleri batmış da sadece Telsim ayakta kalmış. Cem Yılmaz'ın da heykelini dikmişler. Torununu götürüp heykelinin hikâyesini anlatırken, "O zamanlar tabii rakiplerimiz çoktu" diyordu...

Bildiğiniz gibi şimdi diğer operatörlerin hepsi duruyor da, Telsim değişime uğramış vaziyette... Adı artık yavaş yavaş siliniyor, Vodafon oluyor.

Elli sene sonra da Avrupa Birliği değişime uğramış, ama Türkiye dimdik ve güçlü bir ülke olarak ayakta duruyor olamaz mı? Elbette olabilir ve olacak... Zaten bütün gayretimiz bunun için değil mi?

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..