Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '11

 
Kategori
Felsefe
 

Düşünmenin iki boyutu

Düşünmenin iki boyutunu ayırt edelim: Düşünmek hep olumlu olarak anılır. Sorgulamak, akletmek, akıl yürütmek, kendi aklını kullanmak, özgür düşünmek kutsanır. 

İnsanın iyi düşününce doğrulara ve hakikatlere ulaşacağı varsayılır. Bunun altında aklın ya da düşünmenin saf olduğu kabulü yatar. Yani herkes için evrensel olarak genelgeçer bir şeydir, doğru kullanıldığında herkes için aynı sonucu verir. 

Aslında ne düşünme yetimiz ne aklımız ve ne de zekamız saftır. 

Düşünce tarihi aklın hep saf olduğundan ve bu saflığa dayalı olarak evrensel ya da mutlak hakikatler olduğundan hereket etmiştir. Gelmiş geçmiş bütün büyük düşünürler bu gruptan sayılabilir. 

Tanrı kavramı da bu mutlak hakikat arayışının teolojik bir versiyonudur. Felsefenin hakikati ile teolojinin hakikati çatışsa da, mutlak hakikat arayışında aynıdırlar. 

Oysa dediğimiz gibi, ne akıl saftır, ne de zeka. İkisi de içeriklidir. İçeriğine ve içeriğinin kendi yapısallığına göre sonuç üretir. Bunlar mutlak ve evrensel hakikatler üretemezler. 

Bu nedenle düşünme dediğimiz eylem o kadar da kutsanacak bir şey değildir her zaman. 

Bu nedenle saf olmayan düşünme sahip olduğu içeriği ve öğretiyi döngüsel olarak yeniden üretir. Düşünme bu bakımdan kutsanacak bir şey olmaktan çıkar, çünkü yeniden üretim aracı halindedir. 

Bu döngüsel yeniden üretimi kıracak ve yeni bir bakış getirecek olan şey de düşünmedir. 

Yani düşünme hem eskiyi yeniden üreten baskıcı, hem de eskiye karşı yeniyi getirecek olan özgürlükçü bir şeydir. 

Düşünmeyi düşündüğümüz zaman bu iki nokta önemlidir. Onun büyük ölçüde yeniden üretici ve bu nedenle baskıcı, dikte edici ve aslında ezici negatif gücüyle birlikte aynı zamanda, bu niteliğini ortadan kaldıracak şeyin de yine düşünme olduğu tespiti. 

Düşünürken, demek ki, aslında yeni bir şey ortaya koyabilmek için varolan düşünme canavarına karşı savaşabilmek gerekiyor. 

 

 

 

 

Bunun iki tarzını söyliyim: 

Bunlardan birisi düşünme denilen canavara karşı, düşünme eyleminizde özgün ve biricik olabilmenizdir. Düşünürken mutlaka hiçbir paradigmaya boyun eğmemeniz gerekir. Bundan kaçınabilmenin kolay bir yolu olarak konuştuğunuz konu hakkında varolan kavramları kullanmamaktır. 

Unutmayın her kavram bu düşünme denilen canavarın askeridir. Evet düşünmek için kelimelere ihtiyacım var ve kelimeler, düşünce canavarının damarları gibi iş görmektedir. Ama dil, esasında tam olarak düşünme denilen canavarın esir aldığı bir aygıt değildir. Büyük ölçüde onu ele geçirmiştir ama tam olarak esir alamaz, çünkü dili kulanan olarak siz var haldesiniz. Bir tür tanrısınız çünkü yeni kavram ve kelime yaratabilirsiniz. Sizi öldürmedikçe bu düşünme canavarı dili tam olarak geçirmiş olamaz. 

