Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '09

 
Kategori
Blog
 

Dünyanın sınırlarını ben çizmedim. Ben geldiğimde çizilmişti…

Dünyanın sınırlarını ben çizmedim. Ben geldiğimde çizilmişti…
 

Resim: hayalperdesi_00001-98


Yücel arkadaşımız bir yazı yazmış. Başlık; "Kürtlere kalan"

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=182742

Ve üçü yazısına olmak, biri de mmelda’ nın yazdığı yoruma olmak üzere dört yorum yazdım. Sadece ikisini aldı yayına. Ve sağ olsun bana bir mesaj atmış. Onu da aynen alıyorum buraya.

“sen.. yorum yolladın aldım.. yanıt vermeye gerek duymadım.. bil!.. Sen milliyetçi birisin.. "sınırları çizilmiş dünya taraftarı" daha doğru ... bitti..”

<ı>İfade tarzına bakar mısınız? Bitti. Emredersin Padişahım. Senin her söylediğin söz fermandır!

Burada, bu platforma yazmaya başladığımdan beri birçok yorum yazdım burada yazan arkadaşlara. Asla ve asla nereli olduğuna kim olduğuna bakmadan! Adetim değildir zaten sen nerelisin diye sormak yaşadığım hayatta da... Hele ki, Yücel Bey’ in mesajına verdiğim cevapta vermek zorunda kaldığım ve en nefret ettiğim cümle olan, “Peki; sen kimsin” cümlesini kullanmadım bugüne kadar. Hiç kullanmadım desen yeridir.

Her neyse dönelim konumuza. Dediğim gibi hiç kimsenin nereli olduğuna, kim olduğuna bakmadım insanlara yorum yaparken ve üstünde yaşadığımız dünyada soluk alırken. Burada da en çok yorum yazanlardan biriyim, çok da karşılık beklemeden.

Ama bir gün durdum ve sordum kendime. Aynur, sen bu insanlara o kadar yorum yazıyorsun, yorumunu da yayına alan bu insanlar, “Yücel Bey gibi birkaç tane daha var çünkü" sağ olsun Yücel Bey birkaç tane yorumla da olsa dönüş yaptı, döndü yine geriye" ama bazıları var ki; bir kez olsun, bu bana yorum yapan kimdir necidir, ne yazar ne çizer merak eden olmadı. Ya da bir kez olsun dönüp de karşılık vermeyenler var aralarında. İsim vermeyeceğim. Onlar kendilerini bilir. Burada kimliğine bakıp, yorum yapmayan arkadaşlarda bilir.

Bu ne demektir, nasıl bir duygudur sizce…

Ve dedim ki kendi kendime. Demek ki bu insanlar önce kişinin künyesine bakıyor, nereli olduğuna bakıyor, yani bizim yapmadığımız şeyi yapıyor ve ona göre yorum yazıyor. Taammüden adam öldürmek gibi bir şey yani… Çünkü yorum yapıp da sana yorum yazmayan insanlara baktığınız zaman, acaba genel olarak mı böyle yapıyor diye, öyle olmadığını görüyorsunuz. Genelde doğum yeri göz önüne alınarak bol bol yorum yapılmış. Bir özellikleri daha var bu yazarlarımızın. Ha o mu? Onun yazdıklarını kaile almaya bile değmez. Bu ona değer vermek olur (!) gibi bir şeyler geveliyorlar.

Bu ne demektir peki? Biraz megolamanlık kokusu gelmedi mi sizin burnunuza da…

Mesela bana sen Milliyetçisin diyen Yücel arkadaşımız, "Kürtlere kalan" diyerek zaten başta kensisi milliyetçilik yapmış olmuyor mu? Neden fakir insanlara kalan değil de, “ya da hep yazdığı gibi kolculara” deği de, Kürtlere kalan diye bir başlık kullanmış. O sözünü ettiği işleri Kürtler mi yapıyor sadece…

Peki, onlardan söz ederken, çerez tezgahının altında uyuşturucu satan ki; “bunların haberleri yayınlandı zaman zaman gazetelerde” milletin çoluğunu çocuğunu avlayıp önce bedava, sonra paralı bağımlı yapan, onun dışında bakan olan, başbakan olan, hatta ve hatta Cumhurbaşkanı olan doğu Anadolu insanından neden söz etmiyor.

