Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Denize ve Aşka tutsak

… Zamanlardan; Haziran ikindisi. Saat; hüzün öncesi dakikalar. Hani güneşin akşam çizgisine doğru yol aldığı bir saat… Yer; deniz kıyısının mekan tutulduğu bir köşe. Ve orta yaş sınırını birkaç dört mevsim geçirmiş kadın… Yılların ağarttığı saçlarını, kendi halinde bırakıvermiş. İzin verseler, saçlarının her bir telini, kendisi tutup götürecek sevgilisine! Sevgili mi? Ne sevgilisi? Kim?... Öylesine garip bir durum ki!... Sevdasını denizde yitirmiş, gönlü kırık bir beden. Bekler dururmuş senelerdir. Genelde aynı mevkide ve aynı Haziran ikindilerinde… Alargadaki gemiye takılmış kalmış bakışları. Ara sıra kafasını ve omuzlarını kaldırıp, güvertede gezinen denizcileri takip ediyor gözleriyle. “İçlerinden biri acaba o mu?...” diye heyecanla bekliyor… Sonra tekrar düşüyor omuzları. Bir kez daha küsüyor. Ayaklarını ıslatan dalgalara doğru, sitem kokulu sesiyle usulca sesleniyor. Upuzun sessizliğini yine kendisi bozup; anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor… Sesindeki sitem kokusu, denizin iyot kokusuna karışıp, kayboluyor. Geriye anlattıkları kalıyor. Anlatılanlar ise; üçlü bir aşkın anıları!...

…Evet! Üçgen aşk öyküsü bu! Her iyot kokusunda, her yosun dansında ve her dalga sesinde anımsanacak… Aşkın üç kahramanından birisi deniz... Denize aşık, genç yakışıklı denizci. Genç adam öylesine aşık ki denize; hani tuzunu tatmadığında aç, iyot kokusunu solumadığında nefessiz kalıyor. Ve bu denizciye aşık, genç bir kadın. Güzel, alımlı hem de sevda yüklü bu kadın; denizcinin kıyıdaki aşkı!... Deniz, denizci ve sevda yüklü bir kadın. İşte böylesine bir aşk üçgeni…

… Rotası hep hasrete çizili uzun uzun seyirler… Martı kanatlarında gönderilen sevda mektupları... Geminin küpeştelerine anlatılan özlem yüklü duygular. Hepsi, bu sevda üçgeninde yaşananlar olarak kalıyor kadının anılarında…

… Sonra bir gün, küçük midyelerin kabuklarından nikah şekeri yapıyorlar. Balıklar ve martılar şahitleri oluyor. Tüm balıkların pulları ve martıların çığlıkları anlatmaya yetmiyor aşıkların mutluluğunu… Gözleri yosun yeşili, teni deniz kokulu bebekleri oluyor. Evini terk etmiş yaşlı bir deniz kaplumbağasının kabuğundan beşik yapıyorlar sevgili bebeklerine. Ve denizle aynı anlama gelen isim koyuyorlar çocuklarına…

… Denizcinin her sefere çıkışında, geride kalan kadının yüreği burkuluyor. Göz pınarlarında tuzlar kuruyor. Hüzün kokulu günler geçiriyorlar… Uzun uzun gidişler, hep yaşanıyor yıllar boyu. Açık denizlerdeki seyirlerde, vardiya aralarında güverteye kaçıyor denizci. İyot kokusunu ciğerlerine doldurmaya çalışıyor. Limanda bıraktığı kadının saçlarının kokusunu hissediyor, soluduğu iyot yüklü havada. Vardiya aralarındaki uykuları, sevdiği kadının seslenişiyle bölünüyor. O seslenişler, hemen sonra makine gürültüsünde kaybolup gidiyor… Tedirgin uykusunda rüyalara daldığında, çocuklarını düşlüyor. Yaramaz küçük kızları geliyor gözlerinin önüne. “ Hani bu defa okula sen de gelecektin baba!...” diye seslenişlerini duyar gibi oluyor… Geminin, seyir dönüşü körfeze girişinde, bayram arifelerinin heyecanı ve coşkusu yaşanıyor denizcinin evinde. Gemi ufuk çizgisinde göründüğünde, hüznün rengi sevince dönüşüyor. “Dönüyorlaaar!...” diye sevinç çığlıkları yükseliyor, babasız kurulmuş sofralardan. Bundan sonraki sofrada, baba ile birlikte yenecektir yemek!... Poyraz; rüzgar adından çok, onların kavuşma durağı oluyor… Uzun seyirlerin sonundaki içeri vardiyalarda, çözüm mutlaka bulunuyor! Çamaşır değiştirmek için kısacık da olsa bir kaçamak mutlaka yapılıyor. Ne olursa olsun, kocaman kavuşmalar yaşanıyor yıllar yılı…

… Yıllara bölünerek, geçip gider zaman. Ve zaman, denizlere karışır… Uzunca yılların sonunda, o kapkara gün gelip çatar!... Seyir dönüşü yine aynı coşkuyla beklenir usta denizci. Ama gelmez! Gelemez! O kara sevda, o vazgeçilmez tutku koynuna öyle almıştır ki kurt denizciyi! Çıkıp da gelemez koynundan fettan denizin!... Oysa yıllar yılı ne güzel sürmüştür bu üçlü sevda. Deniz, denizci ve sevda yüklü kadın…

… Kalleşlik etmiştir bu kez deniz. Kıskanmıştır denizcinin sevda yüklü kadınını. Göndermemiştir, salıvermemiştir onu… Kendi koynundan çıkıp da, kadının koynuna gitmesine izin vermemiştir. Oysa “ Deniz; aldığını mutlaka geri verir!...” derler. Kim bilir nasıl kandırdı usta denizciyi, kim bilir?... Yakamoz oyunları, iyot kokusu, balık pulları ve istiridye kabuklarında incilerle döndürdü başını; aklını çeldi kim bilir!...

Hep tekrarlanıp duruyor bu hikaye…

Ve birden aklıma geliyor, kendi kendime soruyorum: “ Sahildeki bu kadının, yanaklarından süzülen göz yaşlarının tuzu, deniz suyunun tuzundan farklı mıdır?...”

Denizcilere sevdalanmış kadınların yaşadığı hüzün; göz yaşlarındaki tuzu artırır mı acaba?...

 
Toplam blog
: 161
: 735
Kayıt tarihi
: 26.01.08
 
 

1955 yılının, aydınlık Nisan sabahlarından birinde; 22 Nisan sabahı duyulmuş ilk avazlarım… Üsküdar ..