Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '10

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Edebiyatın Kıyılarında

Edebiyatın Kıyılarında
 

Sir Edward Coley Burne-Jones, 1st Baronet (28 August 1833 – 17 June 1898


Haruki Murakami 'nin 1Q84 adlı serisinin dün piyasaya çıkan üçüncü kitabı için Japonya 'da yağmur altında uzun kuyruklar oluşmuş. Shinchosha yayınevi, kitabın 500 bin kopyasının raflarda olacağını, bu ay içinde 200 bin kopya daha basılacağını açıklamış. Kendini az buçuktan yazar gibi hissetmeye başlayanlara, sabah sabah güzel hayaller kurduracak bir haber. Çayın yanına iyi gider. Sonra günün ilerleyen saatlerinde haberin üzerindeki sihirli bulut aralanmaya ve gerçeğin huzursuzluğu parıldamaya başlar. Kuşkusuz Japonya'da yazar olmak varmış diye düşünmeye de başlayabilir kişi. Hatta bunu şiddetle hisseden onlarca kişi , hani kırk kere söyleyince olurmuş batılına mı inandıklarından, şurda burda yazdıkları nikleri bile Haruki Murakami 'ye çevirmişler. Hani moda değişti, şimdi de “Hepimiz Haruki Murakamiyiz" rüzgarı esmedeymiş.

Kitap, biri yazar, diğeri spor hocası ve kiralık katil olan iki eski okul arkadaşının birbirini arayışını anlatıyormuş. Arayış konusu her zama ilgi çekicidir. Örneğin eski seyyah kitapları Marko Polo'dan tutunuz da Evliya Çelebi'ye kadar hep bir arayış sonucunda çıkan eserlerdir. Merak, şu dağın ardında ne var merakı. Hele daha önce bilinen ve yoklar ülkesine karışmış kayıp kişilerin aranması da girerse işin içine, okurun heyecanı bine, milyona katlar. Bir nevi süspansiyon...

Bu ülkede de kayıplar var ve onların romanlarını da okunması için Haruki M'nin yazması lazım. Ancak o koşulda okunur. Bu taş size ey okur. Evet ya, Tristram Shandy'ye ya da çağdaş yazarımız Oğuz Atay'a selam ederek diyoruz ki ey okur bu taş size. Bu edebiyatsever gazetede benim bu yazımı okuma sabrını gösterenler, aslında bu “Ey okur” sıfatını hakketmiyorlar. Uzun ve sonu gelmez yazılarımın kaçıncı satırına kadar dayandıklarını merak eder dururum. Yani başlığı bile okuyanlar bu testi geçmiş oluyorlar. "Ey okur"dan kastım, okumayanlara ama okumadıklarına göre kendilerine “Ey okur” diye seslendiğimizi nasıl duyacaklar, o da milenyumumuzun apayrı bir felsefi sorunsalı olarak ağlarını örüyor.

Murakami'nin karakterlerinden biri de bir katilmiş. Eveeet, katil bulunmalı ve toplum rahatlatılmalıdır değil mi? Hatta katil bulunana kadar, katile benzer ne kadar insan varsa toplanmalı ve zindanlara tıkılmalıdır.Delil melil boş verin bunları. Gerekirse gizli şahitlere ve imzasız mektuplara başvurularak, düzen bozucu korkunç katilin ortalıkta elini kolunu sallayarak dolanmasını önelmek az şey mi?

Murakami'nin ülkemizde de yayımlanan kitapları arasında, Yaban Koyununun İzinde, Sahilde Kafka ve Zemberekkuşunun Güncesi bulunuyormuş.Ah zavallı ben. Bari bana acısaydı Bay HM. Ne gücüm, ne gözlerim ne de zamanım yetmiyor kardeşler, okumaya yetmiyor. Hani bir de yazma çabası var. Bazen bilgisayarı hiç açmadan aylarca ve yıllarca okusam, okusam ,okusam... diyorum ama olmuyor. Açıyorum şu lanet bilgisayarı ve arkadaşlarım ah arkadaşlarım. Onları size şikayet edeyim nasılsa bu satıra kadar okuyacak olanı yoktur aralarında.

