Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '08

 
Kategori
Mizah
 

Ebe hanımlar, benim güzel teyzeciklerim ve ille de Hilmi...

Ebe hanımlar, benim güzel teyzeciklerim ve ille de Hilmi...
 

“Bu gün kendimi hiç iyi hissetmiyorum, üşüttüm galiba” dedim telefonda arkadaşıma; “Gelmiyim işe idare et beni” Durumu daha inandırıcı hale getirmek için telefonun ahizesine doğru burnumu çektim birkaç kez.

Çok idareci bir kişiliğe sahip olduğumdan bu tür bir kredim olmalı diye düşünürüm, iş arkadaşlarımda... Buna rağmen çok da istekli görünmedi Hilmi; “Öğleden sonrada mı gelmezsin? Benim de bankada işlerim vardı”. İşten kaytarmanın en bildik metotlarından biridir; ‘bankada iş sahibi olmak.’ Hasta olduğum bir günde bile Hilmi’nin kaytarmak için ısrarlı olmasına sinirlendim; “Yahu Hilmicim, bak bu banka işlemlerini internetten de yapabiliyorsun… Bankadaki işin yönetim seviyesinde değil nasıl olsa, idare et beni bugün, inan yataktan kalkacak halim yok.” Hilmi’ye yeni bir manevra yapma fırsatı vermeden, burun çekmelerime, gürültülü bir biçimde genizden balgam sökme sesi ekleyip; “Arayan soran olursa hasta de abicim, yarın sabah gelsinler...” dedim.

Hilmi homurdanıyordu hala, ben ahizeyi yerine koyarken…

Evde bulduğum soğuk algınlığı ilaçlarından, uyumama yardımcı olacağını düşündüğüm birini 1x2 şeklinde yuttuktan sonra, Hilmi’nin su koyuverme ihtimaline karşı telefonu da fişten çekerek sıcaklığını henüz kaybetmemiş yatağıma geri döndüm. Bu Hilmi’yi çok idare ettim ben... Adam sanki gittiği bankanın büyük hissedarı… Sürekli işi çıkıyor... Bir gün de o beni idare etsin... “İyi püskürttüm hamlesini” diye, kendimle gurur duydum. Hem bu gururun hem de sanırım ilaçların etkisiyle acayip huzur doldu içim. Hasta olmanın en iyi yanı hafta içi evde kalabilmek diye düşündüm. Uykuya teslim olmamak için hiçbir nedenim kalmamıştı artık...

***

Aşağı yukarı şöyle bir sesi var evdeki kapı zilinin; “bling blong” Her basışta ikişer tekrar şeklinde çalıyor bunu... Ayarı da yok, en yüksek volümden çıkıyor sesi... Telefonu düşündüm ama zili hesaba katmamışım işte... Nasıl olsa vazgeçer çalan diye, yorganı iyice başıma çekerek uykuma geri dönmeye çalıştım. Nafile, gayette ısrarla çalmaya devam etti zil... “Alacaklı mısın, nesin” diye, hiddetle fırladım yataktan. Sanki bir an önce kapıdakini sepetleyip geri dönersem, uykumun en tatlı huzurunu kaçmadan yakalayacakmışım gibi, don atlet koştum...

Kapıyı hafif aralayıp başımı uzattım. Biri genç, biri orta yaşlı iki hanfendi duruyordu kapıda... Genç olan uzun boylu, diğeri ancak onun dirseklerine gelecek kadar kısaydı. Görüntülerindeki tezat bile uykumu iyice kaçıracaklarının habercisi gibiydi. Orta yaşlı olanı elinde bir tomar kâğıt tutuyordu. Sanki uykusunun en güzel yerinden alıkonulan ben değil de onlarmış gibi, asık suratlıydı ikisi de...

“Afedersiniz uyandırdım galiba” dedim.

“Nasıl” dedi uzun boylu olan şaşkınlıkla.

Kısa boylu ise gayet umursamaz görünüyordu..

Bir tuhaflık olduğunu sezdirmek için kapıyı biraz daha aralayıp, altımdaki boxer donu da işaret ederek; “Ev hali kusura bakmayın” dedim.

Kısa boylu yine aynı umursamazlıkla elindeki kâğıtlardan birini uzattı;

“Bunu doldurduktan sonra 3 no’lu sağlık ocağına bırakın”

"Ne kadar zamanım var? Pantolonu mu giyebilecek miyim?"

"...!!!"

“Pardon ama siz kimsiniz?”

Kadın bu sorumu daha cevap verilebilir bulmuş olmalı ki uzattığı elindeki kâğıdı burun seviyeme kaldırıp;

“Biz sağlık ocağından geliyoruz, ebeyiz... Bu kâğıdı doldurup en kısa zamanda getirmeniz gerekiyor” dedi...

Değil mi uyandırdın sen beni, zor alırım o kağıdı elinden…

“Ne için bu?”

“Aile hekimliği geliyor ya, nüfus tespiti için”

“Başka?”

“Başka ne olsun ki? Bundan sonra sağlık hizmeti alabilmeniz için bu kâğıdı doldurup getirmeniz gerekiyor...”

Genç olan “İyi dedin kız abla” der gibi baktı, kısa boylu olana...

Kadın kâğıdı öylesine burnuma yaklaştırmıştı ki, hart diye ısırıp almak geldi içimden...

Nasıl olsa uykum iyice kaçmıştı;

“Ya kâğıdı al ya öl diyorsun yani”

“...??”

