Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

En zor hayallerden en güzel dünyayı yaratmaktı amacı !

En zor hayallerden en güzel dünyayı yaratmaktı amacı !
 

 

Zaman zaman hayattan nefret ettiğini düşünürdü. Kış bir türlü bitmez, ardından gelen bahar da yazı bir türlü getirmezdi. Yazdan da sıkılırdı hemen. Sonbaharı sevdiğine inanmaya başlar gibi olur, yaprakların neden eşit zaman aralıklarında düşmediğine ise bir cevap bulamazdı.

Berdy doğup büyüdüğü evin Kantstrasse'de olmasına sevinmesinin en güzel nedeni olarak Luisenpark'ı görürdü. Çocukken de evden ne zaman uzaklaşsa, annesi onu orada bulacağını bilirdi. O'nu parktaki leyleklerin getirmediğinden de emindi.

Hep aynı bankta otururdu. Gölün hemen yanında. Kuğuları izlemeyi severdi. Yan yana yüzen iki kuğunun boyun simetrisine bir anlam veremezdi. Beyinlerinin hareket merkezinin belli bir yakınlıkta senkronize çalıştığını düşünürdü.

Arkadaşları tarafından pek sevilmezdi Berdy. Genellikle yalnız kalırdı. Çok konuşkan bir çocuk da değildi. Hoplayıp zıplamaz, neden-sonuç ilişkilerine dalardı. Çok çalışkan bir çocuktu. Matematik en sevdiği dersti. O'na yüz vermeyen arkadaşları matematik dersinde ona yakın oturmak için çırpınırlardı. GCSE ve A-level notları oldukça iyiydi ve onu kabul etmek isteyen birçok üniversite vardı. O, Mannheim Üniversitesi'ni seçti. Ailesi, Matematik ya da Bilgisayar Bilimi okumasını beklerken, Berdy herkesi şaşırtan bir kararla Sosyal Bilimler'i tercih etti. Bir kavanozu bile açamayacağına inanan babasına neleri başarabileceğini göstermeye devam etmeliydi. Gösterdi de... Üniversiteyi normal süresinde bitirmeyi başardı. Artık bir iş bulmalıydı. Başvurularına cevap geliyordu; lakin lanet olası randevu saatleri aklından hep çıkıyordu. Not etmeye başladı; ama bu sefer de not ettiğini unutuyordu! Annesinin yardımını istedi. Son iş mülâkatında da oldukça zorlandı.

"Önümüzdeki 5 yıl içinde kendinizi nerede görmek istiyorsunuz?" diye sordu, karşısındaki yüzü gülmez kadın. O'nun Saksonyalı olduğundan emindi.

"Bulunmaktan en keyif aldığım yer Luisenpark. Herhalde orada olurum. Siz hiç gittiniz mi? Yazın gölde salla gezebilir, kuğulara yem verebilirsiniz." dedi.

Karşısındaki genç erkek ya çok zekiydi ki bu cevabına, soruya uygun anlamlar yüklenmeliydi ya da iş başvurusunda bulunduğu şirketin yetkilisiyle dalga geçebilecek kadar patavatsızdı! Berdy'nin gözlerine baktı kadın. Samimi ve ciddiydi. Demek ki o çok zeki bir adamdı. İşe alındı. Saatlere bağlı kalmaksızın çalışıyor ve en ince detaylar bile onu yormuyordu. Arkadaşları kıskanıyordu; ama amirleri çok mutluydu. Herkesin bilmediği gerçek ise onun, ne işin başladığı saati ne de bittiği saati bilememesiydi.

Hafta sonlarını çok severdi. Erkenden kalkardı; ama odasından çıkmadan yatağını toplardı. Annesi kahvaltıyı onun hazırlamasını istemezdi. Çünkü mutlaka bir şeyler kırardı. Okulunu bitirmiş, işe de girmişti; ama neden hâlâ yalnız yaşamadığını, sabah işe kaçta gideceğini annesinin belirlediğine bir anlam veremezdi. Annesine laf anlatamazdı; ama "İş bitti, hadi evine." diyen arkadaşlarını da dinlemezdi. Çoğunlukla da hava karardığında annesi ya da babası gelip onu işten alırdı.