O nedenle düşünmenizde kullanacağınız düşünme canavarının şövalyesi, askeri, olmayan, sıradan, tarafsız, naif salt kendi taşıdığı anlamdan ibaret olan, içinde, zehir olmayan, truva atı gibi iş görmeyen kelimelere sahip olabilirsiniz. İşte sizi düşünme canavarına karşı çarpıştıracak olan bu kelimeler ve kavramlardır ve onlar sadece size ait olmalıdırlar. 

Düşünürken bunu yaptığınız zaman ele aldığınız konuya karşı çok büyük ölçüde önyargısız, eğilimsiz, tarafsız bakabiliyor olacaksınız. Kısaca, düşünürken askerleşmiş kavramlar kullanmaktan kaçının, düz sıradan kelimelerle olayı anlamaya ve sonuç üretmeye çalışın.  

İkincisi ise karşınızdaki düşünceye, kendi pencerenizden değil onun penceresinden bakmaktır.  

Gerçekten o ne istemektedir, ne demektedir? Bir şey isterken, neyi istememektedir ve neyi dememektedir. Bir şeyin ne olduğu tektir, ama ne olmadığı sonsuzdur. O nedenle, bir şey isteyenin ne istemediğini de anlarsak eğer, ancak o zaman onun ne istediğini anlarız. Bunu yapabilmek için onun üzerine eğilmek gerekir. Bunu yaparken ilk adımımız yukardaki adımdır. Yani kendi perspektifimizin asker kavramlarını çöpe atıcaz. Sonra karşıtı olduğumuz diğer düşünce canavarını bizim ona karşı söylerken kullandığımız dili ve argümantosyunu bırakarak, kendi bağlamı ve yapısallığı içindeki özelliklerini inceleyeceğiz. Bunu yaparken bir hekim titizliğinde olacağız. Ancak bunu yaptığımız zaman karşımızdaki düşünce canavarını anlama ve onu değiştirme ya da kendimizi değiştirme yoluna girebiliriz. 

İlave nokta ise şudur: Bir düşünce asla başka bir düşünce ile yenilemez.  

Neden? Çünkü senin varlığın, onun varlığının nedenidir! 

Peki bir düşünce nasıl alt edilebilir? 

Bir düşünceyi alt etmek için ona karşı başka bir düşünce ileri sürmenin hiç faydası olmaz. Bir düşünce ancak ve ancak kendi doğruluk ölçütü baz alınarak bu ölçüt bakımından kendi içsel tutarlılığının sağlanmadığı gösterilerek çürütülebilir. Bunu yapmıyorsanız siz var kaldığınız sürece o da var kalmaya devam edecektir. 

Özetle, düşünce büyük bir baskı aracıdır. Baskı aracı olarak işgören düşünceye karşı tek güç yine düşünmedir. Düşünürken baskıcı değil de yenilikçi olmak için iki yol vardır. Birisi düşüncenin asker kavramlarını kullanmamak ve ikincisi üzerinde düşünülen konuda varolan düşünceyi kendi bütünselliği ve kendi bakış açısıyla anlayabilmektir. Bütün bunlardan sonra yapacağınız şey, bir düşünceye karşı başka bir düşünce üretmek değil, o düşüncenin olabilirliğini ya da olamazlığını göstermektir, yani tutarlılığını göstermektir. 

Örnek verelim. 2 artı 2 işleminin sonucunun 5 değil de 4 ettiğini sonsuza kadar tekrarlayın, 5 ettiğini söyleyen kişi bundan vazgeçmez. Onun bundan vazgeçmesi için, 2 artı 2 işleminin 5 etmeyeceğini göstermeniz yeterli, bunu yaptığınız zaman bu işlemin sonucunun 4 ettiğini tek bir sefer dahi söylemeniz gerekmeyecektir. 

Sosyal konularda mesele bu kadar sarih olamaz. O nedenle robotik tartışmalar sürüp gider. Düşünce oluşu değil de oluşdüşünceyi yerinden söküp atana kadar. 

 

*Edit: "Düşünmeyi düşünmek" başlıklı metnin teması aynı ama anlatımı tesviyelenmiş yeni hali. 

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..