Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '18

 
Kategori
Öykü
 

Denizin Kıyısında 2...

Denizin Kıyısında 2...
 

Bir koyu karanlıktı. Sonra bir ucundan nokta gibi belirdi ışık. Uzadı. İkiye böldü karanlığı. Yırttı. Açıldı, aydınlandı...Mavilik kapladı sonra. Dalgalandı. Bulut geçişi gibi bir mavilik. Gökyüzü müydü? Değil. Kokusu geliyordu, bildik. Deniz olmalıydı. Sesi duyulmuyordu ama, evet, deniz olmalıydı. Deniz...

Perde aralığından süzülen ışık gözlerine düştü. Kırpıştırdı, açtı gözlerini. Dilinde kekremsi bir tat. Yuvarlandığı derin, karanlık bir kuyudan ışığa çıkmış gibiydi.  Nefes nefese, halsiz. Kulaklarında serum şişesinin damlalığına düşen damlaların sesi ve sanki bir deniz uğultusu...

Monitörde hızlanan yeşil noktacığın sıçramalarını izleyen hemşire koştu odanın kapısını açtı. Büyüyen gözlerinde sevinç pırıltıları, bakışları adamın mavi gözlerine dikildi.

-Neredeyim, kaç gün oldu?

-Şükür gözlerinizi açtınız, doktor beye haber vereyim.

Dışarıda tatil gününün tenhalaştırdığı yolun sessizliğine düşen iki taraflı gür yapraklı ilk yaz ağaçlarının gölgelediği yola bakan balkon penceresi önünde çaylarını içiyorlardı.

-Artık seni bırakmayız tek başına dönmeye. Ciddi bir durumu atlattın. Titizlikle takibi gerekli sağlık sorunların var. Burada bizimle kalırsın.

-Bak oğul;  bu yol var ya, nereye çıkar bilir misin?

-Ne demek şimdi bu?

Başıyla dışarıda dümdüz uzanıp giden yolu işaret ediyordu. Devam etti.. 

-Her yol bir yere çıkar. Benimki denize. Her yol biter bir yerde. Denize çıkan bitmez. Çünkü sonsuzluk gibidir deniz. Bazı yolların sonu karanlıktır. Denize çıkanın ki ise mavi...

-Ya baba; ilaçların, perhizin, kontrollerin, nasıl olacak. Hem nasıl tek başına...

Lafı ağzından aldı.

-Ölmekten değil mi? Neden korkayım. Yaşamaktan korkmadım ki ölmekten korkayım. Hem Hatice Hanım var. Çekip çevirir her şeyi. Bir iki gün toparlanayım. Telefon ederiz evi temizler, öteberi alır. Sonra yoluma ben...

Uzun bir gecenin karanlığını geride bırakmış uykulu otobüs, günün ilk ışıkları ile belirginleşen sık ekimli muntazam zeytinlikler içindeki virajlı yolda hızını düşürmüş ilerliyordu. Yavaştan dönerek geriye savrulan görüntü içinde anılar, eskiden yeniye tersine bir  değişimde yer değiştiriyordu. Son rampayı tırmanıyordu otobüs şimdi. Tam tepe noktada, biliyordu, görünecekti. Heyecanlandı. Yer yer bulutların arasından sıyrılan güneşin ışıklarının düştüğü yerdeki kırılan renk geçişlerinde deniz, ebruli bir yaşmak gibi yayılmış, dümdüz uzanıyordu. İçinde hoyrat bir sevinç kabardı...

Bahçe kapısını açtı, girdi. Bıraktı elindeki bavulu. Sırdaşı, dostu evin dört bir yanında sevgi dolu bakışları dolaştı; döndü çiçeklikteki delidivane rengarenk açmış sardunyaları okşadı. Evin içi arap sabunu temizliğinde mis gibi kokuyordu. Geldi, tığ işi örme perdeyi çekip pencereyi açtı. Deniz doldu içeriye...Ayakta kıpırtısız denize daldı öylece. Biliyordu. Bu son denizdi...

Mendireğin ucunda balık tutuyordu bir süredir. Sese döndü.

-Lan Selami, haberin yok mu, Necati Bey geldi.

Bakışlarını heyecanla kumsalın sonundaki tek katlı eve çevirdi. Fırladı ayağa kalktı. Oltayı fırlattı attı denize. Bir koşu tutturdu sevinci hızının önünde pırpırlanan...

-Ne koşuyon lan ayyaş?

-Hiç işte...

Yukarıda bulutlar, denizin üstünde ışıklar, içinde balıklar, ilk yazın renkleri koşturuyordu açan rengarenk bin bir çiçekte, yamaçlarda açık bir ot yeşili toprakta. Toprağın altında börtü böcek, karıncalar koşturuyordu. Zaman mı, geri dönüşümsüz akıyor, koşturuyordu insancıklar sonu bilinmez, nerede biter bir yolda...

Aslında, hiç işte...

 

Akın Yazıcı

7 Kasım 2018/İzmit

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..