Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Denizin oğlu...

Denizin oğlu...
 

Çölün ortasında üzerinde deniz mavisi bir elbise ile dolaşanlara...

Uçsuz bucaksız uzanırdı çöl. Sanki dünya kumdan ibaretmiş gibi sonsuza varırdı. "Tüm hayat bu işte" derdi anası "kum, kum,kum..." Babası çöktüğü duvar dibinden başını kaldırır, yeni bir şey görme umudunu yitirmiş gözlerini dikerdi ufka, başını usul usul sallar, cigarasından bir nefes alır, mırıldanırdı: "Çöle bakanın ciğerine işler kum oğul. Önce gözlerinden girer, içine içine akar usulcacık. Kum saati gibi son kum tanesinin düşmesini bekleyerek tükenir ömür. Kumla doğar, kumla büyür, kumla ölürsün..."

Oğul sessizce dinlerdi dinlemesine ya içinden bir kum fırtınası gelir geçerdi. Tırnaklarını avuçlarına geçirirdi. Üzerindeki deniz mavisi elbiseye bakar da dalıp giderdi. İçinden çığlık çığlığa şu sözler geçerdi: "Kalmayacağım burada. Kum dolmayacak ne gözlerime ne içime."

Zaman gelir geçerdi. Kum saati akar akar akardı. Çöl uzanırdı sonsuza. Oğlanın sevdası kabarırdı yüreğinde. Geceleri yıldızlara bakar, ayın o ince kıvrımına takılır giderdi özlediğine. Nasıldı, ne zamandı bilmezdi ya bilirdi içten içe kumun ciğerinden boşalıp gideceğini. O engin maviliklerin derinlerine akıp gideceğini, bilirdi. Ah nasıl da ferah bir nefes dolardı ciğerine hayal ederken bile. Yüzü yeni doğmuş ay gibi ışırdı uykusunda. Bir yelkene tutunmuş görürdü kendini, bir martı geçiverirdi yanından, bir tüy düşerdi yanağını okşayarak. Uyanmak istemezdi rüyalarından.

Bir sabah mavi düşler içinde uyandı yine. Kulaklarında bilmediği kentlerin uğultusuyla kalabalıklaşmış da içinden taşıyor gibiydi ruhu. Oturup kaldı kapı eşiğine. Kum sonsuzca uzanıyor büyüyorda büyüyordu sanki. Bir an için onu yutup kendinde eritecek sandı. "Git oğul" dedi bir ses ardından "git, seni buralarda tutamayız artık." Babanın ciğerinden binbir hançer yarasıyla çıktı kelimeler. Yığılır gibi oturdu oğlunun yanına. "Bir zaman" deyip sustu "bir zaman ben de o mavilerin hayaliyle sarhoştum. Benim de kulaklarıma dolardı o yabancı kentlerin uğultusu. Uzaktan çekerdi bilmediğim birşeyler beni. Gidemedim. Anam babam bağladı kanadımı kolumu. Kuma gömüldü hayallerim. Git oğul, sen git..."

Oğlan sarıldı babasına. Gözyaşları bir olup aktı deniz mavisi elbiseye. Ana anladı. Gidenine ağladı. Ses etmedi. Kimseye anlatmadığı hayallerini çeyiz sandığından çıkarıp okşardı geceleri, ağlardı. Kimsenin hayalleri sandıklarda kalmamalıydı. Ses etmedi.

Yoktu pek fazla eşyası, anasından babasından bir küçük yadigardan gayrı. Çıktı kapıdan. Durakladı. Babasının kum gıcırtılı sesi geldi daha yönünü dönmeden. "Bakma oğul ardına. Bakma ki gözün hayallerinden uzak kalmasın. Bakarsan kök salarsın kuma. Bakarsan için burada kalır oğul. İçini de al götür. Dök içindeki kumları o mavi ummana. Dök ki ferah nefeslerin olsun. Bakma oğul ardına içimizin kırık dökük yanları kalmasın gözbebeğinde."

Dönmedi ardına. Gitti, gitti ve gitti. Çok uzun yollar gitti. Yol sonunda koca bir ummana karıştı. Mavi elbisesi o ummanın bir parçası oldu. Şimdi artık o denizin oğluydu...

Fotoğraf: http://www.flickr.com/photos/77888330@N00/144979242
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..