Polisin bile giremediği bölgeleri, Antalya’ da “Zeytinköy” mesela, “yine haberi yer aldı zaman zaman gazetelerde” kaçak elektrik kullanıp devletin memuruna saldıranları, peki üçüncü karısının üstüne 13-14 lük kuma getirenleri, peki kan davası veya başka mevzularla ilgili bir köyü kırıp geçirenleri, peki kaset çıkarıp da, kaseti milyonlar satanları, “hep doğu Anadolu kökenli insanlar mı aldı o kasetleri” tatil yörelerinde 60 lık kadınlarla çıkanları… Örnekleri çoğaltabiliriz gerek yok.

Yücel Bey’in söylediği işleri sadece doğu Anadolu kökenli insanlar yapmıyor. Benim abim mesela... Konuşamıyor. Sağır dilsiz, Ant. Büyük Şehirden emekli, çöpçülük yaptı. Evet, çöpçülük de yaptı, park ve bahçeler müdürlüğünde sokakları da çiçeklendirdi diğerleri ile braraber. Her şeyini de aldı. Evini, arabasını. Bunu söylemekten de hiçbir zaman çekinmedim, gocunmadım. “Hatta Baver Ergün’ ün bir bloğuna yaptığım yorumda yazmıştım da şaşırmıştı, "Aynur ne kadar rahat söylüyorsun diye” Ekmek parası kazanmanın neyi ayıp ki? Ama abimin, işte o çöpçülükle geçinen abimin yapmadığı bir şey vardı. Başkasının emeğine göz dikmedi, başkasının alın terini çalmadı. Başkasının çocuğunu zehirlemedi. Hatta devlet bir yanlışlık yapmış, çalıştığı süre boyunca onlardan vergi kesilmeyeceği halde vergi kesmiş, uğraşsa geri alır. Uğraşmadı. Karsı da sağır dilsiz çünkü. Ondan da aynı şekilde kesilmemesi gereken kesintiler yapılmış. Uğraşsalar bir hayli para alırlar. Uğraşmadılar.

Demek istiyorum ki… O işleri de birilerinin yapması gerekiyor ve karşılığında para alıyorlar. Ayıp olan çalışmak değil, çalışmayıp başkasının üstünden geçinmektir. Yazımdan şu anlaşılamasın. Bütün doğu Anadolu insanları böyle… Asla. Mesela bizim evimizde 6 yıl oturan Diyarbakırlılar da oldu. Hiçbir gün tartışmamız olmamış, bir sorun yaşamamışızdır. Ve baştan biliyorduk, Diyarbakır’ lı olduklarını. Evi vermeyiz demedik kimliğine bakarak. Urfalısına da verdik. Anteplisine de, Maraşlısına da... Aralarında sorunsuz insanlar olduğu gibi sorunluları da vardı. Bu tür insanların genellikle ilk evi tuttukları davranışları ile evi tuttuktan sonraki davranışlar arasında % 100 fark vardı. Genellikle bir süre sonra su yüzüne çıkıyordu gerçek yüzleri. “Kiraladıkları evin kirasını vermedikleri gibi, eşkıyalık yapan, yine kaçak elektrik kullananları”

Diyorsunuz ki bu durumlarda…. Çıksın gitsin de başka bir şey istemem. Çünkü adamlarda her şey var. Tehdit ediyor, şantaj yapıyor. Sanki malı senle kazanmış gibi. Sanki o evi yaptırırken senle terlemiş gibi… “Az çimento taşımadım omzumda o evler yapılırken” En büyük özellikleri, ucundan kıyısından bir yere tutundular mı; memlekette ne kadar akrabaları varsa doluşup gelmeleri, bir oda da on kişi kalmaları gibi… Oysa siz evi bir aileye vermişsiniz.

Bir de benim aklımın almadığı bir nokta daha var, “Yücel beye yaptığım ve Yücel Bey’ in yayına almadığı mmelda’ ya yazdığım yorumda o vardı” neden sürekli yokluktan, yoksulluktan söz eden doğu Anadolu insanı bazen sayıları elliye varan çocuklar yaparlar. “Bir ara yer almıştı televizyonlarda hatırlarsınız”. Madem o kadar yoksunuz, yoksulsunuz, madem yakınıyorsunuz. Niye? Ben ikiden fazla yapmadım, yapmak istemedim. Neden? Çocukları sevmediğimden mi? Yoksa bakamayacağımı düşündüğümden mi? Ben bakamayacağım diye iki çocukta kalıyorum ama açlıktan ölüyoruz diyenler, İstanbul’ un göbeğinde oturup, her türlü doğum kontrol yöntemini ücretsiz alabilecek olanlar ve doğuda sağlık ocaklarında yine, ücretsiz yararlanabilecekken, "yok demeyin orada da var bu hizmet almak istemiyorlar” neden bu yöntemlerden yararlanmazlar da ben bakamayacağım diye fazlasını doğurmadığım halde, okulda, orada burada onların bir düzine düzine yaptıkları çocukları bakmak zorunda kalırım. Mantıklı bir cevap verir misiniz?

