Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ellerinden, yüzlerinden hayat akanlar...

Ellerinden, yüzlerinden hayat akanlar...
 

"Kestane almamız lazım" diyor. "Nedenmiş o?" diyorum. Almalıymışız çünkü soba yanan bir evde kestane mutlaka olmalıymış. Sıcak soba, üzerinde kestane ve fokurdayan çaydanlık olmadan kış akşamlarının anlamı yokmuş. "Eh peki" diyorum "Bu berbat trafikte araba kullamaya katlanacak olan sensin. Park yeri arayacak olan da sensin. Benim için hava hoş." Bütün bunlar onu caydırmıyor. Akşamın bir vakti apar topar yola çıkıyoruz.

Sıra manavlar sokağı ışıl ışıl bu akşam. Sarı ampuller altında kırmızı elmalar, sarı elmalar, muzlar, lahanalar, karnıbaharlar, marullar, portakallar, mandalinalar... Tek eksik olan kestane. "Kış akşamlarının kestanesiz geçiremeyen ne çok insan var" diye geçiyor aklımdan. Kestane tadından çok başka anlamlar taşıyor olmalı. Belki de kışın o kasvetli havasında bulunan nadir güzel şeylerden biri olduğu içindir.

İlk manav kısa boylu, tombul bir adam. Bir elini ensesine atmış, yanı başında çalan radyodaki şarkıya kapılıp bir yerlere dalmış gitmiş. Kardeşim "iyi akşamlar" diyerek yaklaşıyor adama. Adamın yüzünde öyle keyifli bir ifade var ki, kardeşimin sesinin onun keyfini bozacağını, tüm düşlerini yerle bir edeceğini düşünüyor tedirgin oluyorum. "Ben olsaydım onun yerinde beni rüyalarımdan uyandıran bu münasebetsize surat asar ters davranırdım herhalde" diye geçiyor içimden. Ama o öyle yapmıyor. "Buyur abi" diyor yüzünde nefis bir gülümsemeyle. Kestane soruyoruz, adam yardımcı olamamaktan mahçup bir şekilde kalmadığını söylüyor. Bu adamın yüzünden eskiye dair çok ama çok güzel birşeyler akıyor. Tüm mahallede birbirini tanıyıp seven insanlara dair uzak bir hayal gibi, iç ısıtan, saf, doğal ve insan insan bir yüz.

Bir kaç adım sonra başka bir manav daha var. Küçük sıvasız bir dükkan içinde, ateş başında oturmuş ellerini ısıtan bir baba ve oğul ayağa kalkıyorlar biz yaklaşınca. Çocuk on yaşlarında var ya da yok. Babasından önce atılıyor "Buyrun efendim" diye. Kardeşim çocuğun başını okşuyor. Bu küçük adam elinde torbasıyla hazırlık yapıyor istenileni vermek için. Babası gülümsüyor ardından. Kestane soruyoruz olmadığını söylüyorlar. Bizim küçük manavın hevesini kursağında kalıyor. Babası omzuna hafifçe vuruyor onu teselli etmek ister gibi. Biz oradan ayrılırken baba oğul ateşin başına dönüp sohbetlerine devam ediyorlar. "Küçük manavın gözü hep sokakta olacak" diye geçiyor aklımdan. İlk gelecek müşteriye elma, portakal tartacak küçük elleriyle. Onun bu büyük adam edası babasını gururlandıracak. Babanın nasırlı yorgun elleri, yardımına koşan bu küçük çocuğun başını okşayacak.

Sıra diğer manava geliyor. 23-24 yaşlarında bir delikanlı elmaları bembeyaz bir bezle parlatmakla meşgul. Bir de türkü tutturmuş ki sanki bir kayık içinde uçsuz bucaksız denizlere açılmış kaygısız bir adam gibi keyifli. Bir süre ardında durup türküsünü dinliyoruz. " Kaşların kara kara da amanın Leyla, gözlerin derde çare de eyle yarim eyle..." Bu delikanlı dut gibi aşık belli. İçimi coşturuyor onun türküsü. "Bu adamlar gerçekten aşık olmayı bilen adamlar" diye geçiyor aklımdan. Saf bir aşkla dolu bir yürekten başka kim söyler böyle coşkulu bir türküyü. Bir Leylası var belli. Leylası içine dolmuş, türkü türkü çıkıyor gırtlağından. Biz onu dinlerken bizi farkedip dönüyor. Yanakları kıpkırmızı oluyor birden. Utanıyor. İçimden "utanma be adam" diyorum "Senin gibi adamlar utanmamalı. Senin gibi adamlar hep türküler söylemeli." Kardeşim "kesmeseydin" diyor ne güzel söylüyordun." Elindeki elmaya eğiyor başını "İşte öyle kendi kendime" diyor mırıldanarak. Kestane buluyoruz nihayet. Bir avuç kalmış torbanın dibinde. Hepsini bir poşete koyup veriyor. Biz arabaya binerken türküsüne kaldığı yerden devam ediyor: "Garibim böyle yarim de amanın Leyla Leyla, merhamet eyle yarim de eyle yarim eyle..."

Yol boyu, bir ortak ruh nefesinden nefes üflenmiş bu üç adamı düşünüyorum. İşlerini şikayet etmeden yapan, işlerine kendilerince keyif katan bu üç adamı. Gülümseyen yüzüyle radyodaki şarkıdan mest olanı, oğluyla birlikte ateşte ellerini ısıtanı ve elmaların başında türkü söyleyeni... İçlerinden, ellerinden ve yüzlerinden hayat akan bu adamlara hayranlık duyuyorum.

Fotoğraf: http://www.deviantart.com/print/2015234/
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..