Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '12

 
Kategori
Siyaset
 

Emperyalizm, Kapitalizm, Kemalizm... Bu Kavramlar Daha Çok Su Kaldırır

Emperyalizm, Kapitalizm, Kemalizm... Bu Kavramlar Daha Çok Su Kaldırır
 

  • Mustafa Kemal, Milli Mücadele, Osmanlı’nın son dönemi, Jön Türk Hareketi, İttihat ve Terakki, CHP ve saireler… Bu tartışmanın daha çok su kaldıracağı muhakkak… Ortak payda mı? Sanmıyorum… Ama en azından tarihe not düşmek adınaysa bu tartışmalar, bizimde sadece çorbada bir tuzumuz, Milliyet Blog’da söylenmiş sözümüz olsun diyedir. Yoksa başkaca bir niyetimiz yoktur.
  •  
  • Lakin bu türden tartışmalara girip de eleştirel yaklaşımlarımızı ortalığa döktüğümüzde, gariptir ki, kendisini Kemalist, Ulusalcı, Milliyetçi olarak konumlandırmış çevrelerden, “Mustafa Kemal düşmanları”, “Cumhuriyet düşmanları”, “Liboşlar” türünden pek bir muteber! ifadelerin muhatabı olmak durumunda kalıyoruz. Dolayısıyla, tartışmanın da kalitesi yerlerde gezer bir hal alıyor.
  •  
  • Tabi ki, ne Mustafa Kemal’i anlamadan, ne Osmanlı’nın son dönemini yeterince irdelemeden, nede Cumhuriyet ve devrimlere ilgi göstermeden bu günleri anlamak pek de kolay olmuyor. Kolay olmuyor zira kendi kendimize yaratmış olduğumuz sosyolojik sorunların nedenselliklerini getirip emperyalizm kolaycılığına indirgiyoruz… Sanırım tartışmanın özü tam da burada ortaya çıkıyor.
  •  
  • “Emperyalizm kolaycılığına indirgemek” diye eleştiri yaptığımızda ise, “Ne yani, sen şimdi emperyalizmi yok mu sayıyorsun?”  gibisinden tuhaf, tuhaf olduğu kadar pek bir garip eleştirel mi desem, suçlama mı desem, karşılık alıyoruz. Her hadiseyi emperyalizm kolaycılığı ile açıklamaya çalışan bu çevrelerle, en nihayetinde emperyalizm hususunda anlaşamıyoruz.
  • (Sanırım derdimi kısada olsa anlatabildim Ufuk Hoca!)
  •  
  • Hâl vaziyet böyle seyreylerken, biz tartışmaya kaldığımız yerden devam edelim.
  •  
  • Ne diyorduk?
  • “Osmanlı’nın yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması şeklinde tehayül etmiş olan yeni düzenin ortaya çıkışı, klasik anlamda tanımlayacağımız burjuva devrimlerine örnek gösterilebilecek türden bir süreci ifade etmez”.
  •  
  • “Yani bir Fransız devrimini örnek olarak göstermeyiz” diye defalarca bu hususta yazmıştık.
  •  
  • Zira Fransız burjuva devriminde, burjuvazi, feodal düzenin içerisinde gelişip serpilmiş ve en nihayetinde kendi devrimini gerçekleştirmek suretiyle düzenini kurmuştur. Osmanlı’nın gelişim çizgisinde ise böyle bir örnekleme yapmak mümkün değildir.  Toprak mülkiyetinin bulunmadığı Osmanlı’da, toprak mülkiyeti devlete egemen olan bürokratik devletlû bir sınıfın egemenliğindedir. Osmanlı’dan, Türkiye Cumhuriyetine uzanan süreçte, ortada bir burjuva sınıfı yoktur. Ama yüce devletlû bir sınıf olan Osmanlı yüksek askeri bürokrasisi ve sivil bürokrasi şeklinde tanımladığımız bir sınıf vardır. Ki zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin, iktidar kavgası da, devleti elinde tutan bürokrasi ile demokratik yolla iktidara gelen sivil siyasetin savaşına sahne olmuştur.