İşte sonbahar yine gelmişti ve parktaki bankına oturdu. Hemen ayaklarının dibine düşen yaprakla bakıştı. Ucu biraz havadaydı. Tüm yüzeyi yere değmiyordu. Belki de bunu engelleyen, yaprağın altındaki herhangi bir şeydi. Altına bakmalı mıydı! Ama o zaman da yaprağı aynı yere koyamayabilirdi. Yaprak bunu fark eder miydi! Bir sonraki yaprağın düşmesini bekledi. Eğer o da tamamen yere temas etmezse, bakacaktı. Beklediği yaprak düştü; ama oldukça uzağa. Gidip bakmalıydı da tekrar geri geldiğinde banktaki aynı yerine oturabilecek miydi ve daha önce düşmüş, ucu hâlâ havada duran yaprağa yine aynı açıdan bakabilecek miydi!

Çaresizlik çok kötü bir şeydi.

"Günaydın, yanınıza oturabilir miyim?"

Ucu havada duran yapraktan gözlerini ayırıp, sesin geldiği yöne döndü. Genç ve güzel bir kadın ona bakıyordu.

"Yaprakları sever misiniz?"

"Yeşil hallerini daha çok severim. Sararmış halleri bana tükenmiş hayatları anımsatır. Bu arada, benim adım Evonne."

"Nedense, yapraklar renk değiştirmeye başladığında kuğular ve insanlar ortadan kayboluyor! Arasındaki ilişkiyi bir türlü çözemedim. İnsanlar devamlı yer değiştirdiği için sayamadım; ama tam 37 kuğu var bu gölde. Dünya üzerinde binlerce çeşit ağaç ve 7 milyar insan var. Yaprak sayısına vuracak olursak, belki de 500 yaprağa bir insan düşüyordur. En büyük problem ise insan başına düşen bu 500 yaprağın farklı yerlerde olması. Mesela, şu önümdeki yaprak düşeli 10 dakika kadar oluyor ve nedense ucu havada duruyor. Ya ağaçta solarken ucu kalkık kurudu ya da düştüğü yerde onun ucunu havada tutacak bir şey var! Sizden hemen önce de şu ilerideki taşın yanında duran yaprak düştü. Aslında gidip ona da bakmak istiyordum. Onun da ucu havada mı ki buradan belli olmuyor; ama buradan kalkarsam da döndüğümde aynı yere oturamam ve karşımda ucu kalkık gibi duran yaprak, artık farklı açıdan bakacağım için yere tam temas ediyormuş gibi görünebilir ve şu ilerideki yeni düşen yaprak da, gidip baktığımda gördüğümden farklı görünebilir. Hazır hatırlamışken, benim adım da Berdy."

"Seni anlıyorum Berdy. İşin gerçekten zor. Acaba bu yaprağı bana emanet etsen de sen gidip o ileridekine mi baksan."

"Harika bir fikir bu Evonne! O zaman şimdi ayağa kalk ve tam önüme gel, arkanı da bana dön. Sanki kucağıma oturur gibi yaklaş ve ben kalkarken, sen tam benim yerime otur. Sonra da ben döndüğümde aynı şekilde yer değiştiririz."

Ne kadar yakışıklı bir erkekti; ama ona olanları ya da olmuş olanları anlayamıyordu Evonne. Gözlerindeki ifade, yaptıklarına-konuştuklarına ne kadar inandığını gösteriyordu.

Onları uzaktan izleyen orta yaşlı kadın, uzun yıllardır taşıdığı endişeyi yine sessiz damlalarla gidermeye çalışıyordu.

Berdy yerini Evonne'a emanet edip, diğer yaprağın yanına gidip oturdu.

"Oradan uzun süre geri dönmez. O'nu anladığınız için teşekkür ederim." dedi kadın, Evonne'a.

"O'nun nesi var? Siz kimsiniz, tanıyor musunuz onu?"

"Ben annesiyim. Adım Helga. 14 yaşında fark ettik ondaki garipliği. Çok hareketli ve akıllı bir çocuktu; ama bunlar bize normal geliyordu. Derslerinde çok başarılıydı. Özellikle de matematikte. Ne zaman ki bahçedeki ağacın yapraklarını saymaya başladı, bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başladık. Oğlum Asperger Sendromu hastası. Yani, o bir otistik! Gördüğünüz gibi, görünümü bizler gibi. Aspergerler, diğer otistiklerden dil ve bilişsel gelişimde gecikme yaşamamalarıyla ayrılırlar. Üniversiteyi de bitirdi ve çok da iyi bir işi var. Ama sabah ben göndermezsem, işine gitmeyi hatırlamaz. Akşam da işin bittiğini bilmez ve biz gider alırız. İşte bakın, şimdi o yaprağın yanına oturdu; ama geri dönmesi gerektiğini hatırlamaz. Çocukluğundan beri bu parka gelir; ama sonra biz gelir alırız onu."

