Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '11

 
Kategori
Güncel
 

Deprem kardeşliği gölgesinde gerçekler

Deprem kardeşliği gölgesinde gerçekler
 

Ne kadar acı değil mi? 29 saniyelik bir deprem ile Van-Erciş depreminde 500’den fazla insanımızı yitirdik. Onları tonlarca ağırlıktaki beton parçaları altında bir anda kaybettik. Onların aileleri vardı. Sevenleri vardı. Geleceğe uzanan hayalleri vardı ve şimdi o hayalleri kayboldu. Sonbaharın kasvetli ve soğuk havasında yürekler acı ile doldu. Bu acıyı bilen insanlarımız yardım için ülkenin her bir yanından yola koyuldu. Bölge farkı gözetmeden, içinde terörün kol gezdiği bu bölgede yavrularını yakınlarını kaybedenler bile kin ve nefret hissetmeden kollarını açtı yardım bekleyen canlarına.

Sivili askeri, işçisi yöneticisi, doğulusu batılısı hiç fark etmeden beton parçaları arasında can aramaya ve kurtarmaya koyuldular. Onların tek amacı sıcak ellerini uzatmak, depremin almak istediği canı yaşatmaktı.  Devam eden artçı sarsıntılara rağmen hayatlarını tehlikeye atarak çıktıkları yıkıntıların üstünde bir ses aradılar kurtarmak için, yaşama yeniden döndürmek için.

Yollar araç doluydu. Yardım getirenler, yardım etmek isteyenler hep oraya doğru yol alıyorlardı. Akıllarında ne bir fırsatçılık ne de menfaatleri vardı. Ailelerini, işlerini bırakıp koştular bu kötü günde. Gün kardeşlik ve yardımlaşma günüydü. Belki organizasyon sorunu yaşanıyordu. Belki gerek maddi gerekse manevi yokluğun verdiği bir duygu ile bazı insanlar ihtiyaçlarından fazla yardım alıyorlardı. Bazıları satmanın hesabını yapıyordu. Kimileri lüx villarının önüne son model arabalarının yanına ağır Kızılay çadırlarını sanki nispet yaparcasına dikiyorlardı. İnsanlıktan nasip almamış, bu topraklarda yaşayan insanların düşmanı olan teröristler ve yandaşları askerimize yardım yaparken bile kurşun sıkıyordu. Ama yinede ülkenin her yanından yardım yağıyordu. Sanılmasın ki bu olaylar burada oluyordu. Ülkemizin batıda da yaşanan depremlerde de ayni manzaralar yaşanmıştı ve yaşanacaktı. Bu bir vicdan meselesi idi. Bu ülkede bir zamanlar yapılan yardım malzemeleri sokaklarda ve pazarlarda bile satılmıştı. Bu yürekli ve yardımsever Anadolu insani içinde de her zaman vicdansız ve hain insanlar olmuştu ve olacaktı.

Depremzedeler gözyaşları ile yıkıntılar içinde yakınlarını ölü ya da diri bulmayı düşünürken, kimileri de bunu bir ranta ve menfaate çevirmenin hesabını yapıyorlardı. Nasıl depremin yıktığı çürük binaları yapanlar, çürük malzeme yapanlar ve bu alanlara menfaat için ruhsat verenler ne yapmışsa deprem sonrasında da kimileri yardım etme görüntüsünde kimileri de muhtaç görüntüsünde haramzade rolü oynamaya devam etmekteydiler. Kimileri de suçlu olmalarına rağmen güçlü olma çabası içindeydiler. En üzücüsü ise sorumlular bile üzerinde şaibe bulutları dolaşan bazı yardım dernekleri ve vakıfları dururken Kızılay’ı hedef göstermeye çalıştılar. Kaldı ki Kızılay elinden geleni yapıyordu.

Sorun her zaman olduğu gibi organizasyon sorunu ve halkımızın sakin ve planlı hareket etme alışkanlığının olmaması idi. Hepimiz biliyoruz ki bu topraklar her zaman deprem riski ile karşı karşıya her zaman yıkıcı depremlere gebedir. Ancak afet zamanlarında organizasyon işi de o kadar kolay bir iş değildir. Bir organizasyonun başarısı hizmet götürülen kitlenin eğitim durumuna, yaşam tarzına ve örgütlenme bilincine bağlıdır.