Arkadaşlarım ne dedi biliyor musunuz çok steril yazıyormuşum... Önce pek sevindiydim öyle ya hijyen kurallarına uygun yazmak da okura saygıdır,ve yurttaşlık bilgisi derslerinin kaldırıldığı günümüzde bir yurttaşlık görevidir aynı zamanda diye; ama sterili kullandıkları anlam başkaymış, bambaşka. Aşk olmayan yazılarmış steril yazmak. Bunu bir kaç kişiden duyunca ciddi ciddi ey yazar ya da ey yazan diye oturdum bu kez de kendimi sorguladım. Haklılar yani sterilizasyon olayında haklılar. Sonunda karar verdim, müthiş bir aşk öyküsü yazacağım. Bu konuda yazılmış önemli eserlerden başlamalıyım deyip, İsa'dan tam 43 yıl önce doğmuş olan bir Latin şairi Pablos Ovidius Naso'nun AŞK SANATI adıyla ÇİĞDEM DÜRÜŞKEN'in özenli çevirisiyle Türkçemize kazandırılmış ve yazarını sürgünlere savurmuş şiirinden başladım okumaya. Latincesi Ars Amatorya.

Birinci kitap denilen ilk bölüm şöyle başlamakta:

"Bu halk arasında aşk sanatını bilmeyen biri varsa,

okusun bu şiirimi, okudukça öğrensin ve aşık olsun."

Ne iyi fikir. Ben de yazacağım aşk romanının kapağına bu dizeleri koymalıyım. Sonra bu iki dizeyi tarihsel ve sosyolojik yaklaşımlarla ama üretim ilişkilerine pek dokunmadan .çözümlemeye uğraştım. Günümüz penceresinden baktığımda şair ve yazarların neden kahvaltı davetleriyle el üstünde tutulduğunu da birazcık düşüneyazdım ki Nobelli yazarımız Orhan Pamuk ve büyük yazarımız Yaşar Kemal 'in bu kahvaltılara katılmayacağı dedikodusunu okudum. Hatta Hasan Ali Toptaş da açılım konusunda samimiyetlere inanmadığı için katılmayacağını söylemiş, vallahi facebook'dan haberleri gönderen kültür elçisi ozanımız sevgili Nisan Serap'ın yalancısıyım artık. Nisan Serap dedim de onun da güzel şiir kitabı GEDA 'da “Flamenko Ritminde Raks eder Sevda” adlı şiirinden aşağıdaki dizeleri aşk romanımın muhteşem finalinde kullanmak için izin istesem:

Dünyama benzeri bulunmayan tılsımlı yakamozlar eklendi

Her biri haritada bulunmayan denizlerdeydi.”

Bakın şimdi, Hasan Ali Toptaş deyince de onun güzel bir kitabı geldi aklıma ki o da aniden ortadan kayboluşla ilgili. Hatta filmi bile yapıldı.Yönetemen de Ümit Ünal. GÖLGESİZLER. Gölgesizler'i okudunuz mu ya da filmini izleyip Hasan Ali Toptaş'ın web sayfasında hiç gezdiniz mi?

Bakın 2009 yılında Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şubesinin Edebiyat Mevsimi Büyük Ödülleri'nde roman ödülünü Hasan Ali Toptaş'a verdi. Toptaş'ın ödülünü Ahmet Kot takdim etti diye yazan haberi paylaşayım sizinle.

Edebiyat her türlü iktidarın uzağında, bir bakıma eşim, dostum ne der, arkadaşlarım ne düşünür, eleştirmenler nasıl bakar, editörler sever mi, yayıncılar olumlu yaklaşır mı, yasalara uygun mu, ahlâka aykırı mı gibi kaygıların ötesinde bir yerde yapılan çok özel bir uğraştır ve yazar bu yüzden hep ayakta yazar.”

