Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Dışı cilalı insan

Dışı cilalı insan
 

Sanal ortamda insanların yazı, resim, fotoğraf ve şiirleriyle kendilerini anlattığı zeminler var. Bunların ücretsiz olanları (alanlar ve bloglar mesela) daha bir rağbet görüyor. Oralarda insanlar asıllarına daha yakınlar ve eğer gündelik hayatlarında yüz yüze baktıkları insanlardan habersiz bir girişim ise bu alanlar, nerdeyse tanınmaz halde ama kendi gerçekliklerine daha yakın sunuyorlar kendilerini. Bu bir kimlik arayışı ya da sunumu olarak nitelendirilebilir. O halde sanal kimliklerin gerçekte bilinen kimliklerden daha gerçek olduğunu söylemekle insanın aradığının aslında bizatihi kendisi olduğunu da ifade etmiş oluyoruz.

Modern zamanların keşmekeşinde kaybolan insan yitirdiği benliğini arıyor. Aramakla kalmıyor, bunu birileriyle paylaşmak için büyük adımlar atıyor. Her nedense bu girişim kendi hayatını bölüştüğü bütün diğer “gerçek” oyunculara kapalı. Olduğu, olmayı istediği, göründüğü şekliyle birden fazla karakteri başarıyla oynayan kişi, artık bu filmden sıkıldığını, kendiyle yüzleşmek ve olduğu gibi görünmeyi dilediğini belli ediyor.

Dostlarımla sohbetlerde konu kimi kez ümitsizliğe dayanır. Hatta bazen, umudunu yitirmiş insanların söylemlerinin benimkileri bastırdığı olur. Ya da sessizliği yeğlerim o durumların birçoğunda. Anladığınız gibi bendeniz ümitsizlerden değilim. Çünkü sanal ortamdaki bu arayışın canlı şahidi ve o insanlardan genelin aynası bir kısmı için de gerçeğinden öte dostum. Öze bakmayan veya bakmaktan aciz bütün nazarların sığ ve geçersiz olduğunu uzun süredir biliyorum. Kendi özüne bakmakta ustalaşan ve bunu acil ihtiyaçlarının en başına yazan insanların karmaşadan düzen oluşturma yeteneklerini görünce avuçlarımda büyük ümitlerden bir demet bulmaktayım böylece.

Gönül ateşiyle pişmeyen düşüncelerin sandığı ve istediği kadar akılcı veya bilimsel olduğunu varsaymayı başarsa da insan, o içindeki sesin çığlığını duymaktan kaçamıyor. Sesin sahibi, kilitlendiği iç odadan haykırmaya ve sesini duyurabilmeye devam ediyor kesintisiz. Ete kemiğe bürünüp insan diye görünen canlı türü, insan olmanın gönülle ilgisinden tecrit yaşamayı deneyedursun, huzur kavramı can evinden yakalayıp yerlerde süründürüyor onu. “Her şeyin var, öyle mi?” diyor. “Madem öyle, neden huzursuzsun?”

Kim olduğumuz hakkında fikir sahibi bazı mümtaz okurlarımızla yazılarımızda vurguladığımız gerçeklikler odağında sohbetler ediyoruz. Onlarla ortaklaştığımız değerler bu sohbet sofralarının baş tacı unsurları olduğundan konunun Türk ve İslâm kavramlarına dokunması elbette kaçınılmaz bir sonuç. Konuşuyor, dinliyor, halleşiyoruz. Evet, hal ve halleşmek. Düşünce, halden belli olmalı, tek kelime etmesen dahi. Kupkuru Türklük laflarının bile Türk kavramıyla ilgisi tartışmalı iken sözümona Türk milliyetçiliğinden dem vuran kimi yol arkadaşlarımızın hallerine acımaya davet etmeyeceğim sizi. Bunlar arasında lider konumunda bazı liderciklerin olduğunu söylemeye gerek de yok. Onları sorgulamak veya yargılamak niyetinde değiliz. Bunu dilersek, egoist zevkleri besleyen bir eğlenceyle yapmayı da biliriz. Ama herkes kendine yakışanı yapar ve öylesi bize yakışmaz, en azından şimdilik. Yolda izde ülkü lafını sakız gibi çiğneyip bazı güçsüzlere karşı güç kullanan, sloganlarla veya beden diliyle kendini ülküye yamamaya çalışırken bayrağı lekeleyen örnekler üzerinde de durmayacağız. Bizin derdimiz ülkü adlı gelini temiz tutup onu susuzun su gibi beklediği milletimizle nikâhlamak. O zaman mesele her zamanki gibi yine İNSAN.