Biz yoksuluz, biz kirada oturuyoruz deyip de, neden üç beş çocuk yapıyorsunuz o zaman dediğimde, yüzüme ters ters bakıyorlar. Oysa yapılan her fazla çocuk, hem devlete, hem millete, hem de yeterli yaşam koşullarının aileleri tarafından sağlanmayan çocuklara yük, eziyet, haksızlık. Yani ister istemez iki çocuktan fazlasını bakıyoruz dolaylı olarak.

Yani; bazı şeyleri ortaya koyacaksak, tüm yönleri ile koyalım. Kürt’ lere kalan" diye başlık atıp da milliyetçiliği başata biz yapmayalım. Bu ülkede bir bayrak, bir devlet, aynı anayasal haklar çerçevesinde, aynı yoksullukla yaşadıysak yıllar yılı Edirne’ den Kars’ a, bunu sadece Kürtlerin sorunu olarak yansıtmak Milliyetçiliğin en koyusudur. Soruyorum, ülkemin hangi şehrinde vize uygulanmış kürtlere bu güne kadar, siz buraya giremesiniz diye. Var mı böyle bir şey. Aksine... Mesela Side' ye gittiğim zaman en azından yarısının Kürt olduğunu ve çoğunun açtığı işyerlerini öyle her baba yiğidin açamayacağını rahatlıkla söyleyebilirim.

Üstelik en az onlar kadar benim köyümde de yoksul çocuk var. Mesela amcamın çocukları aç, açlık sınırında yaşıyor. Maaşları yok, sosyal güvenceleri yok. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım ama benim de imkanlarım kısıtlı. Sabahtan akşama elli kapıya gidiyorum bazen beş kuruş kazanmadan geri geliyorum.

Demem o ki; açlık her yerde var, işsizlik her yerde var, “daha düne kadar iki sınıfta birleşik eğitim veriliyordu köyümde” sorun her yerde var. Ama hangi köy, hangi belde, hangi şehir Doğu Anadolu insanı kadar konuşuluyor. Hangisi bu kadar gündeme taşınıyor.

Onun için; kimilerine göre 171, kimilerine göre 200 ülkesi ve bir o kadar sınırı olan dünyada bana sınırsız bir dünyadan bahsetmesin hiç kimse. Git gir bakalım dünyanın her hangi bir ülkesine, Türk veya Kürt olarak veya Karadenizli, Alevi. Vizesiz girebilir misin? Var mı dünyada öyle bir serbesti… Biz ve bizim gibi az gelişmiş bazı ülkeler dışında elinizi kolunuzu sallayarak girebileceğiniz bizim bilmediğimiz bir yer… Soralım bakalım şimdi. Sınırsız bir dünya özlemi ile yanıp tutuşan, yazıp çizen arkadaşlara…

Sizin bir eviniz var mı? arkadaşlar. Ya sınırları?

Şimdi düşünün ve karar verin. Herkesin, evinize istediği gibi, istediği saatte, elini kolunu sallayarak girip çıkması sizi rahatsız eder mi? Mesela şu sıcaklarda don gömlek gezerken belki evinizde.

Haydi, sınırsız bir dünya isteyelim. Sınırsız, aşk, sınırsız eğlenti, sınırsız özgürlük, kapısız bacasız evler, sınırsız bahçeler…

Ya tam siz sevgilinizi öpmek üzereyken içeri girerlerse… Kapısı bacası olmayan sınırsız bir eve… Çocuklarımız bile ayrı yatak odası, çalışma odası isterken yeri geldiğinde… Kapıyı çalmadan girmeyin mesajı varken kapısının üstünde hatta.

Onun için yapılan yoruma bile sansür uygulayan insanlar, bana sınırsız dünya masalı anlatmasınlar.

Kaldırsın o zaman tüm dünya ülkeleri sınırları biz de kaldıralım. Açalım kapımızı bacamızı tüm konuklara sonuna kadar…

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..