Siz insanların maddi güçlerini artırmak yerine onları yardım kuyruklarına muhtaç ederseniz. Yardım dağıtma işini bu işi oy için, taraftan kazanmak için yapan kişi, kuruluş eline verirseniz. Özelleştirme adına sosyal ve ekonomik olarak yoksul ve fakir bölgelerde devlet yatırımlarını çeker, insanları özel sektörün insafına bırakırsanız. Tabii ki birde bu insanları eğitemezseniz işiniz zor olacaktır. En acı tarafı felaket dönemlerinde devletin o kadar gücü varken, devletin deprem diye topladığı kaynaklar varken, konuyu diğer televizyon programları gibi reytingi yüksek görsel bir yardım şovuna dönüştürürseniz. Bu insanlardan planlı ve düzenli davranmalarını bekleyemezsiniz. Bu insanlar içinde ön plana çıkmış bazı varlıklı insanlarda da ayni davranışları görmeniz kaçınılmaz olur. Çünkü fakir ve yoksul insanın birinci önceliği eğitim olmaz. O çocukları ile yarınki yiyeceği ekmeğin ve ısınmak için yakacağı kömürün hesabını yapar. Kendine yardım edene dua eder. Kimimiz yardım edene sadakat duyar, oyunu da verir, dediğini de yapar. Bir Anadolu sözü ile Allah kimseyi yokluk ile imtihan etmesin deriz değil mi?

Biz yıllarca insanların refahını artırmak bir tarafa onları yardım kuyruklarına muhtaç ettik. Yiyecek dağıttık, giyecek dağıttık yetmedi ev eşyaları ve beyaz eşya bile dağıttık. Onlara devlet olarak sorunlarını kendileri çözme bilinci yerine sen düşünme ben düşünürüm, sen yapma ben yaparım dedik. Bu durumda her şeyi devletten bir toplum yarattık.  

Bugün birçok insan ve sivil toplum örgütü yardım için koşturmaktadırlar. Gerçekten takdire şayan bir dayanışma ile tarih yazmaktadırlar. Ama karşılaştığımız aksaklıklarla hepimiz üzülmekte ve acı çekmekteyiz. Gelen yardım araçlarını yağmalanırken görmek, bir yaşlı annemizin ve babamızın yardımı para ile satıyorlar dediğini duymak, küçük bir çocuğu bir kösede çaresiz ağlarken görmek yüreklerimiz parçalamaktadır. Tabii bir anda gelen felaket karşısında yılların biriken sorunlarını bir can pazarında organize etmek oldukça güçtür. Bu gerçeği hepimiz siyasi beklenti içinde olmadan düşünmemiz lazımdır.

Herkesin örnek verdiği Japonya’da başlangıçta bireyler disiplinli hareket ediyorlardı. Aç ve açıkta olsalar bile vicdanları ile hareket ediyorlar. Yardımları yağmalamıyorlar. Birbirlerini ezmiyorlardı. Plansız hareket etmiyorlar. Uzman kişiler kurtarma çalışması yapıyorlar. İlgisiz kişiler başıboş etrafta gezmiyorlardı. Çalışmalar örgütsel bir çalışma içinde gerçekleşiyordu. Bırakın şehrin kırsalın yaralarını da başarı ile sarıyorlardı. Hatta bizde yeteri kadar değer vermediğimiz tarım kooperatiflerinin kırsala yönelik hizmet veren 211 hastanesi ve binlerce sağlık ünitesi ve kurtarma ekibi ile saha da çalışıyordu.  Söyleyin afet dönemlerinde kırsalın yaralarını kim ne hızda sarabiliyor.  

Halka bugüne kadar verilen örgütlenme bilincini sadece menfaat dağıtmak ya da elde etmek üzerine kurduk. Onlarda kendi isteğiyle bir örgütlenme bilinci yaratmadık. O nedenle afet dönemlerinde bütün yükü yörenin yöneticilerinin üstüne de yıkmak ve suçlamak haksızlıktır. Örgütlerinde hazırlıklı ve güçlü olması, halkında bu konuda eğitimli ve hazırlıklı olası gerekiyordu. Söyleyin hadi devlet kurumları hatalıydı. Peki adına sivil toplum örgütü denilen yörenin ve onların merkezi örgütleri tabii ki yöredeki siyasi partiler de olmak üzere yöre insanı için bugüne kadar ne yaptılar. Yöre insanlarının başta deprem olmak üzere doğal felaketlere karşı hazırlıklı olması için ne tür faaliyet yürüttüler.  