"Benim adım da Evonne. Ne zor bir durum! Ben öğretmenim; ama böyle bir deneyimim olmadı hiç. Ben de Spinozastrasse'de oturuyorum. Yeni taşındım buraya ve bu parkı da çok seviyorum. O'na rastladığım zamanlarda Berdy ile konuşmaktan keyif alacağımı bilmenizi isterim."

"Çok iyisiniz. Size ismini mi söyledi! Bu çok ender başarabildiği bir şeydir. Demek ki sizden hoşlandı."

"Berdy! Ben geldim oğlum."

"Anne, bu yaprak az önce düştü; ama şu anda Evonne'un tam karşısında duran yapraktan oldukça farklı bir durumda. Bunun yarısından çoğu havada ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Sanırım bir yaprak daha düşmesini beklemeliyim. Aynı ağaç, aynı mevsim ve aynı zaman içinde kuruyorlar da, neden aynı zaman aralıklarıyla düşmüyorlar, anlayamıyorum. Anne, sakın Evonne'a dokunup da onu yerinden kaydırma!"

Evonne, anneye gülümsedi ve yerinden kalktı, önünde duran yaprağı kaldırdı ve altını iyice temizledi, yaprağı tekrar yerine koydu. Artık tüm yüzeyi yere temas ediyordu. Sırtı onlara dönük Berdy olanlardan habersizdi. O'na döndü ve "Berdy, az önce olanlara inanamazsın! Buradaki yaprağın altından bir böcek çıktı ve artık yaprağın ucu yere temas ediyor. Tüm yüzeyi yere temas ediyor yani." dedi.

"Sahi mi Evonne? Harika bir haber bu. O zaman ben şimdi oraya geleyim, sen de buraya gel. Yaprağın altından çıkan böcek yapraktan hiç yemiş mi? Azalan ağırlığı da yaprağın yere temas etmesini sağlamış olabilir."

Annenin yüzündeki vefa dolu tebessüm Evonne'un yüzüne yerleşenle kucaklaştı. Berdy geri geldi ve Evonne'la yine itinayla yer değiştirdiler.

"Anne, Evonne ne kadar iyi bir kız, değil mi?" derken gözleri gülüyordu Berdy'nin.

Evonne, o yaprağın ve sonraki saatler içinde düşen onlarca yaprağın altından hayali böceklerin çıkışı ve yaprakların yere huzurla, tam olarak oturması keyfini yaşadı Berdy'le. Akşam oluyordu ve Berdy'e evine kadar eşlik etti.

Sonraki hafta sonlarında da yaprak yolculuklarını, köpeklerin dışkılama disiplinlerini, kar kristallerini, ağaç gövdelerindeki gizleri, göl suyundaki alçalma-yükselme hareketlerini incelediler birlikte! Evonne onunla olmaktan çok keyif alıyordu. Arkadaşları ise neden bir kaçıkla günlerini geçirdiğini anlayamıyorlardı. Yine bir gün aynı bankta, kurumuş bir dışkıyı incelerken Berdy; onu öptü!

Berdy başını kaldırdı ve Evonne'a baktı.

"Bu köpekleri anlamıyorum! Kendi dışkılarını yiyebilecek kadar lezzetli ne buluyorlar bunun içinde? Kurtlar, tenyalar! Bunu anlamaya çalışmam mı mutlu etti seni?"

"Hayır, ben o dışkıyı bana vermek üzere olduğun bir gül olarak gördüm!"

"Dünyada 25 bin çeşit gül olduğunu biliyor muydun Evonne? Her birinden ortalama 1000 tane olsa ve yine her bir gülde 20 yaprak olsa, 500 milyon yaprak eder. Dur, bir de renklerine göre sınıflayalım..."

"Gel buraya deli adam, bayılıyorum sana. Bir de şu saçımın tellerini saysan diyorum."