“Evet, “yazar hep ayakta yazmalıdır...” Yazarlık duruşunun ne olduğu ya da olması gerektiğinin ilanı anlamına gelen bu sözler, Hasan Ali Toptaş’ın Harfler ve Notalar adlı deneme kitabından diyor ödül haberinde.

İçim öyle rahatladı ki, doğru yoldayım, artık arkadaşlarım ne der diye düşünmeyeceğim. Tamam benim steril duruşum olsun. Haa belki bir 100 sayfalık ve Mevlanasız bir aşk romanını da numunelik diye yazarım ama o kadar. Siz yine de eğer bu yazının sonuna değin gelebildiyseniz ödülünüzü almadan geçmeyin ve Hasan Ali Toptaş'ın yazanlar için çok us açıcı olan çiçek bahçesi HARFLER ve NOTALAR'ını okuyun derim. Keyifle okumuştum. Bilgi'deki söyleşisine gidecektim. Tüm gece kitabı okuduğumdan ertesi günü, turşu hallerinde katıldım söyleşiye ama hoşuma gimişti. Hatta Hasan Ali Bey ile ufak bir söyleşi bile yaptım kahve molasında. Ona neden öyküden romana geçtiğini bile sormuştum. “Kimse duymasın ama...” diye başladığından yanıtı da bende kalacak.

Yazarlar Birliği'nin Hasan Ali Toptaş için yukarda bir bölümünü aktardığım yazısının devamı da beni haklı çıkardı.

"...taşralı okuru da “hayatın neresinde durduğu” sorusuyla yüz yüze getirmeyi bilmiştir. Bu sayede 1987’den bu yana olan yazı yolculuğunda, sadece kendi öykü ve romanlarındaki dili, kurgu ve tekniğini geliştirmekle kalmamış okurunu da yetiştirmiştir..."

Evet yazarın büyüklüğü, okuduğum zaman bende esen imbatları çoğaltmasıdır ki bunu Hasan Ali'nin Harfler ve Notalar kitabında fazlasıyla yaşadım. Okumaya kışkırtan güzel bir denemeler dizisiydi sanki otobiyografiden çok. Edebiyat patikasında izlediği zihin haritalarını bonkörce sermişti okura. Zaman içinde bazen özellikle deneme kitaplarındaki tüm detayı hatırlamak olası olmasa da okurken canlandırdığı duygular taze çiçekler olarak belleğimizde her zaman o güzel kokularını yaymaya devam ederler. Başka sevgili yazarlardan gelen ekinle karışır kokuları.

Taşralı okur olmaya gelince , kendimizi kapattığımız ekranların ardında ne kadar sosyal hissediyorsak aslında o ölçüde de taşralı oluyoruz diye düşündüm şimdi. Sanal sosyallik bir ölçüde taşralı yapmıyor mu insanı, en büyük kentin, otobüslerin saat 10'dan sonra seferlerini kestiği, yalnız gezen kadınlara ne işin var bu satte dışarda, demeye cüret eden otobüs sürücülerinin olduğu bir AVRUPA KÜLTÜR ve SANAT Başkenti'ninde bile oturuyor olsa...

Son bir alıntı da Aşk Sanatı'ndan:

"Uzak durun hele, ey incecik kurdeleler,utanç sembolleri,

ve siz, ayak bileklerini gizleyen upuzun farbalalar."



http://www.hasanalitoptas.net/php/index.php?mid=55&did=14&dl=1

Aşk Sanatı , OVIDIUS ,Latince aslından çev: Çiğdem DÜRÜŞKEN İş Bankası Kültür yayınları,mart 2010, İstanbul

GEDA , Nisan Serap Muratoğlu, artshop, 2009

fotoğraf:

http://www.focusdergisi.com.tr/kultur/00398/

http://en.wikipedia.org/wiki/Edward_Burne-Jones

ezgiumut 2010 Nisan 18

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..