  •  
  • Göstermelik bir meclis içerisinde var olan siyasi partiler, seçim ve sandık eksenli bir demokrasi anlayışı ve resmi ideoloji olarak belirlenmiş olan çizgiden sapıldığında, asker ve yargı eksenli, tokmağın kafaya vurularak düzenin (düzenden sapanların) hizaya getirilmesi haline, yatıp kalkıp cumhuriyet diye iman etmişiz.
  •  
  • Tek cümleyle özetlediğimiz böyle bir düzene de türlü kılıflar giydirmek suretiyle, ille de ilerlemeci sıfatı yapıştırmak, yapılanları köklü devrimler olarak nitelemek, antiemperyalist cilasıyla parlatmak, halk için demek, pek de akla yatkın olmasa gerek. Cumhuriyet tarihi boyunca ne ortada akla yatkın bir demokrasi, ne akla yatkın bir cumhuriyet, nede doğru dürüst bir batılılaşmanın varlığından söz edebiliriz. Kısacası eski düzenin isim değiştirerek sürgit haline bu güne değin iman etmişiz.
  •  
  • Başa dönersek…
  •  
  • Osmanlı’nın son dönemi sanırım dikkate değer bir dönemdir…  Bir anlamda, meşruti monarşinin hayata geçirilmeye çalışıldığı bir burjuva değişim dönüşüm dönemidir Osmanlı’nın son dönemi. Ne var ki bu süreç, demokratik olmayan bir cumhuriyete dönüştürülerek son bulmuştur. Ki eski düzenin devamı olmadığını ileri süren yeni cumhuriyet, hangi hikmettendir bilinmez, Osmanlı’nın borçlarını 1954 yılına kadar ödemek durumunda kalmıştır. “Hangi hikmettendir bilinmez” desek de aslında bilinmektedir. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile yabancı ülke ve kuruluşlara tanınmış ayrıcalıklar feshedilmiş, Duyun-u Umumiye kaldırılmış ama Osmanlı’nın borçları aynen devam etmiştir. Taa ki 1954 senesine kadar.
  •  
  • Basit bir akıl yürütmeyle bile, bu nasıl bir antiemperyalist mücadeledir ki, beş milyon metrekare toprağa sahip olan Osmanlı, aldığı borçları beş milyon metrekare büyüklüğünde bir ülke için almışken, bu borçlar, elde kalan 770 bin metrekare toprakta yaşayacak olan 13 milyon insanın sırtına kalmıştır?
  •  
  • Milli Mücadeleye bu yönüyle baksak dahi, bu işin bir antiemperyalist mücadele olmadığına dair bir sonuç yakalamak mümkündür. Kaldı ki, Lozan’da masaya otururken, Kuzey Afrika’daki hükümranlık hakları, Ortadoğu, Makedonya gibi bölgelerdeki varlık hukuken söz konusuyken, masadan kalkıldığında, Misak-ı Milli olarak tayin edilmiş sınırlardan başka bir şey elde kalmamıştır. Ege adaları gitmiştir. Kuzey Afrika’daki hükümranlık hakları yok olmuştur. Ortadoğu ve petrol yatakları emperyalistlere bırakılmıştır. Emperyalistlerin alması gereken başka ne kalmıştır? Sadece sermaye ihracı ki onu da, İzmir İktisat Kongresiyle Mustafa Kemal ve kurucu kadrolar, gerektiği şekilde güvence altına bağlamış, yabancı sermayenin Anadolu topraklarında, devlet güvencesi altında dilediği gibi yatırım yapabileceği yönünde mesajı Lozan’a göndermiştir.
  •  
  • Vaziyet budur, devamı vardır.
  •  
  •  
  •  
  •  
  •  
 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..