"Sende en az 120 bin tel saç olduğunu tahmin ediyorum; ama yarın saymaya başlayalım. Boylarına göre ayrı ayrı sayar, sonra da toplarız. İstersen beyazları da ayrı sayarız!"

Kış ağır geçti; ama parka gitmeyi hiç aksatmadılar. Evonne, bir seferinde acaba yanına gitmezsem benim yokluğumu fark eder mi diye denemek istedi. Uzaktan izledi Berdy'i. Banka oturmadı ve devamlı olarak etrafına bakınıp durdu. Çok huzursuzdu. Dayanamadı Evonne ve yanına gitti. Berdy'nin sevinci inanılmazdı ve hedefi şaşırıp Evonne'u burnundan öptü!

Helga artık parka gelip oğlunu almıyordu. Evonne'a çok güveniyordu. Akşam Berdy'i getirdiğinde birlikte kahve içiyorlar hatta bazen de yemek yiyorlardı. Berdy'nin babası da oğlundaki gelişmeyi mutlulukla izliyordu; ama zaman zaman Evonne'a, sanki bir şey sormak istiyormuş da soramıyormuş gibi bakıyordu!

Artık bahar geliyordu ve parkın da keyfine doyulmuyordu. Kuğular da sanki hissediyormuş gibi onların yanına geliyordu. Her seferinde Berdy sayım yapıyor sonra da eksik kuğuları bulmak için koşa-zıplaya gözden kayboluyordu.

Bir cuma akşamı Evonne kendini kötü hissettiğini fark etti. Mevsim geçişlerinde nedense hep hasta olur, birkaç gün yataktan çıkamazdı. Ertesi gün Berdy ile buluşamayacaktı ve bunu ona nasıl anlatacaktı! Evlerini aradı ve Helga'ya durumu açıkladı sonra da Berdy ile konuştu.

"Berdy, şu bizim kuğular zaman zaman eksik çıkıyor ve bulmakta zorlanıyoruz ya, ben bu işin nedenini öğrendim. İçlerinden bazıları Herzogenriedpark'ta yaşamak istiyorlarmış. Ben de bunu o siyah olandan öğrendim. Şimdi ben yarın Herzogenriedpark'a gidip oradaki kuğularla konuşacağım ve bizimkileri kabul etmemelerini söyleyeceğim. Yani, sen yarın yalnız kalacaksın; beni merak etme, tamam mı? Belki pazar günü de görüşmeye devam ederim. Hafta içi bir akşam eve uğrarım, gelişmeleri seninle paylaşırım; haftaya cumartesi de parkta buluşuruz, anlaştık mı?"

Berdy'nin hiç hoşuna gitmedi bu durum; ama kuğular için Evonne'un çabaları da önemliydi.

Cumartesiyi TV'de gezinerek, bazen de dergi-mecmua okuyarak geçirdi Evonne. Aklı Berdy'deydi. Helga'yı arayarak sordu. Son gördüğünde bankta kucağında bir kediyle oturuyordu.

Kaçta uykuya daldığını bilmiyordu; ama telefonun çalmasıyla uyandı. Arayan Helga'ydı.

"Evonne, hastanedeyiz canım. Berdy'i getirdik. Ayağını kırdı!"

"Nee!! Aman tanrım, bu nasıl oldu?"

"Bankta yanında oturan yaşlı adamın ifadesine göre, kucağındaki kedinin tüylerini sayıyormuş. Sonra da adama söylüyormuş ve rakamları unutmamasını tembih ediyormuş. Kedi birden kucağından fırlayıp ağaca tırmanmış. Berdy de arkasından. Ağaca tırmanırken, bir yandan da 12 bin bilmem kaçı unutma diye ihtiyarı uyarıyormuş. Yerden oldukça yüksekte, ağaçta kediyi yine kucağına almış ve tüylerini saymaya devam etmiş. 15 bine geldiklerinde, kedi bu sefer de Berdy'nin kucağından aşağıya atlamış ve tabii Berdy de yine arkasından!.."

Hasta olmayıp Berdy'nin yanında olabilseydi, bu kazanın olmayacağını biliyordu Evonne. Bu düşünce onu daha da üzdü. Bir daha hiç yalnız bırakmadı Berdy'i. Kızları Frederika bugün 5 yaşında ve artık babasıyla parka o gidiyor.

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..