“Ben aile hekimliğine karşıyım ebe hanım… Aile hekimliği ve genel sağlık sigortası emperyalizm tarafından Türkiye için uygun görülen bir yağma uygulamasıdır. Bu uygulamalarla birlikte Türkiye, sağlık hizmetlerini piyasanın, patronların ve sağlık tekellerinin isteklerine teslim etmiş olacaktır. Bu nedenlerle aile hekimliği uygulamasına karşı, sağlığımızın ve özellikle sizin gibi yardımcı sağlık personelinin çalışma hakkının satışına karşı hep birlikte ayağa kalkmamız gerekir.”

Karşısında don atlet duran, yataktan yeni kalkmış, arada bir burnunu çeken adamdan, bunca lafı bir arada beklemeyen kadın, elindeki kâğıda bakakaldı bir süre...

“Almayacak mısınız” diyebildi, neden sonra...

“Niye almıyım ebe hanım, doldurur bırakırım bir ara sağlık ocağına...”

Merdivenlerden inerlerken arkalarından baktım. Uzun boylu olanı eğilebildiğince orta yaşlı olanın kulağına doğru fısıldadığını düşünerek; “manyak galiba” diyordu.

Uyumayı bekleyerek, yattım bir süre tekrar yatağımda... “Gideyim bari işe” diye düşündüm sonra... Sabahkine göre daha iyi hissediyordum sanki kendimi.

***

1 numaralı hatta çalışana binmez isem iş yerine varıncaya kadar kısa bir şehir turu yaptırıyor bu dolmuşlar... Tam “hah, yaklaştık işyerine" derken, hadii bir sokağa dalıyor, taa nerelerden dönüp geliyor ondan sonra... Israrla 1 numarayı bekledim. İş yerimin yakınından geçen, 3 numara, 4 numara en az ikişer kez geçti.

Dolmuşlardan birine yeni bir hat ismi koymuşlar; 'Kabristan' Bir de kocaman yazmışlar ön cama... İnsanın o hatta gideceği yer varsa da vazgeçer binmekten bu dolmuşa... Ya da şöyle düşünür en azından binen;

“Ulan bindik gidiyoruz ama Allah sonumuzu hayretsin”

Ben olsam binmeden sorardım;

“Şoför bey, direk kabristan mı yoksa cenaze namazı için camiye de uğrayacak mıyız?”

Soğuk algınlığının verdiği halsizlik tekrar ortaya çıkmaya başlamıştı ki 1 numara yanaştı durağa…

***

Cuma pazarının kurulduğu semtte, özel hastanenin önündeki duraktan pazar alışverişini yapmış üç teyze bindi dolmuşa… Bir ellerinde pazar poşetleri, bir ellerinde üzerinde ‘…. Özel Hastanesi Magnetik Rezonans Görüntüleme/MR’ yazan, saplı, kalın kartondan MR zarfları taşıyorlardı… Sanki MR’ları da pazardan almış gibi bir halleri vardı.

Yanıma oturan teyzeye; “Taze mi MR? Kaça aldın pazardan” diye komiklik yapayım diye düşündüm. Sonra önemli bir hastalığı vardır belki diye vazgeçtim.

“Geçmiş olsun teyze MR çektirmişsin galiba, neydi rahatsızlığın?”

Böyle yaşlı teyzeler biri sorsa da hastalığımı anlatsam diye bayılıyorlar. Teyze sadece yüzünü çevirmekle kalmayıp, vücudunu da bana göre ayarladı; “İlk genç kızlığımda çıktı bu illet bende” diye başladı söze… Anlattı da anlattı… Sormaz olaydım. O anlattıkça benim halsizliğim arttı.

Acaba MR konusuna ne zaman gelecek derken, lafı nihayetine erdirdi;

“Yaa işte böyleyken böyle oğlum, sen de yok bişey diyo doktorlar ama ben inanmıyom… Bu hastanede gampanya varımış, emarı bedava çekiyolarmış. Bi de gelip onu çektireyim dedim. Bak bu iki komşumu da aldım yanıma... Bu teyzenin sırtında kulunç var, bunun daa.... Huu Emine, senin neyin varıdı gıı?”

Teyze konuşurken bayılacakmışım gibi hissettim. Artık hastalıktan mı yoksa anlattıklarının absürtlüğünden mi bilmiyorum? Öksürüklerimi bahane edip, yüzümü pencereye doğru çevirdim. Dolmuş işyerimin olduğu sokağa dönüyordu…

***

İşyerine geldiğimde Hilmi uzun süredir görmediği bir yakını gibi karşıladı beni;

"Ooo Tahsin'cim iyi ki geldin... Oh oh iyi görünüyosun maşallah, geçmiş hastalığın... Hazır sen gelmişken, şu faturayı bankaya yatırmaya gideyim ben…"

"Allah seni bildiği gibi yapsın Hilmi"

"Efendim!!?"

“Batar inşallah o banka…”

“Tahsin’cim, öksürmenden ne dediğin anlaşılmıyor… Sen ıhlamur falan iç… Ben bankadan sonra direkt eve giderim artık…”


Söylenmeye devam edecektim ama halsizlikten zor attım kendimi koltuğa… Hilmi işyerinden çıkmıştı bile…

 
Toplam blog
: 48
: 1573
Kayıt tarihi
: 17.11.06
 
 

Konuştuğum gibi yazmamalıyım... Yazmak, konuşmaktan farklı ve her zaman onun önünde benim için.....