Gençliğimizde binlerce yol arkadaşı ile birlikte hareket ederek hiç de küçümsenmeyecek bir çok çalışmanın içinde veya başında olduk. O anlamda biz konuşmaya başlarsak sağdan soldan bir sürü laf ebesi diz çöküp başları düşürerek dinlemek zorunda kalır sadece. Kıyak traş, takım elbise, saç-sakal imajı ile vitrin mankeni edasıyla birahane entelektüeli masalları anlatanları içiyle dışıyla biliriz. Onların kendilerini tanımlarken kullandığı kavram, kelime veya sıfatların arkasında aslında ne olduklarını görebilir ve gerekirse ters yüz de edebiliriz. Demek istiyorum ki, “insanın içini gösteren bir makinenin, insanın iç yüzünü gösteren bir diğer benzerine sahibiz” sayabilirsiniz. Bakınca gördüğümüzle bakınca gördüğünüz farklı olduğu için o tür insan ve onların davranışlarıyla ilgilenmiyoruz. Ama içleriyle ilgiliyiz.

Ülküsü olanları bir tarafa, diğer hepsini başka tarafa koyduğumuz ve ülkü sahibi olanların sayı ve niteliğini artırmayı milleti özüne döndürmekle bir kabul ettiğimiz için bu gayretler bölücü değil aksine bütünleştiricidir. “Ülkü birliğini” temel almayan hiçbir millet tanımına saygı duymuyoruz. Öyleyse, sağcı, solcu, ulusalcı, ılımlı veya başka tür İslâmcı, şucu-bucu gibi tanım, tarif ve saflar bizle ilgisizdir. Biz onlardan uzağız, onlar da bizden uzak dursunlar. Ama millet bizle kalmalı, kalacak. Bu tartışmaya açık değil. Değil, çünkü ülkü bu milletin öz be öz halidir ve ülküyle milletin nikâhı daha önce kararlaştırılmış bir sonuçtur.

Cevapsız sadece tek bir soru kaldı: O zaman ÜLKÜ ne?

Sizi huzurlu hissettiren her ne ise ülkü de odur. İçinizdeki ses de bunu haykırıp durmakta zaten.

Bütün bunlardan sonra bazı okurlarımız bizim ideolojik propaganda yaptığımızı düşünecektir. Düşünmeleri doğaldır, çünkü böylece bizim kanaatlerimizin doğru olduğunu itiraf etmiş olacaklar. Doğaldır, çünkü ülkü; onun, şunun veya bunun değil, hepimizin. Ama yanlıştır düşünmeleri, çünkü, kaybettiği ülküyle “yabancılaştığı kendini” bulacağını anlaması lazım onların. Onlar diyorum, çünkü onlar ülküsüz, çaresiz ve yalnız. Üstelik bu yalnızlık kalabalıklar içinde kendi gerçeğiyle beraber olmak anlamındaki o değerli olan türden değil. Aksine keşmekeşin içinde nefessiz, aşsız ve açık kalan acizin inatçılığının sonu, sonucu.

Sen kendine dönmedikçe güneş de seni ısıtmayacak ey insan.

Nereden geldin, neredesin ve nereye gitmektesin?

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..