Tabii sadece bu yöremiz değil bir tüm ülke genelinde yıllardan beri gelen hükümetlerimiz, belediyelerimiz, ilgili sivil toplum örgütlerimiz ve de bireyler olarak bizler hızlı şehirleşme ile birlikte kurulan şehirlerde gerek şehrin yerleşime açılan alanlarında gerekse bina yapımlarında nedense gereken özeni gösteremedik. Geleceğimizi kısır siyasi çatışmalar ve maddi menfaatler uğruna zora soktuk. Kırsal yerleşimlere gereken önemi vermek bir yana şehirlerde dahi yapılaşma konusunda çok hassas davranmadık. Tehlike çanlarının çaldığı Marmara bölgesi için bile bugün adeta bir şey yapılmamaktadır.

Hangi görüşten olursa olsun tüm hükümetler ve belediyeler ne yazık ki bu konuda gerekli özeni gösteremediler. Kiminin hizmet süresi yetmedi, uzun süre iktidarda kalanlarda gösterişli başka işler varken bu konuya fazla eğilmek istemedi. Depremin zararına en aza indirmek için kaynaklar yaratıldı. Uzun dönemden beri yaratılan bu kaynakların amaç dışı kullanıldığının da açıklanması da olayın en hazin yanıdır.

İşin en üzücü tarafı yine zaman yıkıcı ve canlar alan büyük depremler yaşandığımızda birden hepimiz deprem uzmanı kesiliyoruz. Doğruları biliyoruz ve söylüyoruz. Ama gereğini yerine getiremiyoruz.   Yıllardan beri hazırlık yapalım diyen uzmanları hiç dikkate almadan acı günler geldiğinde yüce mevlanın adaletine sığınmayı daha kolay yöntem olarak sayıyoruz. Uzmanlar diyor ki depremden değil çürük binadan korkun diyor. Bizde bunu her defasında görüyoruz. Evlerimiz ve şehirlerimiz yıkıldığında sorumlu arama ve çözüm arama yolunu seçiyoruz. Bu ülkede kaçak yapılara bile belediye hizmeti götürüldüğünü görmüyoruz.

İster resmi ister özel olsun inanın hepimiz işin kolayına kaçıyoruz.   Bina yaptıranlardan yüksek miktar harç ve vergi almasını biliyoruz. Tabii bu harcama karşısında binayı yaptıranlarda inşaatları en ucuza mal etme yolunu bulmaya çalışıyorlar. Hele ihale ile yapılan bir bina ise durum daha da zorlaşıyor. İşin en traji komik yanı da bazı binaların deprem bile olmadan kendi kendine yıkılıyor. Sonunda suçlu bile bulunamıyor. Koskoca binlerce insanımızı kaybettiğimiz 17 Ağustos depremi sonrasında bile sadece bir müteahhit ceza evine atılmış ve adeta tüm bedeli o ödemiştir. Bırakın vatandaşı devlete ait yıkılan binaların sorumluları bile ortaya çıkmamıştır. Aslında bu konuda ilgili en üst derecedeki yetkiliden en alt birime kadar insanlar sorumludur. Belki adaletten kaçabilirler ancak onlar ölen binlerce insanın katili olduklarını unutmamalıdırlar.

Tüm bu yaşananlar karşısında bu toprakların insanlarının en güzel özelliklerinden biri acılı ve zor günlerinde dayanışma halinde olmalarıdır. Van’da Erciş’te yaşanan deprem sonrası manzaraya baktığımızda bunu çok açık görebilirsiniz. Yakınları bu bölgedeki terör nedeniyle öldürülmesine rağmen insanlar ülkenin her yöresinden gelerek yardım için seferber olmuşlar. Kendi elleriyle inşaat kalıntıları arasında can arıyorlar. Gıda dağıtıyorlar, yaraları sarıyorlar. Tüm Türkiye şimdide Van’da ve Erciş’te ölen insanları için ağlıyor.  

Biz zor günlerde her zaman kardeşçesine bir araya geliyoruz. Kimse organize etmese de, kimse söylemese de insanlar yardıma koşuyoruz. İşte bugün Van ve Erciş depremi için tek yürek olduğumuz andır. Yaraların sarılması için birlikte düşünmeye ve çözüm üretmeye çalışıyoruz Bilin ki bu Anadolu insanını farklı kılan bu kardeşlik mayasıdır. Kaldı ki bu maya akrabalık ve dini bağlarla daha da güçlenmektedir. Bu duyguları bu topraklarda yaşamayan bir insanın anlaması mümkün değildir. Zaten bazı güçlerinde parçalamak ve bozmak istediği zaten bu mayadır.  

 
Toplam blog
: 416
: 790
Kayıt tarihi
: 19.02.10
 
 

Tarım, Gıda, Ormancılık, Çevre, Örgütlenme ve Proje konularında çalışmalarda bulunmaktayım. Öncel..