Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mart '08

 
Kategori
İzmir
 

Dertsiz adam ararım şehr-i İzmir'de

Dertsiz adam ararım şehr-i İzmir'de
 

konak meydanı


Nerdeyse beş sene doldu ve İzmirliyim diyecek kadar oldum. Belki birçok yerini bilmem ama İzmir'in, severim havasını (her an değişebilse de), suyunu; yaşamını, sakinliğini. En çok da körfezini. Yağmurda kötü kokarmış eskiden, bilenler bilir.

Bu akşam moralim sıfırın altına düştü adeta. Aklıma ilk Fizik sınavım geldi, moralimi Alsancak İskelesi ve çevresi bir de Karşıyaka'ya geçerken vapurda simitimi paylaşan martılar düzeltmişti. Aynı umutla bu sefer Konak İskelesi'ne gitmek için bindim otobüse.

Konak Meydanı'na inmeden keskin virajlı bir yokuştan aşağıya iner otobüsler ve tam ortada bir durak vardır. Ordan Konak'a kadar yürümeye hiç vaktim olmamıştı ve her seferinde de 'bir gün burada inmezsem' diye söylenirdim. O durağın güzelliği akşam daha da belirginleşir. Bütün canlılığını şehrin, ışıklar temsil eder. Şöyle bir seyre dalarsınız Kordon'u, Konak'ı, Karşıyaka'yı...

Yazıma eklediğim fotoğraf da o manzaradır. Yüzüme çarpan rüzgarı ve denizden getirdiği kokuyu size hisettiremese de 'iç çektirecek' güzelliktedir.

Konak Meydanı'ndayım. Şehir canlılığını çoktan yitirmiş, tezgahlar toplanmaya başlanmış, 'bin bereket versin'lerle... Kestaneciler, midyeciler, kokoreççiler...

Konak İskelesi'nin üzerinde bir restoranttaki canli müzik, körfezin ve kordonun tadını çıkarmaya gelenlerin kulaklarına hitap ediyor nihâvend makamında, şu sözlerle;

Şarkılar seni söyler, dillerde nâme adın
Aşk gibi, sevdâ gibi, huysuz ve tatlı kadın
En güzel günlerini demek bensiz yaşadın?
Aşk gibi, sevdâ gibi, huysuz ve tatlı kadın.

Yürümeye devam ettim, Konak Pier'e doğru. Sevgililer elele, arkadaşlar şakalarıyla yürüyorlar. Bazıları sesizce konuşuyor aralarında, sanki taşları döven dalgalara saygı duyar gibi. Bir an gözlerimi kapattım...

Şikago (Chicago)'dayım, geceye yaklaşırken, el ayak çekilmiş şehirden. Sabah, her adımında bir insanın varolduğu şehir, kabuğuna saklanmış sanki. Hayran olduğum şehir, karnımı doyuruncaya kadar sessizliğine bürünmüş.

Bir hafta sonra Nivyork (New York)'tayim. Güneş batmak üzereyken, belki de dünyanın en karışık metrosuna bindim. 25 dakika sonra yerin üç kat altından yürüyen merdivenlerle yukarıya çıktım. Daha bir karanlık olması gerekirken, daha da aydınlanmıştı sanki ortalık. Onlarca milletten, yüzlerce insan gecenin 2'sine kadar meydanda dolaşacaklar, sonra yavaş yavaş azalacak. Ama hiç sakinleşmeyecek, hiç de kararmayacak ortalık.

Nerde kalmıştım? Konak Pier'i geçtim. Karşının ışıkları arka planda körfezin. Dalgalar daha sessiz; midyeci, çiğdemci kalmamış onlar da çekilmiş.

Biraz iç tarafa sokulunca, terkedilmişliği sokakların daha da belirginleşiyor. Gümrük durakları da boş. Kepenkler kapanmış, balık kokusu geliyor biryerlerden. Beni de çekiyor kendine doğru. Rakı-balık güzel olur derler. Ben bilmem, hiç denemedim. Dışarda da deneme lüksüm hiç de olmadı. Ama sohbetleri güzel gözüküyor 'şerefe' derken.

Kuzu süt kokoreç; kimisi sevmez, bazı yerlerde ekmek arasına közlenmiş domat (domates) da koyar. Ben sade severim. Önce mideme sordum, sonra cebime; onay geldi. Küçük bir kokoreçci dükkanının önünde bir tabureye oturdum. Usta müşterisiyle laflıyor. Araya girmek istemedim ama karşılıklı anlaştık. Usta hazırladığı kokoreçi verdi, yanıma da oturdu. Müşteri ben ve usta, sonra çırak da katıldı aramıza, ardından otobüs şöförü de. Müşteri anlatmaya başladı:

Zamanın birinde bir adam Anadolu'da yaşarmış. Dertli mi dertli. Dertsiz adam aramaya başlamış. Gezmiş dolaşmış, dağlar aşmış, yollar son bulmuş. Saç sakala karışmış bir türlü bulamamış. Yolu bir ormana çıkmış. Neden sonra, bir köşk-ü saray çıkmış karşısına. Etrafında askerler, içeride cümbüş. İçinden demiş ki bu köşkün sahibi dertsizdir. İçeri girmek istemiş, biraz gürültü, kavga dövüş derken başarmış. Efendi sormuş:

-Ne istersin seyyah?

-Ben dertsiz adam ararım, baktım köşkündesin, eğlencedesin. Dedim bir uğrayayım. Anlat da dinleyeyim.

-Demiş ben anlatayım da sen de karar ver.

O sırada uzun boylu bir adam, yanında da güzel mi güzel bir kadın, yanyana geçerler. Gözü onlara takılır seyyahın. Sonra Efendi el çırpar, rakkaslar çekilir kenara, ortalık sakinleşir birden. Anlatmaya başlar; o gördüğün benim zevcemdi, sevişerek evlendik. Zaman sonra benden aşkıma ispat istedi. Dedi ki iğdiş (hadım) et kendini. Ben de yaptım. Sonra zevcem o adama gitti. Ben de yanımda kalsın diye zevcem, bu köşkü yaptırdım.

-Eee, senin derdin nedir be seyyah?

-Boşver bire, Efendi. Boşver.

Burdan da alacağımı aldım. Karnım da doydu ben artık kalkayım.

Bu arada derdin neydi diye sorarsanız;

Boşverin be, boşverin.

 
Toplam blog
: 70
: 1093
Kayıt tarihi
: 27.01.08
 
 

Çok da eskilerde olmayan bir tarihte doğdu. Kulağına ismini fısıldadılar: İsmail. İsmini büyüyünc..